Aşağıdaki sözcüklere adıl denir ve cümlede özne olarak kullanılırlar. Onlar bir kişi veya nesne sunarlar.
- The following words are called pronouns and are used as the subject of a sentence. They represent a person or a thing.
Aşağıdaki linkten, filmleri İngilizce altyazılı olarak izleyebilirsiniz.
- You can watch movies with English subtitles using this link.
Denizaltı sonunda yüzeye çıktı.
- The submarine finally came to the surface.
Denizaltı yüzeye doğru ince bir buz tabakasını yarıp geçmek zorunda kaldı.
- The submarine had to break through a thin sheet of ice to surface.
Tom İngilizce filmler izlerken İngilizce altyazıları okumayı sever.
- Tom likes to read English subtitles while watching movies in English.
Yüzlerce alan sel suları altında kaldı.
- Hundreds of fields were submerged in the flood.
Kültürler içinde alt kültürler vardır.
- There are subcultures within cultures.
Bu madde kendi içinde zehirli değildir.
- This substance is not poisonous in itself.
Bir avukatın zor bir durumda küçük konularda bile her taşın altına bakması ve aynı konuda sonuca ulaşmak için ısrarla belirtmesi önemlidir.
- It is important that a lawyer should leave no stone unturned even on minor points and harp on the same subject to achieve a break through in an impasse.
Felsefe taşı baz metalleri altına dönüştürebilen efsanevi bir maddeydi.
- The philosopher's stone was a legendary substance capable of turning base metals into gold.
Denizaltı suyun içine daldı.
- The submarine submerged in the water.
Yüzlerce alan sel suları altında kaldı.
- Hundreds of fields were submerged in the flood.
Balinalar uzun süre su altında kalabilir.
- Whales can remain submerged for a long time.
Aşağıdaki sözcüklere adıl denir ve cümlede özne olarak kullanılırlar. Onlar bir kişi veya nesne sunarlar.
- The following words are called pronouns and are used as the subject of a sentence. They represent a person or a thing.
Hiç kimse böyle bir aşağılanmaya maruz bırakılmamalıdır.
- No one should be subjected to such humiliation.
Onlar o konuyu göz önüne aldı.
- They took that subject into account.
Konuyu ciddi olarak göz önünde bulundurmadım.
- I didn't consider the subject seriously.
Üst düzey yöneticiler astlarına eğitim vermek için çok zaman harcıyorlar.
- Senior executives spend a lot of time training their subordinates.
Bir parsek bir astronomik birimin bir arksaniyelik bir dereceye karşılık geldiği mesafedir.
- One parsec is the distance at which one astronomical unit subtends an angle of one arcsecond.
Banka ona 500 dolar ödünç verdi.
- The bank lent her 500 dollars.
O, ona nerede yaşadığını sordu.
- He asked her where she lived.
O, ona bir süveter aldı.
- She bought him a sweater.
Banka ona 500 dolar ödünç verdi.
- The bank lent him 500 dollars.
Bu bir postane, şu ise bir bankadır.
- This is a post office and that is a bank.
Bu iyi bir kitaptır ama şu daha iyidir.
- This is a good book, but that is better.
Artık seni sevmiyorum.
- I don't love you anymore.
Seni anlamak gerçekten çok zor.
- Understanding you is really very hard.
Bizim restoran en iyisidir.
- Our restaurant is the best.
Bizim ana dilimiz Japoncadır.
- Our native language is Japanese.
Onun bir gün birisi olacağından eminim.
- I'm sure he's going to be somebody someday.
Birisi telefona cevap verebilir mi?
- Can somebody answer the phone?
Merhaba, siz Bay Ogawa mısınız?
- Hello, are you Mr Ogawa?
Siz insanları anlamıyorum.
- I do not understand you.
Olabildiğince tuhaf, o ölü olduğu söylenilen biriyle karşılaştı.
- As strange as it may be, he met with somebody who is said to be dead.
Biri onu küvette boğmuştu.
- Somebody had drowned her in the bathtub.
Sanırım birisi oraya gitti.
- I think that someone went there.
Birisinin kapıyı çaldığını duydum.
- I heard someone knock on the door.
Bu John'dur ve o da onun biraderidir.
- This is John and that is his brother.
Onun kız arkadaşı Japon.
- His girlfriend is Japanese.
Beni öldürmekle tehdit ettiler bu yüzden cüzdanımı onlara verdim.
- They threatened to kill me so I gave them up my wallet.
Eğer yapmadığım bir şey için ailem beni cezalandırdıysa , onlara doğruları söylerdim ve benim masumiyetle ilgili onları ikna etmeye çalışırdım.
- If my parents punished me for something I didn't do, I would tell them the truth and try to convince them of my innocence.
Onlardan herhangi birini seçebilirsin.
- You may choose any of them.
The Network'ün kasım meselesinde görünen raporunun 70 kopyasını üretmek ve onları ajanlarımıza dağıtmak mümkün mü?
- Is it possible to reproduce 70 copies of your report which appeared in the November issue of The Network and distribute them to our agents?
Ben dün sizin babanıza rastladım.
- I ran into your father yesterday.
Geçen sene Bayan Kato sizin öğretmeniniz miydi?
- Was Ms. Kato your teacher last year?
Bu kadarı yeter. Ben artık istemiyorum.
- That's enough. I don't want any more.
Lenny'nin nasıl çiğnemeden veya boğulmadan tam bir sosisli sandvici yutabildiğine bak? Bu nedenle üst idare onu bu kadar fazla sever.
- See how Lenny can swallow an entire hot dog without chewing or choking? That's why upper management loves him so much.
Keşke o gitarı alabilsem.
- I wish I could buy that guitar.
Keşke sigara içmeyi bıraksa.
- I wish that she would stop smoking.
Bazen büyük babam kendi başına bırakıldığında, kendi kendine konuşur.
- Sometimes my grandfather talks to himself when left alone.
O kendi kendineHAYIRdedi.Yüksek sesle EVET dedi.
- He said NO to himself. He said YES aloud.
Yarın sabah Tom'un birşeyler yapmasına yardım etmeliyim.
- I have to help Tom do something tomorrow morning.
Tom asla ağzını birşeyi şikayet etmeden açmaz.
- Tom never opens his mouth without complaining about something.
Onların ana dili Fransızca.
- French is their mother tongue.
Onların konuşmaları devam etti.
- Their conversation went on.
Onun ailesi ile ilgili hiçbir şey bilmiyorum.
- I don't know anything about her family.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- She promised to meet her at the coffee shop.
O, daha önce hiç bu kadar korkmamıştı.
- She'd never been this frightened before.
Bu kadar uzun bir zamandan sonra bu şarkıyı İşitmek gerçekten eski zamanları geri getiriyor.
- Hearing this song after so long really brings back the old times.
Jane'nin hayali kendine yaşlı ve zengin bir sevgili bulmaktı.
- Jane's dream was to find herself a sugar daddy.
O, sırrı kendine sakladı.
- She kept the secret to herself.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- She promised to meet her at the coffee shop.
Onu sevip sevmediğini bilmiyorum.
- I don't know whether you like her or not.
Yeni bir araba satın alması için babasına baskı yaptığında Catherine'nin bir art niyeti vardı; O, arabayı kendisinin sürebileceğini umuyordu.
- Catherine had an ulterior motive when she urged her father to buy a new car. She hoped that she'd be able to drive it herself.
Kendisine HAYIR dedi. Yüksek sesle EVET dedi.
- She said NO to herself. She said YES aloud.
O ondan daha akıllıdır.
- He's smarter than her.
Herkes ondan iyi şekilde bahseder.
- Everybody speaks well of her.
Onunla beraber olduğun sürece mutlu olamazsın.
- As long as you are with him, you can't be happy.
Kızı onunla her yere gitmeye hevesli.
- His daughter is eager to go with him anywhere.
Kendisine Fransızca öğretti.
- He taught himself French.
O, çocuklarını kendi etrafına topladı.
- He gathered his children around him.
Biraz geç olduğunu biliyorum ama şimdi uğramamın bir sakıncası var mı? Seninle tartışmam gereken bir şeyim var.
- I know it's kind of late, but would you mind if I came over now? I have something I need to discuss with you.
Tom Mary'den yiyecek bir şey alabilmesi için biraz para istedi.
- Tom asked Mary for some money so he could buy something to eat.
Bu, bir kişi için küçük bir adımdır ama insanlık için dev bir sıçramadır.
- That's one small step for a man, one giant leap for mankind.
O, geçen yıl o şirket için çalışmaya başladı.
- He began to work for that company last year.
Kilo alacağı korkusuyla diyet yapıyor.
- She is on a diet for fear that she will put on weight.
Ek olarak yaşlılar birbirleriyle sosyalleşebilsin ve Amerikan hayatının aktif üyeleri olarak kalabilsinler diye birçok topluluk kurulmuştur.
- In addition many groups have been formed so that the elderly can socialize with one another and remain active participants in American life.
Onların hepsi sadece kızları götürmek için buradalar.
- All of them are just here to pick up girls.
Onlar parlak renkli kurbağalar olduğunu söylüyorlar fakat ben onları asla görmedim.
- They say there are bright-colored frogs, but I've never seen them.
Bu kravat sana çok iyi uyuyor.
- That tie suits you very well.
Sana küçük bir şey getirdim.
- I've brought you a little something.
Öğle yemeğin için bir sandviç falan hazırlayacağım.
- I'll fix a sandwich or something for your lunch.
Aptal ya da falan olduğumu düşünüyor musun?
- Do you think I'm stupid or something?
Tom Mary'ye önemli bir şey söylemek istedi.
- Tom wanted to tell Mary something important.
Mary'yi gördüğüm her seferde, ondan yeni ve önemli bir şey öğreniyorum.
- Each time I see Mary, I learn something new and important from her.
Böyle bir durumun tekrar olacağının olası olmadığını düşünüyorum.
- I think it's unlikely that a situation like this one would ever occur again.
Onun böyle güzel bir teklifi reddetmesine şaşırdım.
- I am surprised that she refused such a good offer.
Kız bayıldı, fakat biz onun yüzüne su döktüğümüzde o kendine geldi.
- The girl fainted, but she came to when we threw water on her face.
Yumi oraya kendi gitti.
- Yumi went there by herself.
Olağanüstü bir şey görmek istiyor musun?
- Do you want to see something extraordinary?
Bana yapacak bir şey ver.
- Give me something to do.
Bazı doktorlar hastalarını memnun etmek için bir şeyler söylerler.
- Some doctors say something to please their patients.
Ekvatora yakın dar bir bölgede bulunan, tropik yağmur ormanları o kadar hızlı yok oluyorlar ki 2000 yılına kadar onların % 80 yok olabilir.
- The tropical rainforests, located in a narrow region near the equator, are disappearing so fast that by the year 2000 eighty percent of them may be gone.
O kadar kötü birisi ki kimse ondan hoşlanmaz.
- He is such a bad person that everybody dislikes him.
Ne yazık ki o yatakta hastaydı.
- I regret to say that he is ill in bed.
Erkek kardeşim okumaya öylesine dalmıştı ki odaya girdiğimde beni farketmedi.
- My brother was so absorbed in reading that he did not notice me when I entered the room.
Erkek kardeşim okumaya öylesine dalmıştı ki odaya girdiğimde beni farketmedi.
- My brother was so absorbed in reading that he did not notice me when I entered the room.
Öylesine büyük bir malikhâneyi nasıl idare edeceğimi bilmiyorum.
- I don't know how to manage that large estate.
Sen yaşayabileceğin herhangi biriyle evlenme - sen onsuz yaşayamayacağın kişiyle evlen.
- You don't marry someone you can live with — you marry the person whom you cannot live without.
Biri bu kitabın ilk üç sayfasını yırtmış.
- Someone has ripped out the first three pages of this book.
We can get subs at that deli.
She worked as a sub until she got her teaching certificate.
Typically a dom and a sub have a more or less standard routine that they like to go through all the time.
He was subbed on half way through the second half, and scored within minutes.
He never really made a contribution to the match, so it was no surprise when he was subbed at half time.
I live within spitting distance of the underground station.
- I live within spitting distance of the subway station.
Where's the underground station?
- Where's the subway station?
they held the meeting sub rosa.
subplot.
submarine.
subhuman.
We were grading the road and found a soft spot where we did a sub-excavation.
The lady with the green feathers in her hat. A big Gainsborough hat. I am quite sure it was Miss Hartuff..
This is her book.
She treated him for a cold (direct object).
The decision was his to live with.
Ahab his mark for Ahab's mark.
This is his book.
With Hit Girl, Moretz is this year's It Girl, alternately sweet, savage and scary.
He saw to it that everyone would vote for him.
It's me. John.
In the next game, Adam and Tom will be it….
Let's play it at breaktime.
It’s lonely without you.
Take each day as it comes.
She took the baby and held it in her arms.
It wasn't me.
Come with me.
Can you hear me?.
Me and my friends played a game.
Wilfred Owen (1893–1918), The Letter - And give us back me cigarette!.
He gave me this.
I recognised him because he had attended my school.
Paying no attention to Lizzy, Mrs. Gibson began calling out our names in alphabetical order.
Thirdly, I continue to attempt to interdigitate the taxa in our flora with taxa of the remainder of the world.
I'm going to see our Terry for tea.
I'm tired of being a nobody - I want to be a somebody.
Is someone there?.
I have a feeling something good is going to happen today.
She has a certain something.
She wiped something with a cloth, wiped at the wall shelf, and put the something on it, clinking glass.
The performance was something of a disappointment.
Oh how we somethinged on the hmmm hmm we were wed. Dear, was I ever on the stage?”.
He looks a something behind that big desk.
She's really something. I can't believe she would do such a mean thing.
I did the run last year, and it wasn't that difficult.
Daphnis has forgotten me. He is dreaming of marrying some wealthy maiden. Ah! Why did I make him swear by his goats instead of by the Nymphs! He has forgotten them as he has forgotten me.
- Daphnis has forgotten me. He is dreaming of marrying some wealthy maiden. Ah! Why did I make him swear by his goats instead of by the Nymphs! He has forgotten them as he has forgotten me.
You will suffer because of that.
- You'll suffer because of that.
It was because of her that he lived so miserably.
- It was down to her that he lived so miserably.
Do you study English every day?
- Her gün İngilizce çalışıyor musun?
Don't worry, everything will be OK.
- Üzülmeyin, her şey düzelecek.
I'm feeling a lot better.
- Çok daha iyi hissediyorum.
Music that doesn't transmit feelings, images, thoughts, or memories is just background noise.
- Hisleri, görüntüleri, düşünceleri ya da anıları iletmeyen müzik sadece arka fon gürültüsüdür.
I have a prickling sensation in my left eye.
- Benim sol gözümde bir karıncalanma hissi var.
I can't feel anything in my left foot; there's no sensation at all.
- Ben sol ayağımda bir şey hissedemiyorum; hiç duygu yok.
Tom sensed that Mary was in pain.
- Tom Mary'nin acı çektiğini hissetti.
The police officer on duty sensed an elderly man coming up behind him.
- Görevli memur arkasından yaşlı bir adamın geldiğini hissetti.
I'm feeling better today.
- Bugün kendimi daha iyi hissediyorum.
Mary has nobody to talk with, but she doesn't feel lonely.
- Mary'nin konuşacak hiç kimsesi yok fakat o kendini yalnız hissetmiyor.
Can you see anything in there?
- Orada herhangi bir şey görebiliyor musun?
His daughter is eager to go with him anywhere.
- Kızı onunla her yere gitmeye hevesli.
The president appointed each man to the post.
- Genel müdür her bir adamı görevine atadı.
Each person paid one thousand dollars.
- Her biri bin dolar ödedi.
Bill is honest all the time.
- Bill her zaman dürüsttür.
Can you see anything at all there?
- Orada herhangi bir şey görebiliyor musun?
Tom came into the living room, not wearing any pants.
- Tom herhangi bir pantolon giymeden oturma odasına girdi.
Everybody started to panic.
- Herkes panik yapmaya başladı.
Tom is omnilingual. He can speak every language on Earth.
- Tom omnilingualdir. O, Dünya'daki her dili konuşabilir.
How many omnivorous children are patients in hospital?
- Hastanede her şeyi yiyen kaç çocuk hasta var?
If we let our reasoning power be overshadowed by our emotions, we would be barking up the wrong tree all the time.
- Muhakeme gücümüzün hislerimiz tarafından gölgelenmesine izin verirsek her zaman yanlış ağaca havluyor oluruz.
I always felt emotionally abused.
- Kendimi hep duygusal olarak kötüye kullanılmış hissettim.
Although each person follows a different path, our destinations are the same.
- Her insan farklı bir yol izlesede, hedeflerimiz aynıdır.
You don't marry someone you can live with — you marry the person whom you cannot live without.
- Sen yaşayabileceğin herhangi biriyle evlenme - sen onsuz yaşayamayacağın kişiyle evlen.
Tom does this every single time.
- Tom bunu her zaman yapar.
I think about that every single day.
- Her gün onu düşünürüm.
For all his genius, he is as unknown as ever.
- Bütün dehasına rağmen, o her zaman olduğu kadar bilinmiyor.
He was in favor of equality for all.
- O, herkes için eşitliğin lehindeydi.
Do you know either of the two girls?
- İki kızın her birini tanıyor musun?
You may take either of the two books.
- İki kitaptan herhangi birini alabilirsin.
Do you believe in extrasensory perception?
- Altıncı hisse inanıyor musun?
I wonder if I should trust my instincts.
- Hislerime güvenmem gerekip gerekmediğini merak ediyorum.
He believes whatever I say.
- O, söylediğim her şeye inanır.
I'll do whatever you want me to do.
- Ben senin yapmamı istediğin her şeyi yapacağım.
Give it to whoever wants it.
- Onu her kim isterse ona ver.
Sam helps whoever asks him to.
- Sam yardım isteyen herkese yardım eder.
Tom couldn't help but feel sentimental.
- Tom duygusal hissetmekten kendini alamadı.
... places like sub-Saharan Africa and the Americas ...
... sub-four-minute mile. ...