There is nothing like a glass of beer after a whole day's work.
- Bir tam günlük çalışmadan sonra bir bardak bira gibi bir şey yoktur.
By September I will have known her for a whole year.
- Eylül ayı itibarıyla tam bir yıldır onu tanıyoruz.
He was completely absorbed in his work.
- Tamamen işine dalmıştı.
We want complete sentences.
- Tam cümleler istiyoruz.
You can search words, and get translations. But it's not exactly a typical dictionary.
- Sözcükleri arayabilir ve çevirileri alabilirsiniz. Ama o, tam olarak tipik bir sözlük değildir.
The plane arrived exactly at nine.
- Uçak tam olarak dokuzda vardı.
I worked for a full 24 hours without getting any sleep.
- Hiç uyumadan tam 24 saat çalıştım.
He reported fully what he had seen to the police.
- O, ne gördüğünü polise tam olarak bildirdi.
Tom claims he can accurately predict the future.
- Tom geleceği tam olarak tahmin edebildiğini iddia ediyor.
This seems entirely accurate.
- Bu tamamen doğru gibi görünüyor.
The facts weren't properly understood.
- Gerçekler tam olarak anlaşılmadı.
The property was almost completely overgrown with wild blackberry bushes.
- Arazi neredeyse tamamen yabani böğürtlen çalılarla kaplanmıştı.
Just as we were leaving the exam room the doctor waved his hand saying, 'bye-bye'.
- Muayene odasından tam ayrılırken doktor hoşça kal diyerek elini salladı.
When I use a word, Humpty Dumpty said, it means just what I choose it to mean - neither more nor less.
- Bir kelime kullandığımda,Humpty Dumpty ifade etmek için tam benim seçtiğimi o ifade ediyor-ne daha fazla ne daha az dedi.
He explained the literal meaning of the phrase.
- O, ifadenin tam anlamını açıkladı.
I was literally stunned by what I saw.
- Gördüğüm şey karşısında tam anlamıyla afallamıştım.
The man was a total stranger.
- Adam tam bir yabancıydı.
Lunar eclipses can be total or partial.
- Güneş tutulmaları tam ya da bölümlü olabilir.
Tom still hasn't quite learned the rules of the game.
- Tom hâlâ oyunun kurallarını tamamen öğrenmemişti.
I do not quite agree with you.
- Sizinle tamamen aynı fikirde değilim.
I checked Tom thoroughly.
- Tom'u tamamen kontrol ettim.
They got thoroughly wet in the rain.
- Onlar yağmurda tamamen ıslandılar.
It wasn't quite that simple.
- O tam olarak o kadar basit değildi.
Your English is grammatically correct, but sometimes what you say just doesn't sound like what a native speaker would say.
- İngilizcen dil bilgisi bakımından doğru fakat bazen söylediğin tam olarak bir yerlinin söylediğine benzemiyor.
Since my watch was broken, I didn't know the correct time.
- Saatim bozuk olduğu için, saati tam bilmiyordum.
I assure you Tom will be perfectly safe.
- Tom'un tamamen güvenli olacağına sizi temin ederim.
Tom can understand perfectly well.
- Tom tamamen iyi bir şekilde anlayabiliyor.
After the botched gallbladder surgery, the patient was filled with bile, both figuratively and literally.
- Berbat safra kesesi ameliyatından sonra, hasta hem mecazi olarak hem de kelimenin tam anlamıyla, safra ile doluydu.
Does the city literally owe its existence to Mussolini?
- Şehir varlığını tam anlamıyla Mussolini'ye mi borçlu?
Tom had Mary's undivided attention.
- Tom Mary'nin tam ilgisine sahipti.
It sounds exactly like Tom.
- O tam Tom'a benziyor.
Your English is grammatically correct, but sometimes what you say just doesn't sound like what a native speaker would say.
- İngilizcen dil bilgisi bakımından doğru fakat bazen söylediğin tam olarak bir yerlinin söylediğine benzemiyor.
Her girlfriend is completely flat-chested.
- Onun kız arkadaşı tamamen düz göğüslü.
Could you please fix this flat tire?
- Lütfen bu düz lastiği tamir eder misiniz?
He is every bit a gentleman.
- O, tam bir beyefendi.
It's definitely a full-time job.
- O kesinlikle tam zamanlı bir iştir.
Tom definitely knows exactly what happened.
- Tom kesinlikle tam olarak ne olduğunu biliyor.
I don't remember my grandmother's face exactly.
- Babaannemin yüzünü tam olarak hatırlamıyorum.
I don't remember my grandmother's face accurately.
- Ben büyük annemin yüzünü tam olarak hatırlamıyorum.
The plane arrived exactly at nine.
- Uçak tam olarak dokuzda vardı.
It's exactly what I wanted.
- O, tam olarak benim istediğimdir.
This story may sound strange, but it's absolutely true.
- Bu hikaye kulağa acayip gelebilir ama tamamen gerçektir.
The statement is not wholly true.
- İfade tamamen gerçek değil.
This translation is outright wrong.
- Bu çeviri tamamen yanlış.
I don't entirely understand what he said.
- Ben, onun söylediğini tamamen anlamıyorum.
See how Lenny can swallow an entire hot dog without chewing or choking? That's why upper management loves him so much.
- Lenny'nin nasıl çiğnemeden veya boğulmadan tam bir sosisli sandvici yutabildiğine bak? Bu nedenle üst idare onu bu kadar fazla sever.
Tom knows precisely what he's doing.
- Tom ne yaptığını tam olarak biliyor.
Tom knows precisely how Mary feels.
- Tom Mary'nin nasıl hissettiğini tam olarak biliyor.
Due to recent events, it is completely impossible for me to focus on my work.
- Son zamanlardaki olaylar sebebiyle, kendimi işime vermem tamamen imkansız.
Due to the rain, my plans were completely mixed up.
- Yağmur nedeniyle planlarım tamamen karıştı.
He left his last job for very this reason - İşinde tam bu yüzden ayrıldı.
Never give up till the very end.
- Tam sonuna kadar vazgeçme.
This is the very video I have been looking for.
- Bu tam aradığım video.
She is an utter stranger to me.
- O, bana tamamen yabancıdır.
Tom is utterly obsessed with food. No wonder Mary dumped him!
- Tom tamamen yiyeceklere saplantılı. Mary'nin onu terkettiğine şaşmamalı.
I have absolute trust in you.
- Benim sana tam güvenim var.
This story may sound strange, but it's absolutely true.
- Bu hikaye kulağa acayip gelebilir ama tamamen gerçektir.
The meeting began at nine o'clock sharp.
- Toplantı tam dokuzda başladı.
The bus stopped sharply.
- Otobüs tam vaktinde durdu.
He said he was already more than fifty years old, fifty five, to be precise.
- O çoktan elli yaşından daha fazla olduğunu, tam olarak elli beş olduğunu söyledi.
Tom knows precisely how Mary feels.
- Tom Mary'nin nasıl hissettiğini tam olarak biliyor.
My interest in politics is strictly academic.
- Siyasete ilgim tamamen akademik.
Our relationship is strictly professional.
- İlişkimiz tam anlamıyla profesyonel.
They finished eighty miles' journey.
- Onlar seksen millik yolculuğu tamamladılar.
Tom finished eating all the ice cream that was in the freezer.
- Tom dondurucudaki dondurmayı tamamen bitirdi.
I don't know exactly where Kyoko lives, but it's in the direction of Sannomiya.
- Ben tam olarak Kyoko'nun nerede yaşadığını bilmiyorum, ama Sannomiya yönünde.
Ted is good at fixing watches.
- Ted saatleri tamir etmede iyidir.
The place just doesn't look as good as it used to.
- Yer tam eskisi kadar iyi gözükmüyor.
He will think he has been completely forgotten.
- Tamamen unutulduğunu düşünecek.
Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it.
- Asal sayılar hayata benzer, onlar tamamen mantıksaldır fakat, eğer tüm zamanınızı onun hakkında düşünmek için harcarsanız kurallarının bulunması imkânsızdır.
The food athletes eat is just as important as what kind of exercises they do.
- Sporcuların yedikleri yiyecek tam olarak ne tür egzersizleri yaptıkları kadar önemlidir.
When he whispered something into her ear, she moved just as he said, as if she had been hypnotized.
- O onun kulağına bir şey fısıldadığında, o sanki hipnotize olmuş gibi, tam onun söylediği gibi hareket etti.
Mathematically, everything's good. But it seems completely improbable to me.
- Matematiksel olarak her şey iyi. Ama benim için tamamen muhtemel görünmüyor.
We're going out for dumplings in the evening, all right?
- Akşam, meyveli börek yemek için dışarı çıkıyoruz, tamam mı?
Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it.
- Asal sayılar hayata benzer, onlar tamamen mantıksaldır fakat, eğer tüm zamanınızı onun hakkında düşünmek için harcarsanız kurallarının bulunması imkânsızdır.
I was right there with Tom at the time.
- Ben o zaman Tom'la birlikte tam oradaydım.
Tom is fully aware of the problem.
- Tom tamamen problemin farkında.
He fully realizes that he was the cause of the accident.
- Kazanın sebebi olduğunun tamamen farkındadır.
Your ideas are all out of date.
- Sizin fikirleriniz tamamen çağ dışıdır.
He was detected in the very act of stealing.
- O, tam çalma anında tespit edildi.
This is the very place that I have long wanted to visit.
- Burası tam uzun süredir ziyaret etmek istediğim yer.
This place is downright creepy.
- Bu yer tamamen tüyler ürpertici.
It sounds downright frightening.
- Bu tamamen korkutucu görünüyor.
They accomplished their mission.
- Onlar misyonlarını tamamladılar.
They accomplished their task without any difficulty.
- Görevlerini bir zorluk olmadan tamamladılar.
She told the joke with a completely straight face.
- O, tamamen gülmeyen bir suratla fıkra anlattı.
Tom sat alone, staring straight ahead.
- Tom tam karşıda bakarken tek başına oturuyordu.
All characters appearing in this work are fictitious. Any resemblance to real persons, living or dead, is purely coincidental.
- Bu eserde görünen tüm karakterler tamamen hayal ürünüdürler. Yaşayan ya da ölü gerçek kişilere olan herhangi bir benzerlik sadece rastlantıdır.
Tom was dead set against the idea.
- Tom fikre tamamen karşıydı.
Death is an integral part of life.
- Ölüm hayatın tamamlayıcı bir parçasıdır.
Tom arrived at just the right moment.
- Tom tam doğru zamanda geldi.
It must bother you to have taken a bad master. I'm stupid too. So, it's all right.
- Kötü bir öğretmene sahip olmak sizi rahatsız ediyor olmalı. Ben de aptalım. Öyleyse, tamam.
Where a painting's general sense seems clear, moreover, the exact decoding of its content remains in doubt.
- Bir resmin genel anlamı açık görünse de, buna rağmen, onun içeriğinin tam çözümü şüpheli kalır.
It's all clear to me now.
- O şimdi tamamen benim için temiz.
His speech was an unmitigated disaster.
- Onun konuşması tam anlamıyla bir felaketti.
I will only buy the car if they repair the brakes first.
- Frenleri tamir ederlerse, arabayı satın alacağım.
I am going to have my watch repaired by John.
- Saatimi John'a tamir ettireceğim.
If you can't fix the pipe, we'll have to call a plumber.
- Boruyu tamir edemezsen, bir tesisatçı aramak zorunda kalacağız.
The plumber used many tools to fix our sink.
- Tesisatçı bizim lavaboyu tamir etmek için birçok alet kullandı.
America did not invent human rights. In a very real sense, it is the other way round. Human rights invented America.
- Amerika insan haklarını icat etmedi. Gerçek anlamda, tam tersidir. İnsan hakları Amerika'yı icat etti.
It was sheer coincidence that Mary and I were on the same train.
- Mary ve benim aynı trende olmamız, tamamen bir tesadüftü.
It is a sheer waste of time.
- O tamamen zaman kaybı.