Tom, Boston'un en pahalı otellerinden birinde bir süit kiraladı.
- Tom rented a suite in one of Boston's most expensive hotels.
Bu süit benim kondominyumumdan üç kat daha büyüktür.
- This suite is three times larger than my condominium.
Kendine otel suiti tuttu.
- She had the hotel suite to herself.
Ben, suitleri ferah, kanapeleri geniş sandviçleri bol buldum.
- I found the suites capacious, the sofas commodious, the sandwiches copious.
Bu test maiyeti istikrarsız.
- This test suite is unstable.
Yeni takım elbiseni nerede yaptırdın?
- Where did you have your new suit made?
Diğer takım elbiseye gücün nasıl yetebilir?
- How can you afford another suit?
Diğer takım elbiseye gücün nasıl yetebilir?
- How can you afford another suit?
O kırmızı kravat takım elbisene uymuyor-Niçin yeşil olanını takmıyorsun?
- That red tie doesn't go with your suit. Why don't you wear the green one?
Bu kumaştan yapılmış bir takım elbise istiyorum.
- I want a suit made of this material.
O kırmızı kravat takım elbisene uymuyor-Niçin yeşil olanını takmıyorsun?
- That red tie doesn't go with your suit. Why don't you wear the green one?
Bavullarımı açmak zorundayım.
- I have to unpack my suitcases.
Bavulumu açmak zorunda kaldım.
- I had to open my suitcase.
Tek bir bavulla yolculuk etmeye çalışacağım.
- I try to travel with only one suitcase.
Tom, Mary'ye valizini taşımayı teklif etti ama Mary, valizi kendisinin taşımak istediğini söyledi.
- Tom offered to carry Mary's suitcase, but she told him she wanted to carry it herself.
Ona karşı bir boşanma davası açtı.
- She filed a suit for divorce against him.
Sami, Leyla'ya karşı dava açtı.
- Sami launched a suit against Layla.
Onun diğer talibinin olduğunu öğrendiğinde, ciddi olarak ona kur yapmaya başladı.
- He began courting her in earnest when he found out that she had another suitor.
Geppetto'nun cebinde bir kuruşu yoktu, bu yüzden oğluna çiçekli bir kağıttan küçük bir takım, bir ağacın kabuğundan bir çift ayakkabı ve biraz hamurdan küçük bir kep yaptı.
- Geppetto did not have a penny in his pocket, so he made his son a little suit of flowered paper, a pair of shoes from the bark of a tree, and a tiny cap from a bit of dough.
Onun diğer talibinin olduğunu öğrendiğinde, ciddi olarak ona kur yapmaya başladı.
- He began courting her in earnest when he found out that she had another suitor.
The Presidential suite is well appointed and allows for good security.
Secondly, I continue to base my concepts on intensive study of a limited suite of collections, rather than superficial study of every packet that comes to hand.
So went he suited to his watery tomb. —Shakespeare.
Every five and thirty years the same kind and suit of weather comes again. — Francis Bacon.
Give me not an office That suits with me so ill. — Joseph Addison.
If you take my advice, you'll file suit against him immediately.
Nick hired a navy-blue suit for the wedding.
Rebate your loves, each rival suit suspend, Till this funereal web my labors end. —Alexander Pope.
Raise her notes to that sublime degree Which suits song of piety and thee. — Matthew Prior.
To deal and shuffle, to divide and sort Her mingled suits and sequences. — William Cowper.
Be sure to keep your nose to the grindstone today; the suits are making a surprise visit to this department.
If you want to catch the bus, you'd better leave tout de suite!.