sonsuz

listen to the pronunciation of sonsuz
Türkçe - İngilizce
eternal

Above the moon, everything is eternal; below, there is nothing save mortality. - Ayın üstünde, her şey sonsuz; altında, insanoğlu hariç bir şey yok.

What will happen in the eternal future that seems to have no purpose, but clearly just manifested by fate? - Hiçbir amacı yokmuş gibi görünen ama var olmaktan başka bir kaderi olmadığı da açık olan bir sonsuzluktaki sonsuz gelecekte neler olacak?

endless

Thank you for the endless support! - Sonsuz destek için teşekkür ederim!

I'm getting endlessly annoyed by this foolishness. - Bu aptallık tarafından sonsuz bir şekilde rahatsız oluyorum.

infinite

The number of fools is infinite. - Aptalların sayısı sonsuzdur.

Are we humans alone in this infinite universe? - Biz insanlar bu sonsuz evrende yalnız mıyız?

indefinite

Will the universe expand indefinitely? - Evren sonsuza kadar genişleyecek mi?

unflagging
endless, eternal, infinite, abiding, boundless
absolute
for good

He left Japan for good. - O sonsuza dek Japonya'ya terk etti.

I'll remember this incident for good. - Bu olayı sonsuza kadar hatırlayacağım.

(Matematik) immeasurably small
plenary
(Bilgisayar) infinity

The two mirrors facing each other created a repeating image that went on to infinity. - Birbirlerine bakan iki ayna, sonsuza kadar yinelenen bir görüntü yarattı.

unfailing
never-ending
beyond measure
overweening
(Latin) ad infinitum
bottomless
infinte
never ending
illimitable
interminable
without end

Better an end with horror than a horror without end. - Korkulu bir son sonsuz bir korkudan daha iyidir.

sempiternal
immeasurable
no end

Time has no end. It's endless. - Zamanın sonu yoktur. Sonsuzdur

(Hukuk) boundless
immortal

Change alone is eternal, perpetual, immortal. - Tek başına değişim, sürekli, sonsuz ve ölümsüzdür.

I will forever be immortal. - Sonsuza dek ölümsüz olacağım.

timeless
abiding
endless, eternal
dateless
abysmal
undying

You have my undying loyalty, Captain. - Sen benim sonsuz sadakatime sahipsin, Kaptan.

Tom bought an eternity ring for Mary, as a token of his undying love for her. - Tom ona duyduğu ölümsüz aşkın bir simgesi olarak Mary'ye bir sonsuzluk yüzüğü satın aldı.

unending
no end of
limitless
everlasting

She attained everlasting fame through her work. - O, çalışması sayesinde sonsuz üne ulaştı

Everlasting fear, everlasting peace. - Sonsuz korku, sonsuz barış.

imperishable
measureless
unceasing
ınfinite
infinit
unlimited
son
ultimate

Ultimately, he ended up going to school. - Sonuçta, okula gitmeye son verdi.

Such considerations ultimately had no effect on their final decision. - Bu tür düşüncelerin sonuçta onların nihai kararı üzerinde herhangi bir etkisi olmamıştır.

son
recent

Recently, they have not been giving her her paycheck on time. - Son zamanlarda, ona maaş çekini zamanında vermiyorlar.

Recent advances in medicine are remarkable. - Tıptaki son gelişmeler dikkat çekiyor.

son
end

There will be an economic crisis at the end of this year. - Bu yılın sonunda bir ekonomik kriz olacak.

The drugstore is at the end of this road. - Eczane yolun sonunda.

son
{s} latest

I found his latest novel interesting. - Onun en son romanını ilginç buldum.

I just bought the latest version of this MP3 player. - Ben az önce bu MP3 çaların en son sürümünü satın aldım.

son
last

Lastly, she went to America. - Son olarak o Amerika'ya gitti.

Advances in science and technology and other areas of society in the last 100 years have brought to the quality of life both advantages and disadvantages. - Son 100 yılın bilim ve teknoloji ve topluluğun diğer alanlarındaki gelişmeler hayat kalitesine hem avantajlar hem de dezavantajlar getirdi.

son
final

He finally became the president of IBM. - O, sonunda IBM'in başkanı oldu.

Because of hunger and fatigue, the dog finally died. - Açlıktan ve yorgunluktan dolayı, köpek sonunda öldü.

sonsuz büyüklük
infinity
sonsuz döngü
endless loop, infinite loop
sonsuz derinlik şiir
abysm
sonsuz dizi
(Bilgisayar) infinite series
sonsuz dürtü yanıtı
(Bilgisayar,Teknik) infinite impulse response
sonsuz gerileme
infinite regress
sonsuz gruplar
infinite groups
sonsuz küçük
(Matematik) infinitésimal
sonsuz küçükler hesabı
(Matematik) infinitesimal calculus
sonsuz olarak
ad infinitum
sonsuz sıra
(Bilgisayar) infinite sequence
sonsuz vida
screw conveyor
sonsuz vida dişlisi
worm
sonsuz öncelikli düzence
(Bilgisayar,Teknik) preemptive priority discipline
Sonsuz olan şey
infinite
sonsuz arz esnekliği
(Ticaret) perfect elasticity of supply
sonsuz bant
endless belt
sonsuz bir şekilde
bottomlessly
sonsuz bir şekilde
unendingly
sonsuz biçimde
ad infinitum
sonsuz blanket
endless blanket
sonsuz büyük sayı
zillion
sonsuz derinlik
(şiir) abysm
sonsuz dişli
perpetual screw
sonsuz dişli
worm
sonsuz dişli
worm gear
sonsuz dişli direksiyon
worm gear steering
sonsuz dişli kiti
worm gear kit
sonsuz dişli çarkı
worm wheel
sonsuz dişli ünitesi
worm gear unit
sonsuz evrene inanmama
(Felsefe) acosmism
sonsuz film
loop film
sonsuz gayret
infinite pains
sonsuz genişleme cismi
(Matematik) infinite extension field
sonsuz grup
(Matematik) infinite group
sonsuz halatlı taşıma
endless rope haulage
sonsuz hat
infinite line
sonsuz hoparlör ekranı
(Elektrik, Elektronik,Teknik) infinite baffle
sonsuz integral
(Matematik) infinite integral
sonsuz kayış
endless belt
sonsuz kayışlı fırın
conveyor furnace
sonsuz kök
(Matematik) infinite root
sonsuz küme
infinite set
sonsuz kütle
(Havacılık) infinite mass
sonsuz küçük
infinitesimal
sonsuz küçük
immeasurably small
sonsuz küçük değer
infinitesimal
sonsuz küçük miktar
infinitesimal quantity
sonsuz mutluluk
beatitude
sonsuz nişan ayar usulü
(Askeri) infinity method
sonsuz olarak
eternally
sonsuz olarak
illimitably
sonsuz olmama
finitude
sonsuz palet
endless track
sonsuz persistanslı ekran
(Elektrik, Elektronik,Teknik) infinite persistence screen
sonsuz sayılabilir küme
(Matematik,Teknik) denumerably infinite set
sonsuz sayılabilir küme
(Matematik) countably infinite set
sonsuz sayılar
(Matematik) infinite numbers
sonsuz talep esnekliği
(Ticaret) perfect elasticity of demand
sonsuz tümlev
(Matematik) infinite integral
sonsuz tırtıl
endless track
sonsuz uzay
infinite space
sonsuz uzun zaman süreci
coon's age
sonsuz uzunlukta kanat
(Havacılık) infinite-span wing
sonsuz vida
endless screw, worm
sonsuz vida
worm
sonsuz vida
worm gear
sonsuz vida dişlisi
worm gear
sonsuz vida dişlisi
screw gear
sonsuz vida dişlisi
worm wheel
sonsuz vida mech
worm screw
sonsuz vidalı konveyör
worm feed
sonsuz yapmak
eternalize
sonsuz zincir
endless chain
sonsuz çarpım
(Matematik) infinite product
sonsuz öbek
(Matematik) infinite group
sonsuz özgürlük
(deyim) a free hand
sonsuz ışık ve bolluk ülkesinden kimse
Hyperborean
son
finish

A few minutes after he finished his work, he went to bed. - İşini bitirdikten birkaç dakika sonra, o yatmaya gitti.

I'll come over after I finish the work. - İşi bitirdikten sonra uğrayacağım.

son
result

Many diseases result from poverty. - Çoğu hastalık yoksulluktan sonuçlanır.

If you divide any number by zero, the result is undefined. - Eğer herhangi bir sayıyı sıfıra bölerseniz, sonuç tanımsızdır.

son
conclusion

What led you to this conclusion? - Seni bu sonuca götüren nedir?

We came to the conclusion that we should help him. - Ona yardım etmemiz gerektiği sonucuna vardık.

son
supreme

It made me supremely happy. - Bu beni son derece mutlu etti.

son
last; recent; latest; final; definitive; last; end, conclusion, close; ending; final; expiration; end, death; result; breakup; placenta, afterbirth
son
{i} close

The store is closed until further notice. - Bir sonraki duyuruya kadar mağaza kapalı.

He went to the store at the last minute, just before it closed. - O, tam kapanmadan önce, o son dakikada dükkâna gitti.

son
{s} late

Did the error occur right from the start or later on? - When? - Hata baştan sağda mı yoksa sonradan mı meydana geldi? - Ne zaman?

Hurry up, or you will be late for the last train. - Acele et, yoksa son treni kaçıracaksın.

son
{i} ending

The story had a happy ending. - Hikayenin mutlu bir sonu vardı.

I like stories that have sad endings. - Hüzünlü sonları olan hikayeleri severim.

Son
to
son
bottom

Tom found the wallet he thought he'd lost after searching the house from top to bottom. - Evi baştan aşağı aradıktan sonra Tom, kaybettiğini düşündüğü cüzdanı buldu.

If your baby is prone to rashes, you may want to apply diaper cream, powder, or petroleum jelly after cleaning your baby's bottom. - Bebeğiniz pişiklere eğilimli ise, bebeğinizin altını temizledikten sonra bebek bezi kremi, toz veya vazelin uygulamak isteyebilirsiniz.

son
(Bilgisayar) in the last

The population has doubled in the last five years. - Nüfus son beş yıl içinde iki katına çıkmıştır.

Tom has been convicted of drunken driving twice in the last four years. - Tom son dört yılda iki kez alkollü araba sürmekten mahkûm edildi.

son
lattermost
son
cross-section
son
foot

Football is a simple game. 22 men chase a ball for 90 minutes, and at the end the Germans always win. - Futbol basit bir oyundur.22 Adam bir topun peşinden 90 dakika boyunca koşar ve sonunda hep Almanların kazandığı bir oyundur.

We will play football after school. - Okuldan sonra futbol oynayacağız.

son
kiss-off
son
tail
son
(deyim) fag-end
son
end-all
son
lag end
son
all in all

All in all, after ten years of searching, my friend got married to a girl from the Slantsy region. - Her şeyi düşünerek, on yıllık araştırmadan sonra, arkadaşım Slantsy bölgesinden bir kızla evlendi.

All in all, how many different schools have you attended? - Sonuçta, kaç tane farklı okula devam ettin?

son
aftermath
son
culminate

The European Union is set up with the aim of ending the frequent and bloody wars between neighbours, which culminated in the Second World War. - Avrupa Birliği, ikinci dünya savaşı ile sonuçlanan sık ve kanlı komşu devletler arasındaki savaşları bitirme amacıyla kuruldu.

The celebrations culminated in a spectacular fireworks display. - Kutlamalar muhteşem bir havai fişek gösterisi ile sonuçlandı.

son
expiree
son
death

He took charge of the firm after his father's death. - O, babasının ölümünden sonra firmanın sorumluluğunu üstüne aldı.

He took charge of the firm after his father's death. - Babasının ölümünden sonra firmanın sorumluluğunu o aldı.

son
tip
son
inappellable
son
expire

If your visa expires, you must leave China. - Vizen sona ererse Çin'i terk etmek zorundasın.

The contract expires today. - Antlaşma bugün sona eriyor.

son
breakup
son
(Tıp) secundines
son
the last

The last time I went to China, I visited Shanghai. - Çin'e gittiğim en son zaman, Şangay'ı ziyaret ettim.

Saturday is the last day of the week. - Cumartesi, haftanın son günüdür.

son
terminatory
son
firm

He took charge of the firm after his father's death. - Babasının ölümünden sonra firmanın sorumluluğunu o aldı.

Tom lost his job because the firm decided that a robot could do his job better. - Tom işini kaybetti. Çünkü firma bir robotun onun işini daha iyi yapabildiği sonucuna vardı.

son
concluding

I was too hasty in concluding that he was lying. - Onun yalan söylediği sonucuna varmada çok aceleci davrandım.

Members of the board will meet for a concluding session on March 27, 2013. - Yönetim kurulu üyeleri, 27 Mart 2013 tarihinde bir sonuç oturumu için bir araya gelecek.

son
utter

He was utterly perplexed. - O son derece şaşırmıştı.

Tom was utterly disappointed. - Tom son derece hayal kırıklığına uğradı.

son
desistence
son
(Tıp) sone

I heard there were many double suicides in Sonezaki. - Sonezaki'de birçok çift intihar olduğunu duydum.

Monica Sone was a Japanese-American writer. - Monica Sone, Japon asıllı Amerikalı bir yazardı.

son
lag
son
water

What would you like after dinner? Coffee, tea, or mint water? - Akşam yemeğinden sonra ne istersin? Kahve, çay ya da nane suyu?

The water pipes froze and then burst. - Su boruları dondu ve sonra patladı.

son
desition
son
(Denizbilim) boundary
son
{i} sunset

It got cold after sunset. - Gün batımından sonra hava soğudu.

We arrived about forty-five minutes after sunset. - Gün batımından yaklaşık kırk beş dakika sonra vardık.

son
expiration
son
crucial

The first minutes after a heart attack are crucial. - Bir kalp krizinden sonra ilk dakikalar çok önemlidir.

son
sequel
son
latter

The end of which there were two little sketches of rhetoric and logic, the latter finishing with a specimen of a dispute in the Socratic method. - Onun sonunda konuşma sanatı ve mantık ile ilgili , Socrates metodunda herhangi bir anlaşmazlık örneği ile biten ikincisinin sonunda iki küçük skeç vardı.

Love is above money. The latter can't give as much happiness as the former. - Sevgi paranın üstündedir. Sonraki önceki kadar çok mutluluk veremez.

son
termination
son
terminal

Sami learned he had terminal cancer. - Sami son aşamada bir kanseri olduğunu öğrendi.

son
closure
son
top end
son
culmination
son
doom

They fled the doomed company like rats deserting a sinking ship. - Onlar sonu gelmiş şirketten, batan gemiyi terk eden fareler gibi kaçtılar.

son
extreme

Tom is extremely busy now. - Tom şimdi son derece meşgul.

Their equipment is extremely advanced. - Onların cihazı son derece gelişmiş.

son
{s} farewell
pek çok, sonsuz
many, infinitely
son
last of
son
by the end

You will have guessed its meaning by the end of the chapter. - Bölümün sonunda onun anlamını tahmin etmiş olacaksınız.

He will have lived here for ten years by the end of next month. - Gelecek ayın sonunda on yıldır burada yaşamakta olacak.

sonsuz dişli
infinity spin
artı sonsuz
plus infinite
direksiyon sonsuz dişlisi
(Otomotiv) steering worm gear
eksi sonsuz
(Matematik) negatively infinite
eksi sonsuz
minus infinite
son
bedrock
son
fate

The last witness sealed the prisoner's fate. - Son tanık mahkûmun kaderini belirledi.

In the end the two families accepted their fate. - Sonunda iki aile kaderini kabul etti.

son
curtains

The room looks different after I've changed the curtains. - Perdeleri değiştirmemden sonra oda farklı görünüyor.

son
nth
son
definitive
son
full

Tom had pockets full of cash after a lucky night at the casino. - Kumarhanedeki şanslı bir geceden sonra, Tom'un cepler dolusu nakiti vardı.

The bus is full. You'll have to wait for the next one. - Otobüs dolu. Bir sonraki için beklemeniz gerekecek.

son
conclusive
son
tail end
son
afterbirth; placenta
son
end , final , last
son
full stop

Please add a full stop at the end of your sentence. - Lütfen cümlenizin sonuna bir nokta ekleyin.

One should put a full stop at the end of the sentence. - Biri cümlenin sonunda bir nokta koymalı.

son
finishing

I'll add the finishing touches. - Son rötuşları ekleyeceğim.

The end of which there were two little sketches of rhetoric and logic, the latter finishing with a specimen of a dispute in the Socratic method. - Onun sonunda konuşma sanatı ve mantık ile ilgili , Socrates metodunda herhangi bir anlaşmazlık örneği ile biten ikincisinin sonunda iki küçük skeç vardı.

son
extremity
son
denouement
son
secundine
son
last; final; the most recent
son
omega
son
afterbirth
son
kiss off
son
quietus
son
lastly, last, at the end, after all the others
son
ruination
son
expiry
son
finis

Apply two coats of the paint for a good finish. - İyi bir sonuç için iki tabaka boya uygula.

Having finished my work, I left the office. - İşimi bitirdikten sonra bürodan ayrıldım.

son
end, conclusion, termination
son
(Hukuk) outcome

You've got to answer for the outcome. - Sonucun hesabını vermek zorundasın.

The outcome of the election is doubtful. - Seçim sonuçları şüphelidir.

son
epilogue
son
{i} upshot
son
{i} issue

The latest issue of the magazine will come out next Monday. - Derginin son basımı gelecek pazartesi yayınlanacak.

son
kibosh
son
dernier
son
fine

It will be fine this afternoon. - Bu öğleden sonra hava güzel olacak.

When was the last time you paid a fine? - En son ne zaman bir para cezası ödedin?

İngilizce - İngilizce

sonsuz teriminin İngilizce İngilizce sözlükte anlamı

SON
SupraOptic Nucleus
SON
socked on the nose
SON
Sonora, a state of Mexico
Son
Jesus Christ, whom Christians believe to be the son of God
son
A male child, a boy or man in relation to his parents; one's male offspring

The Chinese and Indians say all too often: I want a son, not a daughter..

son
A male adopted person in relation to his adoption parents
son
{i} male child, male offspring
son
{n} a male-child, native, descendant
son
(Service Order Number): The SON is the number issued by the local exchange carrier to confirm the order for the ISDN service It provides a matching number for cross referencing the order to the phone company
son
the divine word of God; the second person in the Trinity (incarnate in Jesus)
son
A man, especially a famous man, can be described as a son of the place he comes from. New Orleans's most famous son, Louis Armstrong. sons of Africa
son
feelings Some people use son as a form of address when they are showing kindness or affection to a boy or a man who is younger than them. Don't be frightened by failure, son
son
a male human offspring; "their son became a famous judge"; "his boy is taller than he is"
son
A familiar address to a male person from an older or otherwise more authoritative person
son
A male person who has such a close relationship with an older or otherwise more authoritative person that he can be regarded as a son of the other person
son
A missionary for whom one acted as trainer
son
the divine word of God; the second person in the Trinity (incarnate in Jesus) a male human offspring; "their son became a famous judge"; "his boy is taller than he is
son
A male descendant, however distant; hence, in the plural, descendants in general
son
A male descendant
son
Someone's son is their male child. He shared a pizza with his son Laurence Sam is the seven-year-old son of Eric Davies They have a son
son
A male person considered to have been significantly shaped by some external influence
son
Jesus Christ, the Savior; called the Son of God, and the Son of man
son
The produce of anything
son
The Son is the Source of Reason, LOGOS, in the universe There is only one Son, one Reason, one LOGOS, one Christ (Traditionally, the LOGOS in John 1 1 was translated as "the Word," but the Greek LOGOS can also be translated as "Reason ")
son
Any young male person spoken of as a child; an adopted male child; a pupil, ward, or any other young male dependent
son
A male child; the male issue, or offspring, of a parent, father or mother
son
equals
son
The SON is the number issued by the local exchange carrier to confirm the order for the ISDN service It provides a matching number for cross referencing the order to the phone company
son
male child, as in: He brought his son and daughter to work today to teach them about our industry
son
A Cuban dance similar to the Bolero except that it is wilder in rhythmic accent and more violent in step pattern It is the Son which first served as a basis for the Mambo which in turn became the triple Mambo, now known as Cha Cha This slow rhythmic dance was originally in 2/4 time It became Americanized and is usually played in 4/4 time
son
but
son
An early style of Cuban dance music, resulting from the blending of African and Spanish influences; the root of most of the familiar styles of Afro-Cuban dance music It was played by small bands, using guitar or tres, maracas, guiro, claves, bongo, and other instruments
son
One important form the the merging of African and Spanish influences resulted in, it is the root of most familiar styles of Afro-Cuban dance music A blend of the music of the spanish farmers (campesinos) and African slaves, it is believed to have originated in Oriente (the eastern province of Cuba) toward the end of the 19th century (slavery was abolish in 1878) It was played by small bands, using guitar or tres, maracas, guiro, claves, bongo, a marimbula and a botija The more urban style played in Havana at the beginning of the century became a national style in 1920
son
Most influential Cuban style initiated in the second half of the nineteenth century in the eastern province of Oriente It combines Spanish elements of the Canci n style and instruments with African rhythm and percussion Early forms were interpreted by the Campesinos and developed by the Changui groups
son
abbr Service Order Number
son
A native or inhabitant of some specified place; as, sons of Albion; sons of New England
son
Summary of Need
son
The son is perhaps the oldest and certainly the classic Afro-Cuban form, an almost perfect balance of African and Hispanic elements Originating in Oriente province, it surfaced in Havana around World War I and became a popular urban music played by string-and-percussion quartets and septetos Almost all the numbers Americans called rumbas were, in fact, sones "El Manicero" ("The Peanut Vendor") was a form of son derived from the street cries of Havana and called a pregon The rhythm of the son is strongly syncopated, with a basic chicka-CHUNG pulse
son
A male child, a boy or man in relation to his parents; ones male offspring
Türkçe - Türkçe
Ölçülemeyecek kadar çok veya büyük olan
Sonu, sınırı olmayan, çok: "İçimdeki ülkede bu ordu insanlarına karşı sonsuz bir sevgi ve minnet var."- R. E. Ünaydın
Sonu ve sınırı olmayan şey
Sonu olmayan, hiç bitmeyen, ebedi: "Seninle arkadaşlığımız sonsuz olacak."- M. Yesarî. Ölçülemeyecek kadar çok veya büyük olan
Sonu olmayan, her niceliği aşabilen değişken (nicelik)
Sonu olmayan, hiç bitmeyen, ebedi
Sınırları olmayan
Sonu, sınırı olmayan, çok
(Osmanlı Dönemi) BÂKİ
tükenmez
sonsuz küçük
Sıfıra eşit olmamak şartıyla, herhangi bir sayıdan daha çok sıfıra yakın olabilen değişken
Son
nihayet

Nihayet doktorun sekreteri Tom'un adını seslendi. - Sonunda doktorun sekreteri Tom'un ismini çağırdı.

Tom nihayet eşcinsel olduğunu itiraf ettiğinde herkes zaten onun eşcinsel olduğunu biliyordu. - Tom sonunda kabullenmeye karar verdiğinde herkes zaten onun eşcinsel olduğunu biliyordu.

Son
münteha
son
En arkada bulunan
son
Artık ondan ötesi veya başkası olmayan
son
Olum. Olanca: "Son kuvvetiyle: Ya Ali! diye bağırdı
son
Etene
son
Plasenta
son
Şimdiki zamana en yakın zamandan beri olan veya bu zamanda yapılmış, olmuş olan, ilk karşıtı
son
"- M
son
Şimdiki zamana en yakın zamandan beri olan veya bu zamanda yapılmış, olmuş olan, ilk karşıtı: "Gündüzün son ışıklarıyla beraber sanki odadan eşya da çekiliyordu."- P. Safa
son
Bir şeyin en arkadan gelen bölümü, bitimi, nihayet
son
Olanca
son
Levent Kırca'nın yönettiği bir film
son
Ses gürlüğü birimi
son
En son, bitiş nihayet
son
Olum
son
Artık ondan ötesi veya başkası olmayan: "Son altı karıncayı Kadırga meydanında birkaç yıl evvel görmüştüm."- H. A. Yücel
son
Etene, eş, döl eşi, meşime, plasenta
son
(Osmanlı Dönemi) ahir
İngilizce - Türkçe

sonsuz teriminin İngilizce Türkçe sözlükte anlamı

son
oğul

Şimdi büyük oğullar babalarından oldukça bağımsızlar. - The elder sons are now quite independent of their father.

Tom oğullarını öldüren kaza için Mary'yi suçladı. - Tom blamed Mary for the accident that killed their son.

son
erkek evlat.oğul
son
{i} çocuk

Tom oğluna çocukları yiyen bir canavar hakkındaki hikayeyi anlattı. - Tom told his son the story about a monster that ate children.

Şarkı söyleyen çocuk benim erkek kardeşimdir. - The boy singing a song is my brother.

son
it oğlu it
son
Hay Allah
son
evladım
son
piç oğlu piç
son
Hazreti İsa
son
{i} oğul, erkek evlat
son
son of a gun it kırıntısı
son
oğlu

Aptal oğlumun ne yaptığını biliyor musun? Şimdi bile o üniversiteden mezun olup iş bulmak yerine tüm zamanını pachinko oynayarak geçiriyor. - You know what my idiot son's doing? Even now he's graduated from university he spends all his time playing pachinko instead of getting a job.

Benim bir oğlum ve bir de kızım var. Oğlum New York'ta ve kızım da Londra'da. - I have a son and a daughter. My son is in New York, and my daughter is in London.

son
oğlum

Küçük oğlum araba sürebiliyor. - My little son can drive a car.

Benim bir oğlum ve bir de kızım var. Oğlum New York'ta ve kızım da Londra'da. - I have a son and a daughter. My son is in New York, and my daughter is in London.

son
{i} erkek evlât

Tom bana bir erkek evlat gibi. - Tom is like a son to me.

Tom bana onun için bir erkek evlat gibi olduğumu söyledi. - Tom told me I was like a son to him.

son
ibn
son
mahdum
sonsuz