Köpek postacı için dosdoğru gitti.
- The dog went straight for the postman.
Dosdoğru kapıya gittim.
- I went straight to the door.
Düzgün düşünmüyorsun.
- You're not thinking straight.
Ben düzgün şeyler ayarlamak istiyorum.
- I'd like to set things straight.
Ben düz gitmek istiyorum.
- I want to go straight.
Caddede yaklaşık 100 metre kadar düz gidin, ve üç yollu kavşağa varırsınız.
- Go straight up the street for about 100 meters, and you will get to the junction of three roads.
O kelimelerin doğruca kalbinden geldiğini söyledi.
- He said the words came straight from his heart.
Toplantıdan sonra o doğrudan masasına doğru yöneldi.
- After the meeting she headed straight to her desk.
Dümdüz yürümeye devam edin.
- Keep walking straight ahead.
Dümdüz git ve bankayı göreceksin.
- Go straight ahead and you will see the bank.
Mario, bana eşcinsel demekten vazgeç! Ben heteroseksüelim!
- Mario, stop calling me gay! I'm straight!
Heteroseksüel misin yoksa homoseksüel mi? Ben heteroseksüelim.
- Are you straight or gay? I'm straight.
Ben brendimi sek severim.
- I like my brandy straight.
O, düz çizgiler çizer.
- He draws straight lines.
Sadece net bir cevap istiyorum. Daha fazla bir şey değil.
- I just want a straight answer. Nothing more.
Tom'dan net bir cevap alamıyorum.
- I can't get a straight answer from Tom.
Her şeyi açıklığa kavuşturacağız.
- We'll straighten everything out.
Şu konuyu açıklığa kavuşturayım. Sen benim babam mısın?
- Let me get this straight. You're my father?
Miami Heat arka arkaya ikinci NBA şampiyonluğunu kazandı.
- The Miami Heat won a second straight NBA championship.
O gülmeyen bir yüzle fıkra anlattı.
- She told the joke with a straight face.
O, tamamen gülmeyen bir suratla fıkra anlattı.
- She told the joke with a completely straight face.
Sadece on üç saat aralıksız çalıştım.
- I just worked 13 hours straight.
Viskinizi susuz mu istersiniz yoksa onu suyla karıştırmalımıyım?
- Do you want your whiskey straight or should I mix it with water?
Doğru söyleyip söylemediğimi anlamak için beni iyice süzdü.
- His eyes searched my face to see if I was talking straight.
O, ciddiyetini koruyor.
- He's keeping a straight face.
Tom ciddi kalmaya çalışıyor.
- Tom is trying to keep a straight face.
O şimdi öğle yemeğinde dışarıda olacak, bu yüzden hemen aramamız bir işe yaramaz.
- He'll be out at lunch now, so there's no point phoning straight away.
Okuldan hemen sonra eve gelmen gerekiyordu. Bunu biliyordun.
- You were supposed to come home straight after school. You knew that.
Direkt eve gideceğim.
- I'll go straight home.
İşten sonra direkt eve giderim.
- I go straight home after work.
O, şimdi odasındaki şeyleri düzenliyor.
- She's now straightening up her room.
Tom çok dürüst bir kişi.
- Tom is a very straightforward person.
Bak, bu konuda dürüst olmak istiyorum.
- Look, I want to be straight about this.
O kelimelerin doğruca kalbinden geldiğini söyledi.
- He said the words came straight from his heart.
Tom doğruca yatağa gitti.
- Tom went straight to bed.
O, tamamen gülmeyen bir suratla fıkra anlattı.
- She told the joke with a completely straight face.
Tom tam karşıda bakarken tek başına oturuyordu.
- Tom sat alone, staring straight ahead.
Ben tümüyle emin olmak istiyorum.
- I would like to set the record straight.
Ben doğrudan doğruya onun gözlerinin içine baktım.
- I looked her straight in the eye.
Sami, Leyla'ya dik dik baktı.
- Sami looked Layla straight in the eye.
Boş bir çuvalın dik durması zordur.
- It is hard for an empty sack to stand straight.
Go straight back.
a straight answer.
straight whiskey.
On arriving at work, he went straight to his office.
Everything is straight now.
He always votes a straight ticket.
a straight six.
He claims he can hold his breath for three minutes straight.
... up again. You'll see chronic unemployment. We've had 43 straight months with unemployment ...
... just one way to be beautiful, you know, tall or short, straight hair or curly or whatever, ...