suçlular

listen to the pronunciation of suçlular
Türkçe - İngilizce

suçlular teriminin Türkçe İngilizce sözlükte anlamı

suçlu
culprit

They arrested the culprit around six months later. - Suçlu yaklaşık altı ay sonra tutuklandı.

Now they will say that they've found the culprits. - Şimdi suçluları bulduklarını söyleyecekler.

suç
crime

Slavery is a crime against humanity. - Angarya, insanlık dışı bir suçtur.

Slavery is a crime against humanity. - Kölelik, insanlık dışı bir suçtur.

suçlu
{s} guilty

He is guilty of stealing. - O çalmaktan suçludur.

He was found guilty of murder. - O cinayetten suçlu bulundu.

suç
{i} offense

He was unaware of the enormity of the offense. - Suçun iğrençliğinden habersizdi.

All human offenses are the result of a lack of love. - Tüm insanlık suçları sevgiden yoksunluğun bir sonucudur.

suçlu
{i} criminal

Does prison reform criminals? - Cezaevi suçluları islah eder mi?

The police were able to find the criminal. - Polis suçluyu bulabildi.

suç ve suçlular
(Kanun) crime and criminals
suçlu
{i} offender

The police spotted him at once as the offender. - Polis hemen onu suçlu olarak belirledi.

They've arrested a known previous offender. - Onlar aranan bir suçluyu tutukladılar.

suç
{i} blame

Not only you but I also was to blame. - Sadece sen değil aynı zamanda ben de suçlanacaktım.

I don't blame you for the accident; it was not your fault. - Kaza için seni suçlamıyorum, senin hatan değildi.

suç
{i} culpability
suç
{i} error

To err is human. To blame somebody else for your errors is even more human. - Hatasız kul olmaz. hataların için başka birini suçlamak daha insanidir.

Don't blame him for the error. - Hata için onu suçlamayın.

suçlu
culpable

According to what she said, he's culpable. - Onun söylediğine göre o suçlu.

suçlu
(Kanun) outlaw
suç
{i} wrong

He accused us of wronging him. - Bizi ona haksızlık etmekle suçladı.

You are both in the wrong. - Her ikiniz de suçlusunuz.

suç
wrongdoing

Was he, in fact, guilty of wrongdoing? - Aslında o haksızlıktan dolayı suçlu muydu?

suç
trendy
suç
delictum
suç
erime
suçlu
arrestable
suçlu
guilty of

He is guilty of stealing. - O çalmaktan suçludur.

He was guilty of murder. - O cinayetten suçluydu.

suçlu
deliquent
suçlu
transgressive
suçlu
evil-doer
suçlu
(Kanun) bane
suçlu
(Argo) bushranger
suçlu
peccable
suçlu
yeggman
suçlu
piacular
suçlu
accused

Do you think the accused is really guilty of the crime? - Sanığın gerçekten suçtan suçlu olduğunu düşünüyor musunuz?

Sami was an accused sex offender. - Sami cinsel suçlu olmakla suçlandı.

suçlu
guiltily
suçlu
(Kanun) blameful
suçlu
lawbreaker
suç
misdemeanor
suç
offence

Such an offence is punished by a fine and/or imprisonment. - Böyle bir suç ceza ve / veya hapis ile cezalandırılır.

Sami committed an offence. - Sami bir suç işlemişti.

suç
fault

I don't blame you for the accident; it was not your fault. - Kaza için seni suçlamıyorum, senin hatan değildi.

Everybody's fault is nobody's fault. - Herkesin suçu kimsenin hatası değildir.

suç
infraction
suç
sin

In Singapore, one way to punish a criminal is to whip him or her. - Singapur'da bir suçluyu cezalandırmanın bir yolu onu ya da onu kırbaçlamaktır.

Do not mistake sin with crime. - Günahı suçla karıştırmayın.

suçlu
delinquent
suçlu
felonious
suçlu
felon

Tom is a convicted felon. - Tom hüküm giymiş bir suçlu.

suç
Job

It was an inside job. - İçeriden birinin yardımıyla işlenmiş bir suçtu.

The police's job is to prevent and investigate crime. - Polisin işi suçu önlemek ve araştırmaktır.

suç
committing crime
suç
the offense
suç
an offense
suç
criminal offense
suç
criminalizing
suçlu
convict

Tom was convicted of second degree murder and sentenced to ten years in jail. - Tom ikinci derece cinayetten suçlu bulundu ve on yıl hapse mahkum edildi.

Tom is a convicted felon. - Tom hüküm giymiş bir suçlu.

siyasi suçlular
prisoners of conscience
suç
misdemeanour [Brit.]
suç
offense, blameworthy act
suç
guilt

He was guilty of making a mistake. - O, bir hata yapmaktan suçluydu.

I'm afraid he will never admit his guilt. - Korkarım o suçunu asla itiraf etmeyecek.

suç
transgression
suç
crime, offence, offense, fault, guilt; criminal
suç
delict
suç
offence [Brit.]
suç
irregularity
suç
criminality
suç
misdeed
suç
(Hukuk) crime, offence
suç
delinquency

The increase in juvenile delinquency is a serious problem. - Çocuk suçluluğundaki artış ciddi bir sorundur.

suç
caper
suç
felony

Have you ever been convicted of a felony? - Sen hiç bir suçtan mahkum edildin mi?

Throwing eggs is a felony if the damage done by the eggs exceeds 400$. - Yumurta atmak yumurtalar tarafından yapılan hasar 400 doları aşarsa bir suçtur.

suç
rap

Dan was arrested and charged with rape. - Dan tutuklandı ve tecavüzle suçlandı.

Rape is a horrible crime. - Tecavüz korkunç bir suçtur.

suç
absolve
suç
absolution
suç
{i} misdemeanour
suç
malfeasance
suçlu
transgressor
suçlu
con

The suspect was given the third degree until he confessed his crime. - Şüpheli suçunu itiraf edene kadar üçüncü dereceden suçlu sayıldı.

I was convinced that he was guilty. - Onun suçlu olduğuna ikna edildim.

suçlu
evil doer
suçlu
guilty person; criminal, felon
suçlu
misdemeanant
suçlu
malefactor
suçlu
guilty, culpable, delinquent; criminal, felon, offender, culprit, delinquent mücrim
Türkçe - Türkçe
(Hukuk) MÜCRİMİN
Suç
cürüm

Cürüm nispeti mütemadiyen fazlalaşıyor. - Suç oranı sürekli olarak artıyor.

Suçlu
cerim
Suçlu
(Osmanlı Dönemi) PAYZEN
Suçlu
(Hukuk) MÜCRİM
suç
Törelere, ahlak kurallarına aykırı davranış
suç
Yasalara aykırı davranış, cürüm
suç
Yasalara aykırı davranış, cürüm: "Casusluk suçundan yakalanıp müebbet hapse mahkûm olmadın mı?"- R. H. Karay
suç
Hukuka aykırı eylem
suçlu
Suç işlemiş, suçu olan (kimse), kabahatli, mücrim: "Suçluların ani, delice hareketleri gizli kalabilirdi."- A. Gündüz
suçlu
Suç işlemiş, suçu olan (kimse), kabahatli, mücrim