Dosdoğru kapıya gittim.
- I went straight to the door.
Tom dosdoğru bakarken tek başına oturuyordu.
- Tom sat alone, staring straight ahead.
Düzgün düşünmüyorsun.
- You're not thinking straight.
Düzgün ateş edebilir misin?
- Can you shoot straight?
Lidia'nın sarı düz saçları var.
- Lidia has blonde straight hair.
Ben düz gitmek istiyorum.
- I want to go straight.
Bize doğru yolu göster.
- Show us the straight path.
O kelimelerin doğruca kalbinden geldiğini söyledi.
- He said the words came straight from his heart.
Kiliseye varana kadar dümdüz git.
- Go straight ahead until you reach the church.
Dümdüz yürümeye devam edin.
- Keep walking straight ahead.
Mario, bana eşcinsel demekten vazgeç! Ben heteroseksüelim!
- Mario, stop calling me gay! I'm straight!
Heteroseksüel misin yoksa homoseksüel mi? Ben heteroseksüelim.
- Are you straight or gay? I'm straight.
Ben brendimi sek severim.
- I like my brandy straight.
O, düz çizgiler çizer.
- He draws straight lines.
Sadece net bir cevap istiyorum. Daha fazla bir şey değil.
- I just want a straight answer. Nothing more.
Tom'dan net bir cevap alamıyorum.
- I can't get a straight answer from Tom.
Şu konuyu açıklığa kavuşturayım. Sen benim babam mısın?
- Let me get this straight. You're my father?
Konuyu açıkladığın için teşekkür ederim.
- Thank you for setting the record straight.
Miami Heat arka arkaya ikinci NBA şampiyonluğunu kazandı.
- The Miami Heat won a second straight NBA championship.
O gülmeyen bir yüzle fıkra anlattı.
- She told the joke with a straight face.
O, tamamen gülmeyen bir suratla fıkra anlattı.
- She told the joke with a completely straight face.
Sadece on üç saat aralıksız çalıştım.
- I just worked 13 hours straight.
Viskinizi susuz mu istersiniz yoksa onu suyla karıştırmalımıyım?
- Do you want your whiskey straight or should I mix it with water?
Doğru söyleyip söylemediğimi anlamak için beni iyice süzdü.
- His eyes searched my face to see if I was talking straight.
Tom ciddi kalmaya çalışıyor.
- Tom is trying to keep a straight face.
Tom'un ciddi kalması zordu.
- It was hard for Tom to keep a straight face.
Okuldan hemen sonra eve gelmen gerekiyordu. Bunu biliyordun.
- You were supposed to come home straight after school. You knew that.
Okuldan hemen sonra eve gelmen gerekiyor. Bunu biliyorsun.
- You're supposed to come home straight after school. You know that.
Direkt eve gideceğim.
- I'll go straight home.
İşten sonra direkt eve giderim.
- I go straight home after work.
O, şimdi odasındaki şeyleri düzenliyor.
- She's now straightening up her room.
Tom çok dürüst bir kişi.
- Tom is a very straightforward person.
Bak, bu konuda dürüst olmak istiyorum.
- Look, I want to be straight about this.
Tom doğruca postaneye gitti.
- Tom went straight to the post office.
Tom doğruca yatağa gitti.
- Tom went straight to bed.
Tom tam karşıda bakarken tek başına oturuyordu.
- Tom sat alone, staring straight ahead.
O, tamamen gülmeyen bir suratla fıkra anlattı.
- She told the joke with a completely straight face.
Ben tümüyle emin olmak istiyorum.
- I would like to set the record straight.
Ben doğrudan doğruya onun gözlerinin içine baktım.
- I looked her straight in the eye.
Boş bir çuvalın dik durması zordur.
- It is hard for an empty sack to stand straight.
İnsanüstü güçlere ulaşmak umuduyla, Kristof Kolomb bir zamanlar beş dakika güneşe doğruca dik dik baktı.İşe yaramadı.
- In hopes of attaining superhuman powers, Christopher Columbus once stared at the sun for five minutes straight. It didn't work.
Go straight back.
a straight answer.
straight whiskey.
On arriving at work, he went straight to his office.
Everything is straight now.
He always votes a straight ticket.
a straight six.
He claims he can hold his breath for three minutes straight.
... shortest distance between two points is a straight line. But if I can fold that sheet ...
... tend to extrapolate in a straight line. ...