ABD'nin Çin'e ihraç ettiği başlıca ürün soya fasülyesiydi.
- The top U.S. export to China was soybeans.
Sade yoğurt ve soya sütü ekleyin.
- Add plain yogurt and soy milk.
Tom soya fasulyesi fiyatlarının neden düştüğünü merak ediyordu.
- Tom wondered why soybean prices were dropping.
Mayalanmış soya fasulyesi kokusu onu iğrendirir.
- The smell of fermented soybeans sickens him.
O, ona nerede yaşadığını sordu.
- He asked her where she lived.
Ona kendi odamı gösterdim.
- I showed her my room.
Banka ona 500 dolar ödünç verdi.
- The bank lent him 500 dollars.
Banka ona 500 dolar ödünç verdi.
- The bank loaned him 500 dollars.
Bu iyi bir kitaptır ama şu daha iyidir.
- This is a good book, but that is better.
Bu bir postane, şu ise bir bankadır.
- This is a post office and that is a bank.
Artık seni sevmiyorum.
- I no longer love you.
Sen olmasaydın, o hâlâ hayatta olacaktı.
- If it hadn't been for you, he would still be alive.
Bizim restoran en iyisidir.
- Our restaurant is the best.
O bizim beyzbol sahamızdır.
- That is our baseball field.
Merdivenlerden yukarı gelen birisi var.
- There's somebody coming up the stairs.
Onun bir gün birisi olacağından eminim.
- I'm sure he's going to be somebody someday.
Sizin bir öğretmen olduğunuzu biliyorum.
- I know that you're a teacher.
Merhaba, siz Bay Ogawa mısınız?
- Hello, are you Mr Ogawa?
Olabildiğince tuhaf, o ölü olduğu söylenilen biriyle karşılaştı.
- As strange as it may be, he met with somebody who is said to be dead.
Biri bu tabağı kırdı.
- Somebody has broken this dish.
Birisinin kapıyı çaldığını duydum.
- I heard someone knock on the door.
Bir yabancı omzuma arkadan dokundu. Beni başka birisiyle karıştırmış olmalı.
- A stranger tapped me on the shoulder from behind. He must have mistaken me for someone else.
İnek sütü soya sütünden daha lezzetlidir.
- Cow's milk is tastier than soy milk.
Sade yoğurt ve soya sütü ekleyin.
- Add plain yogurt and soy milk.
Şirket soya sosu ve diğer gıda ürünlerini üretiyor.
- The company produces soy sauce and other food products.
Onun favori beyzbol takımı Devler'dir, fakat o Aslanlar'ı da seviyor.
- His favorite baseball team is the Giants, but he also likes the Lions.
Onun kız arkadaşı Japon.
- His girlfriend is Japanese.
Sosyal ağlarda hırsızlar, sahteciler, sapıklar veya katiller olabilir. Güvenliğiniz için, onlara inanmamalısınız.
- There may be thieves, fakers, perverts or killers in social networks. For your security, you shouldn't believe them.
Onlara karşı çıkmak hiçbir şeye yaramaz.
- It'll be useless to stand against them.
Sosyal ağlarda hırsızlar, sahteciler, sapıklar veya katiller olabilir. Güvenliğiniz için, onlara inanmamalısınız.
- There may be thieves, fakers, perverts or killers in social networks. For your security, you shouldn't believe them.
Onlardan herhangi birini seçebilirsin.
- You may choose any of them.
Geçen sene Bayan Kato sizin öğretmeniniz miydi?
- Was Ms. Kato your teacher last year?
Ben dün sizin babanıza rastladım.
- I ran into your dad yesterday.
Bugünlük bu kadar yeter.
- That's enough for today!
Lenny'nin nasıl çiğnemeden veya boğulmadan tam bir sosisli sandvici yutabildiğine bak? Bu nedenle üst idare onu bu kadar fazla sever.
- See how Lenny can swallow an entire hot dog without chewing or choking? That's why upper management loves him so much.
Keşke Tom daha iyi bir Fransızca konuşanı olabilse.
- Tom wishes that he could be a better French speaker.
Keşke onunla gidebilseydim.
- I regret that I couldn't go with her.
Bazen büyük babam kendi başına bırakıldığında, kendi kendine konuşur.
- Sometimes my grandfather talks to himself when left alone.
Kendi kendine şöyle dedi: Bu operasyon başarıyla sonuçlanacak mı?
- He said to himself, Will this operation result in success?
Bu öğleden sonra Tom'un birşeyler yapmasına yardım edeceğim.
- I'm going to help Tom do something this afternoon.
Tom asla ağzını birşeyi şikayet etmeden açmaz.
- Tom never opens his mouth without complaining about something.
Onların ana dili Fransızca.
- French is their mother tongue.
Onların konuşmaları devam etti.
- Their conversation went on.
Onun ailesi ile ilgili hiçbir şey bilmiyorum.
- I don't know anything about her family.
Onun elleri buz kadar soğuktu.
- Her hands were as cold as ice.
Hiç bu kadar erken kalkmadım.
- I've never woken up this early.
O, daha önce hiç bu kadar korkmamıştı.
- She'd never been this frightened before.
O kendi kendine mırıldanıyor.
- She is muttering to herself.
Kız bayıldı, fakat biz onun yüzüne su döktüğümüzde o kendine geldi.
- The girl fainted, but she came to when we threw water on her face.
Onu sevip sevmediğini bilmiyorum.
- I don't know whether you like her or not.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- She promised to meet her at the coffee shop.
Kendisini ateşle ısıttı.
- She warmed herself by the fire.
Mary gerçekten harika. O benim için harika bir yemek pişirdi ve bulaşıkları bile kendisi yıkadı.
- Mary is really great. She cooked a wonderful meal for me and even washed the dishes herself.
Herkes ondan iyi şekilde bahseder.
- Everybody speaks well of her.
Bu eski madeni paraları ondan aldım.
- I got these old coins from her.
Onu tanıdıkça daha çok seversin.
- The more you know about him, the more you like him.
Onunla beraber olduğun sürece mutlu olamazsın.
- As long as you are with him, you can't be happy.
Kendisine HAYIR dedi. Yüksek sesle EVET dedi.
- He said NO to himself. He said YES aloud.
O, çocuklarını kendi etrafına topladı.
- He gathered his children around him.
Bu biraz farklı bir şeydi ve beraber takıldığım insanlar bunlardan takıyordu.
- It's something a bit different and the people I was hanging around with wore them.
O, oryantal sanatında birazcık uzmandır.
- He is something of an expert on oriental art.
Bu, bir kişi için küçük bir adımdır ama insanlık için dev bir sıçramadır.
- That's one small step for man, one giant leap for mankind.
Şu gömlek için sadece on dolar ödedi.
- He only paid ten dollars for that shirt.
Ailesinin dengeli bir diyet yaptığından emin.
- She makes sure that her family eats a balanced diet.
Kilo alacağı korkusuyla diyet yapıyor.
- She is on a diet for fear that she will put on weight.
The Network'ün kasım meselesinde görünen raporunun 70 kopyasını üretmek ve onları ajanlarımıza dağıtmak mümkün mü?
- Is it possible to reproduce 70 copies of your report which appeared in the November issue of The Network and distribute them to our agents?
Dima bir gecede 25 adamla yattı ve sonra onları öldürdü.
- Dima slept with 25 men in one night and then killed them.
Bu kravat sana çok iyi uyuyor.
- That tie suits you very well.
Sana küçük bir şey getirdim.
- I brought you a little something.
Bir pizza falan sipariş edebiliriz.
- We could order a pizza or something.
Neden parka falan gitmiyoruz?
- Why don't we go to the park or something?
Tom Mary'ye önemli bir şey söylemek istedi.
- Tom wanted to tell Mary something important.
Sana önemli bir şey söylemek istiyorum.
- I want to tell you something important.
Tom'un şimdiye kadar böyle küçük bir araba sürmeyi düşüneceğinden şüpheliyim.
- I doubt that Tom would ever consider driving such a small car.
Sen benimle nasıl böyle konuşabilirsin?
- How dare you speak to me like that?
Bu, onun kendi çizimi olan bir resimdir.
- This is a picture of her own painting.
Ona kendi odamı gösterdim.
- I showed her my room.
Olağanüstü bir şey görmek istiyor musun?
- Do you want to see something extraordinary?
Bazı doktorlar hastalarını memnun etmek için bir şeyler söylerler.
- Some doctors say something to please their patients.
Sana küçük bir şey getirdim.
- I've brought you a little something.
Havanın o kadar iyi olması tesadüftür.
- It is lucky that the weather should be so nice.
Ekvatora yakın dar bir bölgede bulunan, tropik yağmur ormanları o kadar hızlı yok oluyorlar ki 2000 yılına kadar onların % 80 yok olabilir.
- The tropical rainforests, located in a narrow region near the equator, are disappearing so fast that by the year 2000 eighty percent of them may be gone.
O kadar iyi bir kitap ki onu üç kez okudum.
- That was so good a book that I read it three times.
Erkek kardeşim okumaya öylesine dalmıştı ki odaya girdiğimde beni farketmedi.
- My brother was so absorbed in reading that he did not notice me when I entered the room.
Öylesine büyük bir malikhâneyi nasıl idare edeceğimi bilmiyorum.
- I don't know how to manage that large estate.
Hikayeye inanacak kadar öylesine aptal değildir.
- He is not such a fool as to believe that story.
Kaybedecek bir şeyi olmayan birine meydan okuma.
- Don't challenge someone who has nothing to lose.
Birisi bana içtiğin her sigara ömründen yedi dakika alır dedi.
- Someone told me that every cigarette you smoke takes seven minutes away from your life.
Bu öğleden sonra Tom'un birşeyler yapmasına yardım edeceğim.
- I'm going to help Tom do something this afternoon.
Yarın sabah Tom'un birşeyler yapmasına yardım etmeliyim.
- I have to help Tom do something tomorrow morning.
Güneşin etrafında dönen dokuz gezegen vardır,Dünya onlardan biridir.
- There are nine planets travelling around the sun, the earth being one of them.
Onlardan herhangi birini seçebilirsin.
- You may choose any of them.
Ben böyle bir şapka almakla ilgileniyorum.
- I am interested in getting a hat like this.
Sık sık kendini çalışma odasına kapatır ve böyle şeyler yazar.
- He often shuts himself up in the study and writes things like this.
Sizden henüz bir cevap almadım.
- I have received no reply from you yet.
Tatoeba: Bizim sizden daha eski cümlelerimiz var.
- Tatoeba: We've got sentences older than you.
Fark bu: o senden daha çok çalışıyor.
- The difference is this: he works harder than you.
Senden oldukça memnunum.
- I am pretty pleased with you.
Biz onun işini onunkilerle karşılaştırdık.
- We compared his work with hers.
Senin çevirini onunkiyle kıyasla.
- Compare your translation with his.
Birinin ününü sürdürmek zordur.
- It is hard to maintain one's reputation.
Bir insanı birinin arkadaşı yapmak kolaydır fakat onu öyle sürdürmek zordur.
- It is easy to make a man one's friend, but hard to keep him so.
Japon flütleri çoğunlukla bambu kamışından yapılır, fakat son zamanlarda bazı ağaç olanları ortaya çıkmıştır.
- Most Shakuhachi are made from bamboo, but recently some wooden ones have appeared.
Modern arabalar birçok yönden eski olanlardan farklıdır.
- Modern cars differ from the early ones in many ways.
Ben önemli kimseyim ve önemliyim.
- I am somebody and I am important.
Fransızca anlayan kimseyi arıyorum.
- I'm looking for somebody who understands French.
O onun biri olduğunu düşünüyor ama aslında hiç kimse değil.
- He thinks he is somebody, but really he is nobody.
O, şüpheleneceğin bir kimse değildi.
- He wasn't someone you'd suspect.
Bugün belirli bir kimse müthiş kırılgan oluyor.
- A certain someone is being awfully fragile today.
Neden kimseye söylemedin?
- Why didn't you tell someone?
Birinin kafasından neler geçtiğini kimse kesin olarak bilemez.
- No one ever really knows what's going through someone else's head.
Bu araba ötekinden daha iyi bir çalışmaya sahip.
- This car has a better performance than that one.
Artık seni sevmiyorum.
- I no longer love you.
Artık seni sevmiyorum.
- I don't love you anymore.
Sizinle yaşamayı seviyorum.
- I love living with you.
Bu otobüs sizi müzeye götürecek.
- This bus will take you to the museum.
Ben size yardımcı olmaktan mutlu olurum.
- I will be glad to help you.
Ben size seve seve yardımcı olacaktım, sadece şimdi çok meşgulüm.
- I would gladly help you, only I am too busy now.
Yakın bir gelecekteki senin ziyaretini gerçekten dört gözle bekliyorum.
- I really look forward to your visit in the near future.
Bugün senin öğle yemeğin için parayı ben ödeyeceğim.
- I'll pay the money for your lunch today.
Pour in four tablespoonfuls of sherry and four tablespoonfuls of soy, as much vinegar as the jar will hold, and cover closely until wanted.
The soy crop is looking good this year.
The lady with the green feathers in her hat. A big Gainsborough hat. I am quite sure it was Miss Hartuff..
This is her book.
She treated him for a cold (direct object).
The decision was his to live with.
Ahab his mark for Ahab's mark.
This is his book.
With Hit Girl, Moretz is this year's It Girl, alternately sweet, savage and scary.
He saw to it that everyone would vote for him.
It's me. John.
In the next game, Adam and Tom will be it….
Let's play it at breaktime.
It’s lonely without you.
Take each day as it comes.
She took the baby and held it in her arms.
It wasn't me.
Come with me.
Can you hear me?.
Me and my friends played a game.
Wilfred Owen (1893–1918), The Letter - And give us back me cigarette!.
He gave me this.
I recognised him because he had attended my school.
Paying no attention to Lizzy, Mrs. Gibson began calling out our names in alphabetical order.
Thirdly, I continue to attempt to interdigitate the taxa in our flora with taxa of the remainder of the world.
I'm going to see our Terry for tea.
I'm tired of being a nobody - I want to be a somebody.
Is someone there?.
I have a feeling something good is going to happen today.
She has a certain something.
She wiped something with a cloth, wiped at the wall shelf, and put the something on it, clinking glass.
The performance was something of a disappointment.
Oh how we somethinged on the hmmm hmm we were wed. Dear, was I ever on the stage?”.
He looks a something behind that big desk.
She's really something. I can't believe she would do such a mean thing.
I did the run last year, and it wasn't that difficult.
Daphnis has forgotten me. He is dreaming of marrying some wealthy maiden. Ah! Why did I make him swear by his goats instead of by the Nymphs! He has forgotten them as he has forgotten me.
- Daphnis has forgotten me. He is dreaming of marrying some wealthy maiden. Ah! Why did I make him swear by his goats instead of by the Nymphs! He has forgotten them as he has forgotten me.
You'll suffer because of that.
- You will suffer because of that.
I feel happy because I am quit of that trouble.
- I'm glad to be rid of that trouble.
Even the human race will become extinct one day.
- İnsan ırkı bile bir gün soyu tükenmiş olacak.
English and German share a common ancestor.
- İngilizce ve Almanca ortak bir soyu paylaşırlar.
All humans on Earth are descended from a common ancestor.
- Dünyadaki bütün insanlar ortak bir atanın soyundan gelirler.
She's a descendant of King George!
- O, Kral George'un soyundandır.
I am a decendant of Isreal's famous King David.
- Ben İsrail'in ünlü kralı Davut'un soyundanım.
The natives of the North-West Pacific Coast of America were probably descendants of tribes from Asia.
- Amerika'nın Kuzey-Batı Pasifik sahili yerlileri muhtemelen Asyalı kabilelerin soyundandı.
Layla was socially isolated by her parents, especially her mother.
- Leyla ailesi tarafından, özellikle de annesi tarafından sosyal olarak soyutlanmıştı.
She is of American parentage.
- O, Amerikan soyundandır.
She is of American parentage.
- O, Amerikan soyundandır.
Their family name is written on their mailbox.
- Onların soyadı posta kutusunda yazılıdır.
Write only your family name in capitals.
- Sadece soyadınızı büyük harflerle yazın.
Tragedy is the entertainment of the nobles.
- Trajedi soyluların eğlencesidir.
Helium, neon, argon, krypton, xenon and radon are noble gases.
- Helyum, neon, argon, kripton, ksenon ve radon soy gazlardır.
Tom ate the orange without peeling it first.
- Tom, daha kabuğunu soymadan portakalı yedi.
Tell her that I am peeling the potatoes.
- Patatesleri soyduğumu ona söyle.
He has something to do with the robbery.
- Onun soygunla ilgili yapacak bir şeyi var.
Two robbers broke into a store.
- İki soyguncu bir mağazaya girdi.
Sami's house has been burglarized.
- Sami'nin evi soyuldu.
Tom devised a plan to burglarize Mary's house.
- Tom, Mary'nin evinini soymak için bir plan geliştirdi.
She stripped the child and put him in the bath.
- O, çocuğu soydu ve onu banyoya koydu.
The English language is cognate to the German language.
- İngiliz dili Alman diline soydaştır.
English and German share a common ancestor.
- İngilizce ve Almanca ortak bir soyu paylaşırlar.
Peel the potatoes and carrots.
- Patatesleri ve havuçları soy.
Please peel the potatoes.
- Lütfen patatesleri soy.
We were burgled once.
- Biz bir kez soyulduk.
She stripped the child and put him in the bath.
- O, çocuğu soydu ve onu banyoya koydu.
The theory is too abstract for me.
- Teori benim için çok soyuttur.
Some abstract art is difficult to understand.
- Bazı soyut sanatları anlaması zordur.
She goes running every morning.
- O her sabah koşmaya gider.
Do you study English every day?
- Her gün İngilizce çalışıyor musun?
Are you feeling under the weather?
- Kendini kötü hissediyor musun?
Feeling tired after his walk in the country, he took a nap.
- Kırsaldaki yürüyüşünden sonra yorgun hissettiği için şekerleme yaptı.
Tom wondered why soybean prices were dropping.
- Tom soya fasulyesi fiyatlarının neden düştüğünü merak ediyordu.
The company produces soy sauce and other food products.
- Şirket soya sosu ve diğer gıda ürünlerini üretiyor.
I've had a runny nose for two days and I've been feeling an uncomfortable sensation in my throat.
- İki gündür burnum akıyor ve boğazımda bir rahatsızlık hissediyorum.
I can't feel anything in my left foot; there's no sensation at all.
- Ben sol ayağımda bir şey hissedemiyorum; hiç duygu yok.
She must have sensed something odd.
- Garip bir şey hissetmiş olmalı.
Tom sensed that Mary was in pain.
- Tom Mary'nin acı çektiğini hissetti.
Tom's researched his family history and intends to send a detailed family tree to all of his relatives.
- Tom aile geçmişini araştırdı ve tüm akrabalarına detaylı bir soy ağacı göndermek niyetinde.
Eugene is a genealogist.
- Eugene bir soy izleme uzmanıdır.
I'm feeling a lot better.
- Çok daha iyi hissediyorum.
Do you feel any pain in your stomach?
- Karnında herhangi bir acı hissediyor musun?
Open an image and select an image layout. Click Open for opening an image. Click Quit for quitting the program. Image Layout feature allows you to view in any layout.
- Bir resim açın ve bir resim düzeni seçin. Bir resim açmak için Aça tıklatın. Programdan çıkmak için Çıkışı tıklatın. Resim Düzeni özelliği herhangi bir düzende göstermenize olanak tanır.
His daughter is eager to go with him anywhere.
- Kızı onunla her yere gitmeye hevesli.
The president appointed each man to the post.
- Genel müdür her bir adamı görevine atadı.
Brush your teeth after each meal.
- Her yemekten sonra dişlerini fırçala.
Can you see anything at all there?
- Orada herhangi bir şey görebiliyor musun?
Bill is honest all the time.
- Bill her zaman dürüsttür.
She planted some pansies in the flower bed.
- Çiçekliğe bazı hercai menekşeler dikti.
Pandas spend at least 12 hours each day eating bamboo.
- Pandalar her gün en az 12 saati bambu yiyerek geçirirler.
Jane Goodall discovered that chimpanzees are omnivorous, not vegetarian.
- Jane Goodall şempanzelerin her şeyi yediklerini, vejetaryen olmadıklarını keşfetti.
Only God can safely be omnipotent.
- Sadece Tanrı güvenle her şeye gücü yeter olabilir.
They felt many emotions on their wedding day.
- Düğün günlerinde çok duygular hissettiler.
If we let our reasoning power be overshadowed by our emotions, we would be barking up the wrong tree all the time.
- Muhakeme gücümüzün hislerimiz tarafından gölgelenmesine izin verirsek her zaman yanlış ağaca havluyor oluruz.
You don't marry someone you can live with — you marry the person whom you cannot live without.
- Sen yaşayabileceğin herhangi biriyle evlenme - sen onsuz yaşayamayacağın kişiyle evlen.
Everyone has the right to rest and leisure, including reasonable limitation of working hours and periodic holidays with pay.
- Her şahsın dinlenmeye, eğlenmeye, bilhassa çalışma müddetinin makul surette sınırlandırılmasına ve muayyen devrelerde ücretli tatillere hakkı vardır.
Tom comes here every single day.
- Tom her tek günde buraya gelir.
Tom does this every single time.
- Tom bunu her zaman yapar.
He was in favor of equality for all.
- O, herkes için eşitliğin lehindeydi.
That dispute has been settled once and for all.
- O tartışma bir zamanlar karara bağlandı ve herkes için.
You may take either of the two books.
- İki kitaptan herhangi birini alabilirsin.
Either way will lead you to the station.
- Her iki yol da seni istasyona götürecektir.
Do you believe in extrasensory perception?
- Altıncı hisse inanıyor musun?
I wonder if I should trust my instincts.
- Hislerime güvenmem gerekip gerekmediğini merak ediyorum.
He believes whatever I say.
- O, söylediğim her şeye inanır.
Whatever has a beginning also has an end.
- Her yokuşun bir de inişi vardır.
Give it to whoever wants it.
- Onu her kim isterse ona ver.
Sam helps whoever asks him to.
- Sam yardım isteyen herkese yardım eder.
Tom couldn't help but feel sentimental.
- Tom duygusal hissetmekten kendini alamadı.
Tom wondered why soybean prices were dropping.
- Tom soya fasulyesi fiyatlarının neden düştüğünü merak ediyordu.
Chicken, tuna and soybeans are good sources of protein.
- Tavuk, ton balığı ve soya fasulyesi iyi protein kaynaklarıdır.