He will think he has been completely forgotten.
- Tamamen unutulduğunu düşünecek.
Her words were completely meaningless.
- Onun sözleri tamamen anlamsızdı.
I didn't have to open the letter. I knew exactly what it said.
- Mektubu açmak zorunda değildim. Ne söylediğini tamamen biliyordum.
You and Tom are exactly the same.
- Sen ve Tom tamamen aynısınız.
He's American through and through.
- O tamamen Amerikalıdır.
Tom is about through here.
- Tom neredeyse tamamen burada.
Tom still hasn't quite learned the rules of the game.
- Tom hâlâ oyunun kurallarını tamamen öğrenmemişti.
The bear is quite tame and doesn't bite.
- Ayı tamamen uysal ve ısırmaz.
It is utterly impossible to finish the work within a month.
- Bir ayda işi tamamen bitirmek imkansız.
Tom was utterly humiliated.
- Tom tamamen aşağılanmıştı.
Oh? You stopped altogether?
- Oh? Tamamen durdurdun mu?
Your work is not altogether satisfactory.
- İşiniz tamamen tatmin edici değil.
The police thoroughly searched the house.
- Polis evi tamamen aradı.
They got thoroughly wet in the rain.
- Onlar yağmurda tamamen ıslandılar.
It is a sheer waste of time.
- O tamamen zaman kaybı.
It was sheer coincidence that Mary and I were on the same train.
- Mary ve benim aynı trende olmamız, tamamen bir tesadüftü.
I was fully alive to the danger.
- Ben tamamen tehlikenin farkındaydım.
I am fully convinced of your innocence.
- Masumiyetinden tamamen eminim.
The statement is not wholly true.
- İfade tamamen gerçek değil.
I am wholly in agreement with you.
- Seninle tamamen aynı fikirdeyim.
Tom is perfectly satisfied with his current salary.
- Tom şu anki aylığından tamamen memnun.
I'm perfectly normal.
- Ben tamamen normalim.
It's a whole new world.
- Tamamen yeni bir dünya.
He drank a whole bottle of milk.
- O, bir şişe sütü tamamen içti.
What he told us the other day simply doesn't make sense, does it?
- Geçen gün onun bize söylediğinin tamamen bir anlamı yok, değil mi?
Let's face it: this sentence is simply bad.
- Şunu kabul edelim ki bu cümle tamamen kötü.
The shy boy was utterly embarrassed in her presence.
- Utangaç erkek çocuğu onun varlığında tamamen sıkıldı.
Tom is utterly obsessed with food. No wonder Mary dumped him!
- Tom tamamen yiyeceklere saplantılı. Mary'nin onu terkettiğine şaşmamalı.
Tom and Mary were finally completely alone.
- Tom ve Mary nihayet tamamen yalnızdı.
It was pure accident that I came to know her.
- Onu tanımam tamamen tesadüftü.
That is a pure waste of time.
- O tamamen zaman kaybı.
It isn't totally exact.
- O tamamen kesin değildir.
Tom was totally wasted.
- Tom tamamen heder olmuş.
All the cherry trees in the park are in full bloom.
- Parktaki tüm kiraz ağaçları tamamen çiçek açmış.
I was fully alive to the danger.
- Ben tamamen tehlikenin farkındaydım.
He's American through and through.
- O tamamen Amerikalıdır.
The cherry blossoms are in full bloom.
- Kirazlar tamamen çiçek açtılar.
All the cherry trees in the park are in full bloom.
- Parktaki tüm kiraz ağaçları tamamen çiçek açmış.
He's American through and through.
- O tamamen Amerikalıdır.
I just couldn't go through with it.
- Ben sadece onu tamamen bitiremedim.
He was good and drunk.
- O tamamen sarhoş olmuştu.
It's already 3 a.m., but I'm wide awake and couldn't fall asleep if I tried.
- Saat sabahın üçü fakat ben tamamen uyanığım ve çabalasamda uyuyamadım.
Tom remained wide awake the whole night.
- Tom bütün gece tamamen uyanık kaldı.
I am not wholly convinced that you are right.
- Haklı olduğuna tamamen ikna olmadım.
I am quite all right now.
- Ben şimdi tamamen iyiyim.
I'm dead against the plan.
- Ben plana tamamen karşıyım.
Tom was dead set against the idea.
- Tom fikre tamamen karşıydı.
He is not entirely without courage.
- O, tamamen cesaretsiz değil.
A four-year-old American tourist was disappointed to realize that, in fact, the Sichuan province is not entirely made of spicy beef, in spite of its famously piquant cuisine.
- Dört yaşındaki Amerikalı turist, aslında, Sichuan eyaletinin ünlü mayhoş mutfağına rağmen tamamen baharatlı sığır etinden yapılmamış olduğunu farkettiği için hayal kırıklığına uğradı.
My meeting her was purely accidental.
- Onunla karşılaşmam tamamen tesadüftü.
Our meeting was purely accidental.
- Karşılaşmamız tamamen tesadüfi.
Having worked on the farm all day long, he was completely tired out.
- Bütün gün boyunca çiftlikte çalıştığı için, o tamamen yorgundu.
Tom was all worn out.
- Tom tamamen bitkindi.
This story may sound strange, but it's absolutely true.
- Bu hikaye kulağa acayip gelebilir ama tamamen gerçektir.
That was absolutely unnecessary.
- Bu tamamen gereksizdi.
It sounds downright frightening.
- Bu tamamen korkutucu görünüyor.
This place is downright creepy.
- Bu yer tamamen tüyler ürpertici.
The judgment isn't entirely fair.
- Yargılama tamamen adil değil.
That seems completely fair to me.
- O benim için tamamen adil görünüyor.
She completely cleaned her plate.
- Tabağını tamamen temizledi.
I resolved to break up with her cleanly.
- Onunla ilişkimi tamamen bitirmeye kesin karar verdim.
The law is perfectly clear.
- Yasa tamamen açıktır.
It's all clear to me now.
- O şimdi tamamen benim için temiz.
This translation is outright wrong.
- Bu çeviri tamamen yanlış.
This translation is outright wrong.
- Bu çeviri tamamen yanlış.
Mathematicians have this in common with the French: whatever you're trying to say to them, they take it and translate it in their own way and turn it around into something completely different.
- Matematikçiler buna Fransızlarla müştereken sahiptir: onlara her ne söylemeye çalışıyorsan, onlar onu alır ve onu kendi tarzlarıyla çevirir ve onu tamamen farklı bir şeye çevirirler.
I think I can speak French well enough to say pretty much anything I want to say.
- Sanırım söylemek istediğim bir şeyi neredeyse tamamen söylemek için yeterince iyi şekilde Fransızca konuşabilirim.
Tom can understand perfectly well.
- Tom tamamen iyi bir şekilde anlayabiliyor.
Her girlfriend is completely flat-chested.
- Onun kız arkadaşı tamamen düz göğüslü.
The flat comes fully furnished.
- Daire tamamen mobilyalıdır.
Tom's question caught Mary completely off-guard.
- Tom'un sorusu Mary'yi tamamen hazırlıksız yakaladı.
Your guess is entirely off the mark.
- Senin tahminin tamamen yanlış.
Tom can understand perfectly well.
- Tom tamamen iyi bir şekilde anlayabiliyor.
Tom is perfectly satisfied with his current salary.
- Tom şu anki aylığından tamamen memnun.