O, söylentinin yayılmasını engellemeye çalıştı.
- She tried to prevent the rumor from spreading.
Hastalığın hızlıca yayılmasını önlemek kolay bir görev değildi.
- To prevent the disease from spreading quickly was not an easy task.
Tom Mary hakkında yalanları yaymakla suçluydu.
- Tom was guilty of spreading lies about Mary.
O bilgiyi muhtemelen kim yayıyor?
- Who is likely to be spreading that information?
Bacaklarını yaymadan önce battaniyeyi kontrol et.
- Check your blanket before spreading your legs.
Tom Mary hakkında söylentiler yaymaya başladı.
- Tom has been spreading rumors about Mary.
Tom Mary hakkında yalanları yaymakla suçluydu.
- Tom was guilty of spreading lies about Mary.
O, ayartıcı ahlakla ve tehlikeli fikirleri yaymakla suçlandı.
- He was accused of corrupting morals and spreading dangerous ideas.
Ateş yandaki evin duvarlarına kadar yayılmıştı.
- The fire spread and licked the neighboring house.
Bacaklarını yaymadan önce battaniyeyi kontrol et.
- Check your blanket before spreading your legs.
Daha fazla bilinci yaymamız gerekiyor.
- We need to spread more awareness.
Ekmek dilimine peynir sürdüm.
- I spread cheese on the slice of bread.
Bir dilim ekmek üzerine hardal sürüştürüyorum.
- I am spreading mustard on a slice of bread.
Kanser farklı organlara yayıldı.
- The cancer had spread to several organs.
O, mesajı dağıtmak için ceza evine gitmek istiyor.
- He wants to go to jail to spread the message.
Isı odanın her tarafına elektrik sobasıyla yayıldı.
- Heat was spread throughout the room by the electric stove.
Kasvetli bir manzara, her yöne millerce yayıldı.
- A dreary landscape spread out for miles in all directions.
Masaya bir örtü serdi.
- She spread a cloth over the table.
Garson masaya beyaz bir örtü serdi.
- The waitress spread a white cloth over the table.
Biz hastalığın yayılmasını kontrol etmeliyiz.
- We should check the spread of the disease.
İtfaiye gelmeden yangın sonraki binaya yayıldı.
- The fire had spread to the next building before the firemen came.
Virüsün daha fazla yayılmasını engellemek için ciddi tedbirler alınmalı.
- Drastic measures must be taken to prevent the further spread of the virus.
Elektronik ticaret hızla yayılmaya başladı.
- Electronic commerce began to spread rapidly.
Snorri Sturluson'un hikayeleri diğer şeylerin arasında Hristiyanlığın Norveç'te nasıl zorla yayıldığını anlatır.
- Snorri Sturluson's stories tells, among other things, how Christianity was spread in Norway by force.
I spread my arms wide and welcomed him home.
The missionaries quickly spread their new message across the country.
I can't, I can't wait to get you home).
He spread his newspaper on the table.
I spread the rice grains evenly over the floor.
She liked to spread butter on her toast while it was still hot..
I dropped my glass; the water spread quickly over the tiled floor.
He always spreads his toast with peanut butter and strawberry jam.
... fire spreading where's the doctor ...
... They're spreading the word about it. ...