Sade yoğurt ve soya sütü ekleyin.
- Add plain yogurt and soy milk.
ABD'nin Çin'e ihraç ettiği başlıca ürün soya fasülyesiydi.
- The top U.S. export to China was soybeans.
Mayalanmış soya fasulyesi kokusu onu iğrendirir.
- The smell of fermented soybeans sickens him.
Tavuk, ton balığı ve soya fasulyesi iyi protein kaynaklarıdır.
- Chicken, tuna and soybeans are good sources of protein.
O, ona nerede yaşadığını sordu.
- He asked her where she lived.
Banka ona 500 dolar ödünç verdi.
- The bank loaned her 500 dollars.
Banka ona 500 dolar ödünç verdi.
- The bank lent him 500 dollars.
Meseleyi ona bırakmaktan başka çaremiz yoktu.
- We had no choice but to leave the matter to him.
Bu iyi bir kitaptır ama şu daha iyidir.
- This is a good book, but that one is better.
Bu iyi bir kitaptır ama şu daha iyidir.
- This is a good book, but that is better.
Artık seni sevmiyorum.
- I no longer love you.
Artık seni sevmiyorum.
- I don't love you anymore.
Tatoeba Projesi bizim sanal evimizdir.
- Tatoeba Project is our virtual home.
Bizim ana dilimiz Japoncadır.
- Our native language is Japanese.
Onun bir gün birisi olacağından eminim.
- I'm sure he's going to be somebody someday.
Birisi beni dışarı çıkarsın. İçeride kilitli kaldım.
- Let me out, somebody. I'm locked in.
Siz insanları anlamıyorum.
- I do not understand you.
Siz burada bir öğretmen misiniz yoksa bir öğrenci misiniz?
- Are you a teacher or a student here?
Birinin bağırdığını duyduk.
- We heard somebody shout.
Merdivenlerden yukarı gelen birisi var.
- There's somebody coming up the stairs.
Birisi onun kolundan tuttuğunda o korkudan çığlık attı.
- She screamed with horror as someone took hold of her arm.
Sanırım birisi oraya gitti.
- I think that someone went there.
Sade yoğurt ve soya sütü ekleyin.
- Add plain yogurt and soy milk.
İnek sütü soya sütünden daha lezzetlidir.
- Cow's milk is tastier than soy milk.
Şirket soya sosu ve diğer gıda ürünlerini üretiyor.
- The company produces soy sauce and other food products.
Bu John'dur ve o da onun biraderidir.
- This is John and that is his brother.
Onun favori beyzbol takımı Devler'dir, fakat o Aslanlar'ı da seviyor.
- His favorite baseball team is the Giants, but he also likes the Lions.
Nagasaki çevresinde onlara rehberlik edebilmem için kadınla birlikte gittim.
- I went with the women so that I could guide them around Nagasaki.
Onlara karşı çıkmak hiçbir şeye yaramaz.
- It'll be useless to stand against them.
Onlardan herhangi birini seçebilirsin.
- You may choose any of them.
Takımımız beyzbolda onları 5-0 mağlup etti.
- Our team defeated them by 5-0 at baseball.
Ben dün sizin babanıza rastladım.
- I ran into your dad yesterday.
Geçen sene Bayan Kato sizin öğretmeniniz miydi?
- Was Ms. Kato your teacher last year?
Bugünlük bu kadar yeter.
- That's enough for today!
Lenny'nin nasıl çiğnemeden veya boğulmadan tam bir sosisli sandvici yutabildiğine bak? Bu nedenle üst idare onu bu kadar fazla sever.
- See how Lenny can swallow an entire hot dog without chewing or choking? That's why upper management loves him so much.
Keşke o gitarı alabilsem.
- I wish I could buy that guitar.
Keşke o zaman bütün hikayeyi bana anlatsaydın!
- If only you had told me the whole story at that time!
O kendi kendineHAYIRdedi.Yüksek sesle EVET dedi.
- He said NO to himself. He said YES aloud.
Bazen büyük babam kendi başına bırakıldığında, kendi kendine konuşur.
- Sometimes my grandfather talks to himself when left alone.
Yarın sabah Tom'un birşeyler yapmasına yardım etmeliyim.
- I have to help Tom do something tomorrow morning.
Tom asla ağzını birşeyi şikayet etmeden açmaz.
- Tom never opens his mouth without complaining about something.
Onların konuşmaları devam etti.
- Their conversation went on.
Yağmur nedeniyle onların gezisi ertelendi.
- Their trip has been cancelled due to rain.
Onun elleri buz kadar soğuktu.
- Her hands were as cold as ice.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- He promised to meet her at the coffee shop.
Asla tekrar bu kadar geç kalma.
- Never be this late again.
O, daha önce hiç bu kadar korkmamıştı.
- She'd never been this frightened before.
Emi kendine yeni bir elbise ısmarladı.
- Emi ordered herself a new dress.
O, sırrı kendine sakladı.
- She kept the secret to herself.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- He promised to meet her at the coffee shop.
Onu Kaliforniya'ya gönderiyorum.
- I'm sending her to California.
Mary gerçekten harika. O benim için harika bir yemek pişirdi ve bulaşıkları bile kendisi yıkadı.
- Mary is really great. She cooked a wonderful meal for me and even washed the dishes herself.
Ben, o kızın kendisine yeni bir görünüm vermek için saçını kestiğini düşünüyorum.
- I think that girl cut her hair to give herself a new look.
Seni ondan daha çok seviyorum.
- I love you more than her.
Siz ondan daha uzun boylusunuz.
- You are taller than her.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- He promised to meet him at the coffee shop.
Onunla beraber olduğun sürece mutlu olamazsın.
- As long as you are with him, you can't be happy.
O, çocuklarını kendi etrafına topladı.
- He gathered his children around him.
Kendisine Fransızca öğretti.
- He taught himself French.
Köpeğini besleyecek bir şey almak için biraz paraya ihtiyacı vardı.
- She needed some money to buy something to feed her dog.
Bu biraz farklı bir şeydi ve beraber takıldığım insanlar bunlardan takıyordu.
- It's something a bit different and the people I was hanging around with wore them.
Bu, bir kişi için küçük bir adımdır ama insanlık için dev bir sıçramadır.
- That's one small step for man, one giant leap for mankind.
O, geçen yıl o şirket için çalışmaya başladı.
- He began to work for that company last year.
Kilo alacağı korkusuyla diyet yapıyor.
- She is on a diet for fear that she will put on weight.
Ailesinin dengeli bir diyet yaptığından emin.
- She makes sure that her family eats a balanced diet.
Onlar parlak renkli kurbağalar olduğunu söylüyorlar fakat ben onları asla görmedim.
- They say there are bright-colored frogs, but I've never seen them.
Takımımız beyzbolda onları 5-0 mağlup etti.
- Our team defeated them by 5-0 at baseball.
Sana küçük bir şey getirdim.
- I've brought you a little something.
Sana satranç oynamayı öğreteceğim.
- I will teach you to play chess.
Sen bir polis falan mısın?
- Are you a cop or something?
Neden parka falan gitmiyoruz?
- Why don't we go to the park or something?
Tom Mary'ye önemli bir şey söylemek istedi.
- Tom wanted to tell Mary something important.
Önemli bir şey biliyor gibi görünüyor.
- She seems to know something important.
Böyle bir durumun tekrar olacağının olası olmadığını düşünüyorum.
- I think it's unlikely that a situation like this one would ever occur again.
Onun böyle güzel bir teklifi reddetmesine şaşırdım.
- I am surprised that she refused such a good offer.
Kendisine HAYIR dedi. Yüksek sesle EVET dedi.
- She said NO to herself. She said YES aloud.
Bu, onun kendi çizimi olan bir resimdir.
- This is a picture of her own painting.
Olağanüstü bir şey görmek istiyor musun?
- Do you want to see something extraordinary?
Sana küçük bir şey getirdim.
- I brought you a little something.
Tatlı bir şey istiyorum.
- I want something sweet.
Bu şarkı o kadar acıklı ki gözlerimi yaşarttı.
- This song is so moving that it brings tears to my eyes.
Ekvatora yakın dar bir bölgede bulunan, tropik yağmur ormanları o kadar hızlı yok oluyorlar ki 2000 yılına kadar onların % 80 yok olabilir.
- The tropical rainforests, located in a narrow region near the equator, are disappearing so fast that by the year 2000 eighty percent of them may be gone.
O kadar iyi bir kitap ki onu üç kez okudum.
- That was so good a book that I read it three times.
Ne yazık ki o yatakta hastaydı.
- I regret to say that he is ill in bed.
Öylesine büyük bir malikhâneyi nasıl idare edeceğimi bilmiyorum.
- I don't know how to manage that large estate.
Linda'nın hayal kırıklığı öylesine fazlaydı ki gözyaşlarına boğuldu.
- Such was Linda's disappointment that she burst into tears.
Biri bu kitabın ilk üç sayfasını yırtmış.
- Someone has ripped out the first three pages of this book.
Kaybedecek bir şeyi olmayan birine meydan okuma.
- Don't challenge someone who has nothing to lose.
Yarın sabah Tom'un birşeyler yapmasına yardım etmeliyim.
- I have to help Tom do something tomorrow morning.
Bu öğleden sonra Tom'un birşeyler yapmasına yardım edeceğim.
- I'm going to help Tom do something this afternoon.
Onlardan hiçbirinin kaza geçirmediğini umuyorum.
- I hope that none of them got into an accident.
Onlardan herhangi birini seçebilirsiniz.
- You may choose any of them.
Sık sık kendini çalışma odasına kapatır ve böyle şeyler yazar.
- He often shuts himself up in the study and writes things like this.
Böyle kirleticiler çoğunlukla otomobil motorlarındaki yakıt tüketiminden kaynaklanmaktadır.
- Pollutants like this derive mainly from the combustion of fuel in car engines.
Sizden henüz bir cevap almadım.
- I have received no reply from you yet.
Ben sizden özür dilemeliyim.
- I must beg your pardon.
Senden küçük bir yardıma ihtiyacım var.
- I need a little help from you.
Senden oldukça memnunum.
- I am pretty pleased with you.
Senin çevirini onunkiyle kıyasla.
- Compare your translation with his.
Biz onun işini onunkilerle karşılaştırdık.
- We compared his work with hers.
Kitaplar birinin aklının ürünleridir.
- Books are the offspring of one's mind.
Bir dil öğrenmenin geleneksel yolu olsa olsa birinin görev duygusunu tatmin edebilir ama o bir sevinç kaynağı olarak hizmet edemez. Ayrıca muhtemelen başarılı olmayacaktır.
- The traditional way of learning a language may satisfy at most one's sense of duty, but it can hardly serve as a source of joy. Nor will it likely be successful.
Modern arabalar birçok yönden eski olanlardan farklıdır.
- Modern cars differ from the early ones in many ways.
Japon flütleri çoğunlukla bambu kamışından yapılır, fakat son zamanlarda bazı ağaç olanları ortaya çıkmıştır.
- Most Shakuhachi are made from bamboo, but recently some wooden ones have appeared.
Ben önemli kimseyim ve önemliyim.
- I am somebody and I am important.
Fransızca anlayan kimseyi arıyorum.
- I'm looking for somebody who understands French.
Ben önemli kimseyim ve önemliyim.
- I am somebody and I am important.
Bugün belirli bir kimse müthiş kırılgan oluyor.
- A certain someone is being awfully fragile today.
O, şüpheleneceğin bir kimse değildi.
- He wasn't someone you'd suspect.
Neden kimseye söylemedin?
- Why didn't you tell someone?
Sıkılmış bir yumrukla kimsenin elini sıkamazsın.
- You can't shake someone's hand with a clenched fist.
Bu araba ötekinden daha iyi bir çalışmaya sahip.
- This car has a better performance than that one.
Artık seni sevmiyorum.
- I no longer love you.
Seni anlamak gerçekten çok zor.
- Understanding you is really very hard.
Bu otobüs sizi müzeye götürecek.
- This bus will take you to the museum.
Sizinle yaşamayı seviyorum.
- I love living with you.
Size kuralları ihlal etmek için izin verilmez.
- You are not allowed to violate the rules.
Size patatesleri haşlayacağım.
- I'll boil you the potatoes.
Bu senin Japonya'ya ilk ziyaretin mi?
- Is this your first visit to Japan?
Bugün senin öğle yemeğin için parayı ben ödeyeceğim.
- I'll pay the money for your lunch today.
Pour in four tablespoonfuls of sherry and four tablespoonfuls of soy, as much vinegar as the jar will hold, and cover closely until wanted.
The soy crop is looking good this year.
The lady with the green feathers in her hat. A big Gainsborough hat. I am quite sure it was Miss Hartuff..
This is her book.
She treated him for a cold (direct object).
The decision was his to live with.
Ahab his mark for Ahab's mark.
This is his book.
With Hit Girl, Moretz is this year's It Girl, alternately sweet, savage and scary.
He saw to it that everyone would vote for him.
It's me. John.
In the next game, Adam and Tom will be it….
Let's play it at breaktime.
It’s lonely without you.
Take each day as it comes.
She took the baby and held it in her arms.
It wasn't me.
Come with me.
Can you hear me?.
Me and my friends played a game.
Wilfred Owen (1893–1918), The Letter - And give us back me cigarette!.
He gave me this.
I recognised him because he had attended my school.
Paying no attention to Lizzy, Mrs. Gibson began calling out our names in alphabetical order.
Thirdly, I continue to attempt to interdigitate the taxa in our flora with taxa of the remainder of the world.
I'm going to see our Terry for tea.
I'm tired of being a nobody - I want to be a somebody.
Is someone there?.
I have a feeling something good is going to happen today.
She has a certain something.
She wiped something with a cloth, wiped at the wall shelf, and put the something on it, clinking glass.
The performance was something of a disappointment.
Oh how we somethinged on the hmmm hmm we were wed. Dear, was I ever on the stage?”.
He looks a something behind that big desk.
She's really something. I can't believe she would do such a mean thing.
I did the run last year, and it wasn't that difficult.
Daphnis has forgotten me. He is dreaming of marrying some wealthy maiden. Ah! Why did I make him swear by his goats instead of by the Nymphs! He has forgotten them as he has forgotten me.
- Daphnis has forgotten me. He is dreaming of marrying some wealthy maiden. Ah! Why did I make him swear by his goats instead of by the Nymphs! He has forgotten them as he has forgotten me.
I feel happy because I am quit of that trouble.
- I'm glad to be rid of that trouble.
It was because of her that he lived so miserably.
- It was down to her that he lived so miserably.
Even the human race will become extinct one day.
- İnsan ırkı bile bir gün soyu tükenmiş olacak.
English and German share a common ancestor.
- İngilizce ve Almanca ortak bir soyu paylaşırlar.
All humans on Earth are descended from a common ancestor.
- Dünyadaki bütün insanlar ortak bir atanın soyundan gelirler.
She's a descendant of King George!
- O, Kral George'un soyundandır.
I am a decendant of Isreal's famous King David.
- Ben İsrail'in ünlü kralı Davut'un soyundanım.
The natives of the North-West Pacific Coast of America were probably descendants of tribes from Asia.
- Amerika'nın Kuzey-Batı Pasifik sahili yerlileri muhtemelen Asyalı kabilelerin soyundandı.
She is of American parentage.
- O, Amerikan soyundandır.
Layla was socially isolated by her parents, especially her mother.
- Leyla ailesi tarafından, özellikle de annesi tarafından sosyal olarak soyutlanmıştı.
She is of American parentage.
- O, Amerikan soyundandır.
Write only your family name in capitals.
- Sadece soyadınızı büyük harflerle yazın.
What's the spelling of your family name?
- Soyadınızın yazılışı nasıl?
Helium, neon, argon, krypton, xenon and radon are noble gases.
- Helyum, neon, argon, kripton, ksenon ve radon soy gazlardır.
Tragedy is the entertainment of the nobles.
- Trajedi soyluların eğlencesidir.
Tom is peeling the potatoes.
- Tom patatesleri soyuyor.
Tell her that I am peeling the potatoes.
- Patatesleri soyduğumu ona söyle.
He was arrested as an accessory to the robbery.
- Soygunun suç ortağı olarak tutuklandı.
One of the characters in the novel dreams up a half-baked plan for robbing a bank.
- Romandaki karakterlerden biri bir bankayı soymak için acemice bir plan düşünüyor.
Tom devised a plan to burglarize Mary's house.
- Tom, Mary'nin evinini soymak için bir plan geliştirdi.
My apartment was burglarized last week.
- Benim daire geçen hafta soyuldu.
She stripped the child and put him in the bath.
- O, çocuğu soydu ve onu banyoya koydu.
English and German share a common ancestor.
- İngilizce ve Almanca ortak bir soyu paylaşırlar.
The English language is cognate to the German language.
- İngiliz dili Alman diline soydaştır.
Peel the potatoes and carrots.
- Patatesleri ve havuçları soy.
Tom peeled the potatoes.
- Tom patatesleri soydu.
We were burgled once.
- Biz bir kez soyulduk.
She stripped the child and put him in the bath.
- O, çocuğu soydu ve onu banyoya koydu.
The theory is too abstract for me.
- Teori benim için çok soyuttur.
Your explanation is too abstract for me.
- Senin açıklaman benim için çok soyut.
Do you study English every day?
- Her gün İngilizce çalışıyor musun?
Don't worry, everything will be OK.
- Üzülmeyin, her şey düzelecek.
Are you feeling under the weather?
- Kendini kötü hissediyor musun?
Feeling tired after his walk in the country, he took a nap.
- Kırsaldaki yürüyüşünden sonra yorgun hissettiği için şekerleme yaptı.
Add plain yogurt and soy milk.
- Sade yoğurt ve soya sütü ekleyin.
Chicken, tuna and soybeans are good sources of protein.
- Tavuk, ton balığı ve soya fasulyesi iyi protein kaynaklarıdır.
I've had a runny nose for two days and I've been feeling an uncomfortable sensation in my throat.
- İki gündür burnum akıyor ve boğazımda bir rahatsızlık hissediyorum.
I have a prickling sensation in my left eye.
- Benim sol gözümde bir karıncalanma hissi var.
The police officer on duty sensed an elderly man coming up behind him.
- Görevli memur arkasından yaşlı bir adamın geldiğini hissetti.
I sensed what was happening.
- Ne olduğunu hissettim.
Tom's researched his family history and intends to send a detailed family tree to all of his relatives.
- Tom aile geçmişini araştırdı ve tüm akrabalarına detaylı bir soy ağacı göndermek niyetinde.
Eugene is a genealogist.
- Eugene bir soy izleme uzmanıdır.
Mary has nobody to talk with, but she doesn't feel lonely.
- Mary'nin konuşacak hiç kimsesi yok fakat o kendini yalnız hissetmiyor.
I'm feeling better today.
- Bugün kendimi daha iyi hissediyorum.
Give help to anyone who needs it.
- Her kimin ihtiyacı olursa ona yardım et.
His daughter is eager to go with him anywhere.
- Kızı onunla her yere gitmeye hevesli.
The president appointed each man to the post.
- Genel müdür her bir adamı görevine atadı.
Brush your teeth after each meal.
- Her yemekten sonra dişlerini fırçala.
Bill is honest all the time.
- Bill her zaman dürüsttür.
Open an image and select an image layout. Click Open for opening an image. Click Quit for quitting the program. Image Layout feature allows you to view in any layout.
- Bir resim açın ve bir resim düzeni seçin. Bir resim açmak için Aça tıklatın. Programdan çıkmak için Çıkışı tıklatın. Resim Düzeni özelliği herhangi bir düzende göstermenize olanak tanır.
She planted some pansies in the flower bed.
- Çiçekliğe bazı hercai menekşeler dikti.
Above all, don't panic!
- Her şeyden önce, panik yok!
Only God can safely be omnipotent.
- Sadece Tanrı güvenle her şeye gücü yeter olabilir.
Jane Goodall discovered that chimpanzees are omnivorous, not vegetarian.
- Jane Goodall şempanzelerin her şeyi yediklerini, vejetaryen olmadıklarını keşfetti.
If we let our reasoning power be overshadowed by our emotions, we would be barking up the wrong tree all the time.
- Muhakeme gücümüzün hislerimiz tarafından gölgelenmesine izin verirsek her zaman yanlış ağaca havluyor oluruz.
It's okay to feel emotions.
- Duyguları hissetmek iyidir.
You don't marry someone you can live with — you marry the person whom you cannot live without.
- Sen yaşayabileceğin herhangi biriyle evlenme - sen onsuz yaşayamayacağın kişiyle evlen.
Everyone has the right to rest and leisure, including reasonable limitation of working hours and periodic holidays with pay.
- Her şahsın dinlenmeye, eğlenmeye, bilhassa çalışma müddetinin makul surette sınırlandırılmasına ve muayyen devrelerde ücretli tatillere hakkı vardır.
Every single word you say is a lie.
- Söylediğin her söz bir yalan.
One should take good care of every single thing.
- Biri her şeye iyi bakmalı.
The law is equal for all.
- Kanun herkes için aynıdır.
His story may sound false, but it is true for all that.
- Onun hikayesi düzmece görünebilir fakat her şeye rağmen gerçektir.
You may take either of the two books.
- İki kitaptan herhangi birini alabilirsin.
Either way will lead you to the station.
- Her iki yol da seni istasyona götürecektir.
Do you believe in extrasensory perception?
- Altıncı hisse inanıyor musun?
I wonder if I should trust my instincts.
- Hislerime güvenmem gerekip gerekmediğini merak ediyorum.
You can eat whatever you like.
- Her ne istiyorsanız yiyebilirsiniz.
I will lend you whatever book you need.
- İhtiyacın olan her kitabı sana ödünç vereceğim.
Sam helps whoever asks him to.
- Sam yardım isteyen herkese yardım eder.
His parents helped whoever asked for their help.
- Onun ebeveynleri yardımlarını isteyen herkese yardım etti.
Tom couldn't help but feel sentimental.
- Tom duygusal hissetmekten kendini alamadı.
The smell of fermented soybeans sickens him.
- Mayalanmış soya fasulyesi kokusu onu iğrendirir.
Tom wondered why soybean prices were dropping.
- Tom soya fasulyesi fiyatlarının neden düştüğünü merak ediyordu.