Binlerce asker ve sivil ölüyorlardı.
- Thousands of soldiers and civilians were dying.
Ölüm yaşamın zıttı değildir: biz ölümümüzü ölürken geçirmezken hayatımızı yaşarken geçiririz.
- Dying is not the opposite of living: we spend our life living while we don't spend our death dying.
Onlar açlıktan ölen fakir çocukları düşünmüyorlar.
- They don't think about the poor children who are dying of hunger.
Açlıktan ölen fakir çocukların halini düşünmüyorlar mı?
- Don't they think about the poor children who are dying of hunger?
Ölmekte olan hastanın ailesi ne olacak?
- What about the family of the dying patient?
Düşen uçak parçalarından ölme olasılığı bir köpek balığı tarafından öldürülme olasılığından 30 kez daha büyüktür.
- The chances of dying from falling airplane parts are 30 times greater than the chances of being killed by a shark.
Ben ölmekten korkuyorum.
- I am afraid of dying.
Çoğu dilde ölüm ve ölmeyi açıklamak için örtülü ifadeler vardır.
- Most languages have euphemistic expressions to describe death and dying.
Ölüm hiçbir şeydir. Onun yerine yaşayarak başla - sadece daha zor değil fakat aynı zamanda daha uzundur.
- Dying's nothing. Start instead by living - not only is it harder, but it's longer as well.
Ölümden korkmuyorum ama ölmekten korkuyorum.
- I do not fear death, but dying.
I had to quickly take my dying hamster to the vet.
- Ich musste meinen sterbenden Hamster schnell zum Tierarzt fahren.
As he sat next to his dying mother in the nursing home, Tom regretted not having been a better son to her.
- Im Heime neben seiner sterbenden Mutter sitzend, bereute Tom, ihr kein besserer Sohn gewesen zu sein.