The patrol cars cover the whole of the area.
- Devriye arabaları alanının tamamını kapsamaktadır.
It took a whole day to paint the picture.
- Resmi yapmak tam bir gün sürdü.
All is completed with this.
- Hepsi bununla tamamlandı.
He was completely absorbed in his work.
- Tamamen işine dalmıştı.
It's exactly what I wanted.
- O, tam olarak benim istediğimdir.
What exactly are you doing?
- Tam olarak ne yapıyorsun?
He fully realizes that he was the cause of the accident.
- Kazanın sebebi olduğunun tamamen farkındadır.
The cherry trees are in full blossom.
- Kiraz ağaçları tamamen çiçeklenmişler.
The property was almost completely overgrown with wild blackberry bushes.
- Arazi neredeyse tamamen yabani böğürtlen çalılarla kaplanmıştı.
The facts weren't properly understood.
- Gerçekler tam olarak anlaşılmadı.
When I use a word, Humpty Dumpty said, it means just what I choose it to mean - neither more nor less.
- Bir kelime kullandığımda,Humpty Dumpty ifade etmek için tam benim seçtiğimi o ifade ediyor-ne daha fazla ne daha az dedi.
Just as we were leaving the exam room the doctor waved his hand saying, 'bye-bye'.
- Muayene odasından tam ayrılırken doktor hoşça kal diyerek elini salladı.
This seems entirely accurate.
- Bu tamamen doğru gibi görünüyor.
That's not completely accurate.
- O tamamen doğru değil.
Tom is perfectly satisfied with his current salary.
- Tom şu anki aylığından tamamen memnun.
I'm perfectly normal.
- Ben tamamen normalim.
Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it.
- Asal sayılar hayata benzer, onlar tamamen mantıksaldır fakat, eğer tüm zamanınızı onun hakkında düşünmek için harcarsanız kurallarının bulunması imkânsızdır.
Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it.
- Asal sayılar hayata benzerler, onlar tamamıyla mantıklıdır ama bütün zamanınızı bu konuyu düşünerek harcasanız dahi belirli bir kural bulmak imkansızdır.
I was right there with Tom at the time.
- Ben o zaman Tom'la birlikte tam oradaydım.
He fully realizes that he was the cause of the accident.
- Kazanın sebebi olduğunun tamamen farkındadır.
Tom is fully aware of the problem.
- Tom tamamen problemin farkında.
Your ideas are all out of date.
- Sizin fikirleriniz tamamen çağ dışıdır.
Never give up till the very end.
- Tam sonuna kadar vazgeçme.
He was detected in the very act of stealing.
- O, tam çalma anında tespit edildi.
It sounds downright frightening.
- Bu tamamen korkutucu görünüyor.
This place is downright creepy.
- Bu yer tamamen tüyler ürpertici.
Due to the rain, my plans were completely mixed up.
- Yağmur nedeniyle planlarım tamamen karıştı.
Due to global warming, cities could be completely submerged.
- Küresel ısınmadan dolayı, şehirler tamamen batırılmış olabilir.
That's not entirely correct.
- Bu tam olarak doğru değil.
Your English is grammatically correct, but sometimes what you say just doesn't sound like what a native speaker would say.
- İngilizcen dil bilgisi bakımından doğru fakat bazen söylediğin tam olarak bir yerlinin söylediğine benzemiyor.
The accident was entirely avoidable.
- Kaza tamamen önlenebilirdi.
He is not entirely without courage.
- O, tamamen cesaretsiz değil.
He was detected in the very act of stealing.
- O, tam çalma anında tespit edildi.
This is the very place that I have long wanted to visit.
- Burası tam uzun süredir ziyaret etmek istediğim yer.
He got home at seven sharp.
- O, saat tam yedide eve geldi.
The meeting began at nine o'clock sharp.
- Toplantı tam dokuzda başladı.
The plane arrived exactly at nine.
- Uçak tam olarak dokuzda vardı.
It's exactly what I wanted.
- O, tam olarak benim istediğimdir.
They accomplished their mission.
- Onlar misyonlarını tamamladılar.
Tom and Mary accomplished their mission without any difficulty.
- Tom ve Mary herhangi bir zorluk olmadan görevlerini tamamladı.
She told the joke with a completely straight face.
- O, tamamen gülmeyen bir suratla fıkra anlattı.
Tom sat alone, staring straight ahead.
- Tom tam karşıda bakarken tek başına oturuyordu.
I don't think that's quite true.
- Onun tamamen doğru olduğunu sanmıyorum.
Tom couldn't completely rule out the possibility that what Mary said was true.
- Tom, Mary'nin söylediğinin gerçek olduğu ihtimalini tamamen görmezden gelemedi.
I'm dead against the plan.
- Ben plana tamamen karşıyım.
There was a dead silence.
- Tam bir sessizlik vardı.
What precisely are you doing?
- Tam olarak ne yapıyorsun?
He said he was already more than fifty years old, fifty five, to be precise.
- O çoktan elli yaşından daha fazla olduğunu, tam olarak elli beş olduğunu söyledi.
Death is an integral part of life.
- Ölüm hayatın tamamlayıcı bir parçasıdır.
Come here at precisely six o'clock.
- Tam altıda buraya gel.
Tom knows precisely how Mary feels.
- Tom Mary'nin nasıl hissettiğini tam olarak biliyor.
Tom arrived at just the right moment.
- Tom tam doğru zamanda geldi.
It must bother you to have taken a bad master. I'm stupid too. So, it's all right.
- Kötü bir öğretmene sahip olmak sizi rahatsız ediyor olmalı. Ben de aptalım. Öyleyse, tamam.
I want to make this perfectly clear.
- Bunu tamamen açık yapmak istiyorum.
Before understanding the situation clearly, he hastily gave his opinion.
- Meseleyi daha tam anlamadan, alelacele fikrini söyledi.
It's an absolute waste of time to wait any longer.
- Daha fazla beklemek tam bir zaman kaybıdır.
I have absolute trust in you.
- Benim sana tam güvenim var.
After the botched gallbladder surgery, the patient was filled with bile, both figuratively and literally.
- Berbat safra kesesi ameliyatından sonra, hasta hem mecazi olarak hem de kelimenin tam anlamıyla, safra ile doluydu.
I took what she said literally.
- Onun söylediğini tam olarak anladım.
It isn't totally exact.
- O tamamen kesin değildir.
Lunar eclipses can be total or partial.
- Güneş tutulmaları tam ya da bölümlü olabilir.
I don't quite agree with you.
- Sizinle tamamen aynı fikirde değilim.
The bear is quite tame and doesn't bite.
- Ayı tamamen uysal ve ısırmaz.
I checked Tom thoroughly.
- Tom'u tamamen kontrol ettim.
The police thoroughly searched the house.
- Polis evi tamamen aradı.
It wasn't quite that simple.
- O tam olarak o kadar basit değildi.
Does the city literally owe its existence to Mussolini?
- Şehir varlığını tam anlamıyla Mussolini'ye mi borçlu?
The detective questioned literally thousands of people about the incident.
- Dedektif olay hakkında binlerce insanı tam olarak sorguladı.
Tom had Mary's undivided attention.
- Tom Mary'nin tam ilgisine sahipti.
Tom didn't sound entirely convinced.
- Tom tamamen ikna olmuş görünmüyordu.
Your English is grammatically correct, but sometimes what you say just doesn't sound like what a native speaker would say.
- İngilizcen dil bilgisi bakımından doğru fakat bazen söylediğin tam olarak bir yerlinin söylediğine benzemiyor.
Could you please fix this flat tire?
- Lütfen bu düz lastiği tamir eder misiniz?
Can you fix the flat tire now?
- Şimdi patlak lastiği tamir edebilir misin?
The plane arrived exactly at nine.
- Uçak tam olarak dokuzda vardı.
What exactly are you doing?
- Tam olarak ne yapıyorsun?
I don't quite know how it happened.
- Onun nasıl olduğunu tam olarak bilmiyorum.
I didn't quite catch the name of that designer.
- O tasarımcının adını tam olarak anlamadım.
He said he was already more than fifty years old, fifty five, to be precise.
- O çoktan elli yaşından daha fazla olduğunu, tam olarak elli beş olduğunu söyledi.
-I think police officers earn £32,000 and teachers earn £36,000 a year.
Well, I'd say the other way round. 32 for the teacher and 36 for the police officer. (Headway Intermediate).
America did not invent human rights. In a very real sense, it is the other way round. Human rights invented America.
- Amerika insan haklarını icat etmedi. Gerçek anlamda, tam tersidir. İnsan hakları Amerika'yı icat etti.
Our relationship is strictly professional.
- İlişkimiz tam anlamıyla profesyonel.
His speech was an unmitigated disaster.
- Onun konuşması tam anlamıyla bir felaketti.
Tom wasn't completely happy with the settlement.
- Tom yerleşimden tam olarak mutlu değildi.
I completely walked ten miles.
- Ben, tam olarak on mil yürüdüm.
War doesn't bring on peace; on the contrary, it brings pains and grief on both sides.
- Savaş, barış getirmez. Tam tersine, o acı ve keder getirir.
I thought he was busy, but on the contrary he was idle.
- Onun meşgul olduğunu sanıyordum ama tam tersine boştaydı.
I'm totally and completely in love with you.
- Tamamen ve tam anlamıyla sana âşığım.
I accepted the offer after due consideration.
- Tam olarak düşündükten sonra teklifi kabul ettim.
Tom is still not fully aware of what has happened.
- Tom hâlâ ne olduğunun tam olarak farkında değil.
We are fully aware of the importance of the situation.
- Durumun önemli olduğunun tam olarak farkındayız.
This dress fits me perfectly.
- Bu elbise bana tam olarak uyuyor.
I remember last night perfectly.
- Dün geceyi tam olarak hatırlıyorum.
I took what she said literally.
- Onun söylediğini tam olarak anladım.
The detective questioned literally thousands of people about the incident.
- Dedektif olay hakkında binlerce insanı tam olarak sorguladı.
Tom knows precisely how Mary feels.
- Tom Mary'nin nasıl hissettiğini tam olarak biliyor.
Tom knew precisely how Mary felt.
- Tom Mary'nin nasıl hissettiğini tam olarak biliyordu.
I just adore your new hat.
- Yeni şapkana tam anlamıyla bayılıyorum.
Everything's just like before.
- Her şey tam anlamıyla önceki gibi.
He accurately described what happened there.
- Ne olduğunu tam olarak anlattı.
I don't remember my grandmother's face accurately.
- Ben büyük annemin yüzünü tam olarak hatırlamıyorum.
That wasn't exactly true.
- O tam olarak doğru değildi.
That's not exactly true.
- O tam olarak doğru değil.
Tom is exactly right.
- Tom tam olarak haklı.
We're not exactly open right now.
- Şu anda tam olarak açık değiliz.
The wise have always said the same things, and fools, who are the majority, have always done just the opposite.
- Bilgeler her zaman aynı şeyleri söylemiştir ve çoğunluk olan aptallar her zaman tam tersini yapmıştır.
He told me just the opposite!
- Bana tam tersini söyledi!