sonsuz

listen to the pronunciation of sonsuz
Türkçe - İngilizce
eternal

There is not past, no future; everything flows in an eternal present. - Geçmiş ve gelecek yok; her şey sonsuz bir şimdikilikte akıyor.

Change alone is eternal, perpetual, immortal. - Tek başına değişim, sürekli, sonsuz ve ölümsüzdür.

endless

I'm getting endlessly annoyed by this foolishness. - Bu aptallık tarafından sonsuz bir şekilde rahatsız oluyorum.

I cannot bear her endless love. - Onun sonsuz aşkına katlanamıyorum.

infinite

But the universe is infinite. - Fakat evren sonsuzdur.

The number of fools is infinite. - Aptalların sayısı sonsuzdur.

indefinite

Will the universe expand indefinitely? - Evren sonsuza kadar genişleyecek mi?

unflagging
endless, eternal, infinite, abiding, boundless
absolute
for good

He left Japan for good. - O sonsuza dek Japonya'ya terk etti.

He said good-bye for good. - O, sonsuza kadar elveda dedi.

(Matematik) immeasurably small
plenary
(Bilgisayar) infinity

The two mirrors facing each other created a repeating image that went on to infinity. - Birbirlerine bakan iki ayna, sonsuza kadar yinelenen bir görüntü yarattı.

unfailing
never-ending
beyond measure
overweening
(Latin) ad infinitum
bottomless
infinte
never ending
illimitable
interminable
without end

Better an end with horror than a horror without end. - Korkulu bir son sonsuz bir korkudan daha iyidir.

sempiternal
immeasurable
no end

Time has no end. It's endless. - Zamanın sonu yoktur. Sonsuzdur

(Hukuk) boundless
immortal

Change alone is eternal, perpetual, immortal. - Tek başına değişim, sürekli, sonsuz ve ölümsüzdür.

I will forever be immortal. - Sonsuza dek ölümsüz olacağım.

timeless
abiding
endless, eternal
dateless
abysmal
undying

Tom bought an eternity ring for Mary, as a token of his undying love for her. - Tom ona duyduğu ölümsüz aşkın bir simgesi olarak Mary'ye bir sonsuzluk yüzüğü satın aldı.

You have my undying loyalty, Captain. - Sen benim sonsuz sadakatime sahipsin, Kaptan.

unending
no end of
limitless
everlasting

True friendships are everlasting. - Gerçek dostluklar sonsuza kadardır.

She attained everlasting fame through her work. - O, çalışması sayesinde sonsuz üne ulaştı

imperishable
measureless
unceasing
ınfinite
infinit
unlimited
son
ultimate

Ultimately, he ended up going to school. - Sonuçta, okula gitmeye son verdi.

Such considerations ultimately had no effect on their final decision. - Bu tür düşüncelerin sonuçta onların nihai kararı üzerinde herhangi bir etkisi olmamıştır.

son
recent

I've been sluggish recently. - Son zamanlarda tembelleştim.

Recently, the increasing diversity of computer use has extended far beyond the realms of the office. - Son zamanlarda, bilgisayar kullanımında artan çeşitlilik, ofis alanlarının çok ötesine uzandı.

son
end

The international language Esperanto appeared in public at the end of 1887. - Uluslararası dil Esperanto, 1887'nin sonlarında herkese gösterildi.

There will be an economic crisis at the end of this year. - Bu yılın sonunda bir ekonomik kriz olacak.

son
{s} latest

His motorcycle is the latest model. - Onun motosikleti en son model.

I just bought the latest version of this MP3 player. - Ben az önce bu MP3 çaların en son sürümünü satın aldım.

son
last

Lastly, she went to America. - Son olarak o Amerika'ya gitti.

The last time I went to China, I visited Shanghai. - Çin'e gittiğim en son zaman, Şangay'ı ziyaret ettim.

son
final

The lioness finally gave chase to the gazelle. - Dişi aslan sonunda ceylanı kovaladı.

Finally we have learned the truth. - Sonunda,gerçeği öğrendik.

sonsuz büyüklük
infinity
sonsuz döngü
endless loop, infinite loop
sonsuz derinlik şiir
abysm
sonsuz dizi
(Bilgisayar) infinite series
sonsuz dürtü yanıtı
(Bilgisayar,Teknik) infinite impulse response
sonsuz gerileme
infinite regress
sonsuz gruplar
infinite groups
sonsuz küçük
(Matematik) infinitésimal
sonsuz küçükler hesabı
(Matematik) infinitesimal calculus
sonsuz olarak
ad infinitum
sonsuz sıra
(Bilgisayar) infinite sequence
sonsuz vida
screw conveyor
sonsuz vida dişlisi
worm
sonsuz öncelikli düzence
(Bilgisayar,Teknik) preemptive priority discipline
Sonsuz olan şey
infinite
sonsuz arz esnekliği
(Ticaret) perfect elasticity of supply
sonsuz bant
endless belt
sonsuz bir şekilde
bottomlessly
sonsuz bir şekilde
unendingly
sonsuz biçimde
ad infinitum
sonsuz blanket
endless blanket
sonsuz büyük sayı
zillion
sonsuz derinlik
(şiir) abysm
sonsuz dişli
perpetual screw
sonsuz dişli
worm
sonsuz dişli
worm gear
sonsuz dişli direksiyon
worm gear steering
sonsuz dişli kiti
worm gear kit
sonsuz dişli çarkı
worm wheel
sonsuz dişli ünitesi
worm gear unit
sonsuz evrene inanmama
(Felsefe) acosmism
sonsuz film
loop film
sonsuz gayret
infinite pains
sonsuz genişleme cismi
(Matematik) infinite extension field
sonsuz grup
(Matematik) infinite group
sonsuz halatlı taşıma
endless rope haulage
sonsuz hat
infinite line
sonsuz hoparlör ekranı
(Elektrik, Elektronik,Teknik) infinite baffle
sonsuz integral
(Matematik) infinite integral
sonsuz kayış
endless belt
sonsuz kayışlı fırın
conveyor furnace
sonsuz kök
(Matematik) infinite root
sonsuz küme
infinite set
sonsuz kütle
(Havacılık) infinite mass
sonsuz küçük
infinitesimal
sonsuz küçük
immeasurably small
sonsuz küçük değer
infinitesimal
sonsuz küçük miktar
infinitesimal quantity
sonsuz mutluluk
beatitude
sonsuz nişan ayar usulü
(Askeri) infinity method
sonsuz olarak
eternally
sonsuz olarak
illimitably
sonsuz olmama
finitude
sonsuz palet
endless track
sonsuz persistanslı ekran
(Elektrik, Elektronik,Teknik) infinite persistence screen
sonsuz sayılabilir küme
(Matematik,Teknik) denumerably infinite set
sonsuz sayılabilir küme
(Matematik) countably infinite set
sonsuz sayılar
(Matematik) infinite numbers
sonsuz talep esnekliği
(Ticaret) perfect elasticity of demand
sonsuz tümlev
(Matematik) infinite integral
sonsuz tırtıl
endless track
sonsuz uzay
infinite space
sonsuz uzun zaman süreci
coon's age
sonsuz uzunlukta kanat
(Havacılık) infinite-span wing
sonsuz vida
endless screw, worm
sonsuz vida
worm
sonsuz vida
worm gear
sonsuz vida dişlisi
worm gear
sonsuz vida dişlisi
screw gear
sonsuz vida dişlisi
worm wheel
sonsuz vida mech
worm screw
sonsuz vidalı konveyör
worm feed
sonsuz yapmak
eternalize
sonsuz zincir
endless chain
sonsuz çarpım
(Matematik) infinite product
sonsuz öbek
(Matematik) infinite group
sonsuz özgürlük
(deyim) a free hand
sonsuz ışık ve bolluk ülkesinden kimse
Hyperborean
son
finish

I will study abroad when I have finished school. - Okulu bitirdikten sonra yurtdışında eğitim yapacağım.

A few minutes after he finished his work, he went to bed. - İşini bitirdikten birkaç dakika sonra, o yatmaya gitti.

son
result

Many diseases result from poverty. - Çoğu hastalık yoksulluktan sonuçlanır.

The situation resulted in violence. - Durum şiddetle sonuçlandı.

son
conclusion

Only after a long dispute did they come to a conclusion. - Ancak uzun bir tartışmadan sonra bir sonuca vardılar.

We came to the conclusion that we should help him. - Ona yardım etmemiz gerektiği sonucuna vardık.

son
supreme

It made me supremely happy. - Bu beni son derece mutlu etti.

son
last; recent; latest; final; definitive; last; end, conclusion, close; ending; final; expiration; end, death; result; breakup; placenta, afterbirth
son
{i} close

It was clear to everyone that the vote would be close. - Seçim sonucunun yakın olacağı herkes tarafından biliniyordu.

Tom closed his diary after writing about that day's events. - Tom, o günkü olaylar hakkında yazdıktan sonra günlüğü kapattı.

son
{s} late

Did the error occur right from the start or later on? - When? - Hata baştan sağda mı yoksa sonradan mı meydana geldi? - Ne zaman?

I have not seen him lately. - Son zamanlarda onu görmedim

son
{i} ending

Most Hollywood movies have a happy ending. - Birçok Hollywood filmleri mutlu bir sona sahiptir.

I like stories that have sad endings. - Hüzünlü sonları olan hikayeleri severim.

Son
to
son
bottom

Tom sat at the bottom of the stairs wondering what he should do next. - Tom daha sonra ne yapması gerektiğini merak ederek merdivenlerin alt kısmında oturdu.

I bet my bottom dollar he is innocent. - Onun masum olduğuna son dolarıma bahse girerim.

son
(Bilgisayar) in the last

In the last analysis, methods don't educate children; people do. - Son analizlerde, metotlar çocukları eğitmezler; insanlar eğitir.

Advances in science and technology and other areas of society in the last 100 years have brought to the quality of life both advantages and disadvantages. - Son 100 yılın bilim ve teknoloji ve topluluğun diğer alanlarındaki gelişmeler hayat kalitesine hem avantajlar hem de dezavantajlar getirdi.

son
lattermost
son
cross-section
son
foot

It is fun playing football after school. - Okuldan sonra futbol oynamak eğlencelidir.

We will play football after school. - Okuldan sonra futbol oynayacağız.

son
kiss-off
son
tail
son
(deyim) fag-end
son
end-all
son
lag end
son
all in all

All in all, how many different schools have you attended? - Sonuçta, kaç tane farklı okula devam ettin?

All in all, after ten years of searching, my friend got married to a girl from the Slantsy region. - Her şeyi düşünerek, on yıllık araştırmadan sonra, arkadaşım Slantsy bölgesinden bir kızla evlendi.

son
aftermath
son
culminate

The celebrations culminated in a spectacular fireworks display. - Kutlamalar muhteşem bir havai fişek gösterisi ile sonuçlandı.

The European Union is set up with the aim of ending the frequent and bloody wars between neighbours, which culminated in the Second World War. - Avrupa Birliği, ikinci dünya savaşı ile sonuçlanan sık ve kanlı komşu devletler arasındaki savaşları bitirme amacıyla kuruldu.

son
expiree
son
death

He was the only recourse for his family after his father's death. - O, babasının ölümünden sonra ailesi için baş vurulacak tek kişiydi.

He took care of the business after his father's death. - O, babasının ölümünden sonra işle ilgilendi.

son
tip
son
inappellable
son
expire

My driver's license will expire next week. - Ehliyetimin süresi gelecek hafta sona eriyor.

This offer expires on August 15, 1999. - Bu teklif 15 Ağustos 1999 yılında sona erecek.

son
breakup
son
(Tıp) secundines
son
the last

The last straw breaks the camel's back. - Devenin belini kıran son saman çöpü.

The last time I went to China, I visited Shanghai. - Çin'e gittiğim en son zaman, Şangay'ı ziyaret ettim.

son
terminatory
son
firm

After fifteen years at a building firm, Bill Pearson was given the responsible position of area manager. - Bir inşaat şirketinde on beş yıldan sonra, Bill Pearson'a sorumlu bölge müdürü pozisyonu verildi.

He took charge of the firm after his father's death. - O, babasının ölümünden sonra firmanın sorumluluğunu üstüne aldı.

son
concluding

Members of the board will meet for a concluding session on March 27, 2013. - Yönetim kurulu üyeleri, 27 Mart 2013 tarihinde bir sonuç oturumu için bir araya gelecek.

I was too hasty in concluding that he was lying. - Onun yalan söylediği sonucuna varmada çok aceleci davrandım.

son
utter

Tom was utterly disappointed. - Tom son derece hayal kırıklığına uğradı.

Tom looks utterly confused. - Tom son derece şaşırmış görünüyor.

son
desistence
son
(Tıp) sone

Monica Sone was a Japanese-American writer. - Monica Sone, Japon asıllı Amerikalı bir yazardı.

I heard there were many double suicides in Sonezaki. - Sonezaki'de birçok çift intihar olduğunu duydum.

son
lag
son
water

Water will evaporate after it is boiled. - Su kaynatıldıktan sonra buharlaşır.

I needn't have watered the flowers. Just after I finished, it started raining. - Çiçekleri sulamama gerek yoktu. Bitirdikten hemen sonra yağmur yağmaya başladı.

son
desition
son
(Denizbilim) boundary
son
{i} sunset

We arrived about forty-five minutes after sunset. - Gün batımından yaklaşık kırk beş dakika sonra vardık.

It got cold after sunset. - Gün batımından sonra hava soğudu.

son
expiration
son
crucial

The first minutes after a heart attack are crucial. - Bir kalp krizinden sonra ilk dakikalar çok önemlidir.

son
sequel
son
latter

Fish and meat are both nourishing, but the latter is more expensive than the former. - Hem balık hem de et besleyici fakat sonraki öncekinden daha pahalı.

Love is above money. The latter can't give as much happiness as the former. - Sevgi paranın üstündedir. Sonraki önceki kadar çok mutluluk veremez.

son
termination
son
terminal

Sami learned he had terminal cancer. - Sami son aşamada bir kanseri olduğunu öğrendi.

son
closure
son
top end
son
culmination
son
doom

They fled the doomed company like rats deserting a sinking ship. - Onlar sonu gelmiş şirketten, batan gemiyi terk eden fareler gibi kaçtılar.

son
extreme

Tom is extremely thankful to Mary for her help. - Tom Mary'ye onun yardımı için son derece minnettar.

Their equipment is extremely advanced. - Onların cihazı son derece gelişmiş.

son
{s} farewell
pek çok, sonsuz
many, infinitely
son
last of
son
by the end

You will have guessed its meaning by the end of the chapter. - Bölümün sonunda onun anlamını tahmin etmiş olacaksınız.

Tom can expect to hear from us by the end of the month. - Tom gelecek ayın sonuna kadar bizden haber almayı bekleyebilir.

sonsuz dişli
infinity spin
artı sonsuz
plus infinite
direksiyon sonsuz dişlisi
(Otomotiv) steering worm gear
eksi sonsuz
(Matematik) negatively infinite
eksi sonsuz
minus infinite
son
bedrock
son
fate

The fate of the hostages depends on the result of the negotiation. - Tutsakların kaderi görüşmenin sonucuna göre değişir.

The last witness sealed the prisoner's fate. - Son tanık mahkûmun kaderini belirledi.

son
curtains

The room looks different after I've changed the curtains. - Perdeleri değiştirmemden sonra oda farklı görünüyor.

son
nth
son
definitive
son
full

The bus is full. You'll have to wait for the next one. - Otobüs dolu. Bir sonraki için beklemeniz gerekecek.

There needs to be a full stop at the end of a sentence. - Bir cümlenin sonunda nokta olması gerekir.

son
conclusive
son
tail end
son
afterbirth; placenta
son
end , final , last
son
full stop

There's a full stop missing from the end of the sentence. - Bu cümlenin sonunda bir nokta eksik.

Please add a full stop at the end of your sentence. - Lütfen cümlenizin sonuna bir nokta ekleyin.

son
finishing

Tom added a few finishing touches to the painting. - Tom tabloya birkaç son rötuşları ekledi.

I'm adding the finishing touches now. - Ben şimdi son rötuşları yapıyorum.

son
extremity
son
denouement
son
secundine
son
last; final; the most recent
son
omega
son
afterbirth
son
kiss off
son
quietus
son
lastly, last, at the end, after all the others
son
ruination
son
expiry
son
finis

Apply two coats of the paint for a good finish. - İyi bir sonuç için iki tabaka boya uygula.

A few minutes after he finished his work, he went to bed. - İşini bitirdikten birkaç dakika sonra, o yatmaya gitti.

son
end, conclusion, termination
son
(Hukuk) outcome

You've got to answer for the outcome. - Sonucun hesabını vermek zorundasın.

The game's outcome hangs on his performance. - Oyunun sonucu onun performansına bağlı.

son
epilogue
son
{i} upshot
son
{i} issue

The latest issue of the magazine will come out next Monday. - Derginin son basımı gelecek pazartesi yayınlanacak.

son
kibosh
son
dernier
son
fine

It's going to be fine this afternoon. - Bu öğleden sonra hava güzel olacak.

It will be fine this afternoon. - Bu öğleden sonra hava güzel olacak.

İngilizce - İngilizce

sonsuz teriminin İngilizce İngilizce sözlükte anlamı

SON
SupraOptic Nucleus
SON
socked on the nose
SON
Sonora, a state of Mexico
Son
Jesus Christ, whom Christians believe to be the son of God
son
A male child, a boy or man in relation to his parents; one's male offspring

The Chinese and Indians say all too often: I want a son, not a daughter..

son
A male adopted person in relation to his adoption parents
son
{i} male child, male offspring
son
{n} a male-child, native, descendant
son
(Service Order Number): The SON is the number issued by the local exchange carrier to confirm the order for the ISDN service It provides a matching number for cross referencing the order to the phone company
son
the divine word of God; the second person in the Trinity (incarnate in Jesus)
son
A man, especially a famous man, can be described as a son of the place he comes from. New Orleans's most famous son, Louis Armstrong. sons of Africa
son
feelings Some people use son as a form of address when they are showing kindness or affection to a boy or a man who is younger than them. Don't be frightened by failure, son
son
a male human offspring; "their son became a famous judge"; "his boy is taller than he is"
son
A familiar address to a male person from an older or otherwise more authoritative person
son
A male person who has such a close relationship with an older or otherwise more authoritative person that he can be regarded as a son of the other person
son
A missionary for whom one acted as trainer
son
the divine word of God; the second person in the Trinity (incarnate in Jesus) a male human offspring; "their son became a famous judge"; "his boy is taller than he is
son
A male descendant, however distant; hence, in the plural, descendants in general
son
A male descendant
son
Someone's son is their male child. He shared a pizza with his son Laurence Sam is the seven-year-old son of Eric Davies They have a son
son
A male person considered to have been significantly shaped by some external influence
son
Jesus Christ, the Savior; called the Son of God, and the Son of man
son
The produce of anything
son
The Son is the Source of Reason, LOGOS, in the universe There is only one Son, one Reason, one LOGOS, one Christ (Traditionally, the LOGOS in John 1 1 was translated as "the Word," but the Greek LOGOS can also be translated as "Reason ")
son
Any young male person spoken of as a child; an adopted male child; a pupil, ward, or any other young male dependent
son
A male child; the male issue, or offspring, of a parent, father or mother
son
equals
son
The SON is the number issued by the local exchange carrier to confirm the order for the ISDN service It provides a matching number for cross referencing the order to the phone company
son
male child, as in: He brought his son and daughter to work today to teach them about our industry
son
A Cuban dance similar to the Bolero except that it is wilder in rhythmic accent and more violent in step pattern It is the Son which first served as a basis for the Mambo which in turn became the triple Mambo, now known as Cha Cha This slow rhythmic dance was originally in 2/4 time It became Americanized and is usually played in 4/4 time
son
but
son
An early style of Cuban dance music, resulting from the blending of African and Spanish influences; the root of most of the familiar styles of Afro-Cuban dance music It was played by small bands, using guitar or tres, maracas, guiro, claves, bongo, and other instruments
son
One important form the the merging of African and Spanish influences resulted in, it is the root of most familiar styles of Afro-Cuban dance music A blend of the music of the spanish farmers (campesinos) and African slaves, it is believed to have originated in Oriente (the eastern province of Cuba) toward the end of the 19th century (slavery was abolish in 1878) It was played by small bands, using guitar or tres, maracas, guiro, claves, bongo, a marimbula and a botija The more urban style played in Havana at the beginning of the century became a national style in 1920
son
Most influential Cuban style initiated in the second half of the nineteenth century in the eastern province of Oriente It combines Spanish elements of the Canci n style and instruments with African rhythm and percussion Early forms were interpreted by the Campesinos and developed by the Changui groups
son
abbr Service Order Number
son
A native or inhabitant of some specified place; as, sons of Albion; sons of New England
son
Summary of Need
son
The son is perhaps the oldest and certainly the classic Afro-Cuban form, an almost perfect balance of African and Hispanic elements Originating in Oriente province, it surfaced in Havana around World War I and became a popular urban music played by string-and-percussion quartets and septetos Almost all the numbers Americans called rumbas were, in fact, sones "El Manicero" ("The Peanut Vendor") was a form of son derived from the street cries of Havana and called a pregon The rhythm of the son is strongly syncopated, with a basic chicka-CHUNG pulse
son
A male child, a boy or man in relation to his parents; ones male offspring
Türkçe - Türkçe
Ölçülemeyecek kadar çok veya büyük olan
Sonu, sınırı olmayan, çok: "İçimdeki ülkede bu ordu insanlarına karşı sonsuz bir sevgi ve minnet var."- R. E. Ünaydın
Sonu ve sınırı olmayan şey
Sonu olmayan, hiç bitmeyen, ebedi: "Seninle arkadaşlığımız sonsuz olacak."- M. Yesarî. Ölçülemeyecek kadar çok veya büyük olan
Sonu olmayan, her niceliği aşabilen değişken (nicelik)
Sonu olmayan, hiç bitmeyen, ebedi
Sınırları olmayan
Sonu, sınırı olmayan, çok
(Osmanlı Dönemi) BÂKİ
tükenmez
sonsuz küçük
Sıfıra eşit olmamak şartıyla, herhangi bir sayıdan daha çok sıfıra yakın olabilen değişken
Son
nihayet

Tom nihayet eşcinsel olduğunu itiraf ettiğinde herkes zaten onun eşcinsel olduğunu biliyordu. - Tom sonunda kabullenmeye karar verdiğinde herkes zaten onun eşcinsel olduğunu biliyordu.

Nihayet doktorun sekreteri Tom'un adını seslendi. - Sonunda doktorun sekreteri Tom'un ismini çağırdı.

Son
münteha
son
En arkada bulunan
son
Artık ondan ötesi veya başkası olmayan
son
Olum. Olanca: "Son kuvvetiyle: Ya Ali! diye bağırdı
son
Etene
son
Plasenta
son
Şimdiki zamana en yakın zamandan beri olan veya bu zamanda yapılmış, olmuş olan, ilk karşıtı
son
"- M
son
Şimdiki zamana en yakın zamandan beri olan veya bu zamanda yapılmış, olmuş olan, ilk karşıtı: "Gündüzün son ışıklarıyla beraber sanki odadan eşya da çekiliyordu."- P. Safa
son
Bir şeyin en arkadan gelen bölümü, bitimi, nihayet
son
Olanca
son
Levent Kırca'nın yönettiği bir film
son
Ses gürlüğü birimi
son
En son, bitiş nihayet
son
Olum
son
Artık ondan ötesi veya başkası olmayan: "Son altı karıncayı Kadırga meydanında birkaç yıl evvel görmüştüm."- H. A. Yücel
son
Etene, eş, döl eşi, meşime, plasenta
son
(Osmanlı Dönemi) ahir
İngilizce - Türkçe

sonsuz teriminin İngilizce Türkçe sözlükte anlamı

son
oğul

O, oğullarının her birine para verdi. - He gave money to each of his sons.

Tom oğullarını öldüren kaza için Mary'yi suçladı. - Tom blamed Mary for the accident that killed their son.

son
erkek evlat.oğul
son
{i} çocuk

Tom oğluna çocukları yiyen bir canavar hakkındaki hikayeyi anlattı. - Tom told his son the story about a monster that ate children.

Karısı ona iki kızı ve bir erkek çocuk doğurdu - His wife bore him two daughters and a son.

son
it oğlu it
son
Hay Allah
son
evladım
son
piç oğlu piç
son
Hazreti İsa
son
{i} oğul, erkek evlat
son
son of a gun it kırıntısı
son
oğlu

Onun oğlu ünlü bir piyanist oldu. - His son became a famous pianist.

Aptal oğlumun ne yaptığını biliyor musun? Şimdi bile o üniversiteden mezun olup iş bulmak yerine tüm zamanını pachinko oynayarak geçiriyor. - You know what my idiot son's doing? Even now he's graduated from university he spends all his time playing pachinko instead of getting a job.

son
oğlum

Benim bir oğlum ve bir de kızım var. Oğlum New York'ta ve kızım da Londra'da. - I have a son and a daughter. My son is in New York, and my daughter is in London.

Küçük oğlum araba sürebiliyor. - My little son can drive a car.

son
{i} erkek evlât

Bir erkek evlat babasına itaat etmeli. - A son must obey his father.

Tom bana onun için bir erkek evlat gibi olduğumu söyledi. - Tom told me I was like a son to him.

son
ibn
son
mahdum
sonsuz