Tom çok stresli bir işi var.
- Tom has a very stressful job.
Tom'un işi aşırı stress yaratıyor.
- Tom's job creates extreme stress.
O, gerilimle başa çıkamıyor.
- She is unable to cope with stress.
Tom Mary'ye John'un gerçekten gerilim altında olduğunu söyledi.
- Tom told Mary that he thought John was really stressed out.
Sonuçların aynı olmadığını vurgulamak önemlidir.
- It is important to stress that the consequences are not the same.
Bu konuyu vurgulamak istiyorum.
- I want to stress this point.
Yoshida, baskı yapma.
- Yoshida, don't stress.
Yerçekimi insan vücuduna baskı yapıyor.
- Gravity stresses the human body.
Tom stresle baş etmekte zorlandığını söylüyor.
- Tom says he's having trouble coping with the stress.
Stresin sağlığınız üzerinde çok büyük olumsuz etkisi olabilir.
- Stress can have an enormous negative impact on your health.
Stres topları çok etkilidir.
- Stress balls are very effective.
Öğretmen günlük çalışmanın önemini vurguladı.
- The teacher stressed the importance of daily practice.
Dakik olmanın önemine vurgu yaptı.
- He laid stress on the importance of being punctual.
Sonuçların aynı olmadığını vurgulamak önemlidir.
- It is important to stress that the consequences are not the same.
Bu konuyu vurgulamak istiyorum.
- I want to stress this point.
Ben konuyu vurguladım.
- I stressed the point.
Dün ya da evvelsi gün Asahi gazetesinde Wikipedia'dan alıntı yapmamanız gerektiğini vurgulayan bir ifade vardı.
- There was a statement in the Asahi newspaper yesterday or the day before stressing that you shouldn't quote Wikipedia.
I must stress that this information is given in strict confidence.
Go easy on him, he's been under a lot of stress lately.
“Emphasis” is stressed on the first syllable, but “emphatic” is stressed on the second.