Ben o konuda kendimi çok güçlü hissediyorum.
- I feel very strongly about it.
Bunun hakkında çok güçlü hissettiğini fark etmedim.
- I didn't realize you felt so strongly about this.
Kendinize başka bir avukat bulmanızı kuvvetle öneriyorum.
- I strongly suggest that you get yourself another lawyer.
Onlar benim önerime kuvvetle karşı çıkıyorlar.
- They are strongly opposing my proposal.
Bunu şiddetle tavsiye ediyorum.
- I recommend it strongly.
John Rutledge şiddetle karşı çıktı.
- John Rutledge disagreed strongly.
Onun yalan söylediğinden son derece şüphelendim.
- I strongly suspected that he had been lying.
Son derece büyükannesine benzer.
- She strongly resembles her grandmother.
Taro güçlü bir sorumluluk duygusuna sahiptir.
- Taro has a strong sense of responsibility.
Herkesin hem güçlü hem de zayıf noktaları vardır.
- Everyone has both strong and weak points.
Kuvvetli bir rüzgar vardı.
- There was a strong wind.
Bir tayfun kuvvetli rüzgarlarla ve toplu taşıma araçlarını durduran şiddetli yağmurlarla çarşamba günü Tokyo'yu vurdu.
- A typhoon hit Tokyo on Wednesday with strong winds and heavy rains stopping public transportation.
Biz pek çok konuşmadık.
- We didn't talk very much.
Tom konserden çok fazla hoşlanmadı.
- Tom didn't enjoy the concert very much.
Tom çok fazla değişmedi.
- Tom hasn't changed very much.
Rüzgar hâlâ sert esiyor.
- The wind still blows strongly.
Bu kahve gerçekten sert.
- This coffee is really strong.
Mukavva, kağıttan daha mukavemetlidir.
- Cardboard is stronger than paper.
Demli ve koyu kahvemi sevme tarzımdır.
- Dark and strong is how I like my coffee.
Bu çay çok demli. Biraz su ekle.
- The tea is too strong. Add some water.
Onun el sıkışması çok güçlüdür.
- His handshake is very strong.
Daha sıkı çalışmanı kuvvetle öneririm.
- I strongly suggest that you study harder.
Bu merdiven benim ağırlığımı taşıyacak kadar güçlü mü?
- Is this ladder strong enough to bear my weight?
Bu ağır metal kutuları taşımak için yeterince güçlüyüm.
- I'm strong enough to carry those heavy metal boxes.
Bir tayfun kuvvetli rüzgarlarla ve toplu taşıma araçlarını durduran şiddetli yağmurlarla çarşamba günü Tokyo'yu vurdu.
- A typhoon hit Tokyo on Wednesday with strong winds and heavy rains stopping public transportation.
Tom'un Mary'ye olan yoğun ilgisi, bende şiddetli bir kıskançlık hissi uyandırdı. Ama belli etmedim.
- Tom's strong interest in Mary provoked my jealousy. But I managed to conceal.
Ahır küçüktü ama sağlamdı.
- The barn was small, but it was strong.
Bu ipin yeterince sağlam olduğunu düşünüyor musun?
- Do you think this rope is strong enough?
O,İngilizceyi istikrarlı bir Alman aksanıyla konuşur.
- He speaks English with a strong German accent.
İhracaatlar güçlüyken, ithalatlar istikrarlı kalırken ülkenin ticaret dengesi geçen yıl gelişti.
- The nation's trade balance improved last year as exports were strong, while imports remained steady.
O, dürüst, güçlü ve kararlar vermek için istekliydi.
- He was honest, strong, and willing to make decisions.
O ürkek görünüyor, ama o aslında iradeli bir kişidir.
- She seems timid, but she's actually a strong-willed person.
Tom güçlü iradelidir.
- Tom is strong-willed.
Boğa boğa güreşçisinden daha güçlüdür ama o neredeyse her zaman kaybeder.
- The bull is stronger than the bullfighter, but he almost always loses.
Bu kahve benim için çok koyu.
- This coffee is too strong for me.
Ben kahvemi koyu severim.
- I like my coffee strong.
Bunu şiddetle tavsiye ediyorum.
- I recommend it strongly.
Senatör Hoar şiddetle antlaşmaya karşı konuştu.
- Senator Hoar spoke strongly against the treaty.
Öldükten sonra tekrar canlanmaya kuvvetle inanıyorum.
- I strongly believe in respawn after death.
Mariko'nun anne babası, onun bir Amerikalı ile evlenmesine kuvvetle karşılar.
- Mariko's parents are strongly opposed to her marrying an American.
His reply was strongly suggestive of a forthcoming challenge to the governor.
In the third race, Renowned Blaze finished strongly to show, paying six dollars.
The man was nearly drowned after a strong undercurrent swept him out to sea.
Jake was tall and strong.
a strong verb.
The enemy's army force was five thousand strong.
He is strong in the face of adversity.
... when an emotion hits you strongly, it doesn't matter if you're in front of 20,000 people, ...
... and terrifying. Users will be strongly incentivized to settle quickly, rather than face the dreadful ...