sona

listen to the pronunciation of sona
Türkçe - İngilizce
end
sona ermek
end

You are living a dream, and the dream is about to end. - Bir rüyayı yaşıyorsun ve rüya sona ermek üzere.

It doesn't have to end like that. - Öyle sona ermek zorunda değil.

sona ermek
finish
son
ultimate

The argument is rigorous and coherent but ultimately unconvincing. - Bu tartışma titiz ve tutarlı ama sonuçta inandırıcı.

Ultimately, he ended up going to school. - Sonuçta, okula gitmeye son verdi.

son
recent

Recently, they have not been giving her her paycheck on time. - Son zamanlarda, ona maaş çekini zamanında vermiyorlar.

Recently, he's been drinking too much. - Son zamanlarda, o çok fazla içki içiyor.

son
end

The international language Esperanto appeared in public at the end of 1887. - Uluslararası dil Esperanto, 1887'nin sonlarında herkese gösterildi.

Is there any end in sight to the deepening economic crisis? - Derinleşen ekonomik krizin görünürde bir sonu var mı?

son
{s} latest

Kelly's latest book appeared last week. - Kelly'nin son kitabı geçen hafta çıktı.

His motorcycle is the latest model. - Onun motosikleti en son model.

son
last

Advances in science and technology and other areas of society in the last 100 years have brought to the quality of life both advantages and disadvantages. - Son 100 yılın bilim ve teknoloji ve topluluğun diğer alanlarındaki gelişmeler hayat kalitesine hem avantajlar hem de dezavantajlar getirdi.

Date of last revision of this page: 2010-11-03 - Bu sayfanın son güncellenme tarihi: 2010.11.03

son
final

Finally we have learned the truth. - Sonunda,gerçeği öğrendik.

I haven't read the final page of the novel yet. - Romanın son sayfasını henüz okumadım.

sona erdirmek
end

Bringing terrorism to an end via the economy was a most wise policy. - Terörü ekonomi ile sona erdirmek en akıllıca politikaydı.

Eisenhower had campaigned to end the war. - Eisenhower, savaşı sona erdirmek için mücadele etti.

sona ermiş
over
sona ermiş
through
sona ermek
die
Sona kalan dona kalır
(Atasözü) - Early bird catches the worm.- First come, first served
sona erdirmek
serve out
sona erdirmek
call off
sona erdirmek
finish
sona erdirmek
wrap up
sona erdirmek
put an end to
sona erdirmek
to end, to break sth up, to conclude
sona erdirmek
to conclude, complete
sona erdirmek
make an end of
sona erdirmek
dissolve
sona eren
terminate
sona erme
(Hukuk) completion
sona erme
finality
sona erme
dissolution, expiration
sona erme
expiration
sona erme
lapse
sona erme
expiry
sona erme
finish
sona erme
ending

The negotiations are aimed at ending the worst diplomatic crisis between the two countries. - Müzakerelerin amacı, iki ülke arasındaki en kötü diplomatik krizin sona ermesi.

sona ermek
expire
sona ermek
cease
sona ermek
leave off
sona ermek
(Hukuk) to expire
sona ermek
discontinue
sona ermek
to end, to finish, to terminate, to conclude, to break up, to come to an end, to give out, to expire
sona ermek
come to an end
sona ermek
quit
sona ermek
(süre) run out
sona ermek
terminate
sona ermek
end off
sona ermek
bust
sona ermek
wind up
sona ermek
bust up
sona ermek
come to a head
sona ermek
be at an end
sona ermiş
finished
sona ermiş
at an end
sona gelen
postpositive
sona kalan
straggler
sona kalan dona kalır
(Atasözü) A slowpoke gets left out in the cold./Slothful people lose out
sona yaklaşmak
approach the end
baştan sona
over

Tom carefully read over the contract. - Tom sözleşmeyi dikkatli bir şekilde baştan sona okudu.

He painted the door over white. - Baştan sona kapıyı beyaza boyadı.

son
finish

Apply two coats of the paint for a good finish. - İyi bir sonuç için iki tabaka boya uygula.

I'll come over after I finish the work. - İşi bitirdikten sonra uğrayacağım.

başarı ile sona erdirme
(Hukuk) achievement
son
result

Many diseases result from poverty. - Çoğu hastalık yoksulluktan sonuçlanır.

On the whole I am satisfied with the result. - Bütün olarak ben sonuçtan memnunum.

son
conclusion

What led you to this conclusion? - Seni bu sonuca götüren nedir?

The conclusion reached by a study is People who think their feet are smelly, have smelly feet; people who think they aren't, don't. - Bir çalışma ile ulaşılan sonuç ayaklarının pis koktuğunu düşünen insanların kötü kokan ayakları vardır; ayaklarının kötü kokmadığını düşünen insanların yoktur.

son
supreme

It made me supremely happy. - Bu beni son derece mutlu etti.

son
last; recent; latest; final; definitive; last; end, conclusion, close; ending; final; expiration; end, death; result; breakup; placenta, afterbirth
son
{i} close

Tom closed his diary after writing about that day's events. - Tom, o günkü olaylar hakkında yazdıktan sonra günlüğü kapattı.

It was clear to everyone that the vote would be close. - Seçim sonucunun yakın olacağı herkes tarafından biliniyordu.

son
{s} late

In late August, the Allied forces captured Paris. - Ağustos ayı sonlarında İtilâf Devletleri, Paris'i ele geçirdi.

Did the error occur right from the start or later on? - When? - Hata baştan sağda mı yoksa sonradan mı meydana geldi? - Ne zaman?

son
{i} ending

The story had a happy ending. - Hikayenin mutlu bir sonu vardı.

I like stories that have sad endings. - Hüzünlü sonları olan hikayeleri severim.

sona ermek
break up
sona ermek
give out
Son
to
son
bottom

Tom found the wallet he thought he'd lost after searching the house from top to bottom. - Evi baştan aşağı aradıktan sonra Tom, kaybettiğini düşündüğü cüzdanı buldu.

I'll bet my bottom dollar he'll succeed. - Onun başaracağına dair son dolarımla bahse girerim.

son
(Bilgisayar) in the last

Tom has been convicted of drunken driving twice in the last four years. - Tom son dört yılda iki kez alkollü araba sürmekten mahkûm edildi.

Advances in science and technology and other areas of society in the last 100 years have brought to the quality of life both advantages and disadvantages. - Son 100 yılın bilim ve teknoloji ve topluluğun diğer alanlarındaki gelişmeler hayat kalitesine hem avantajlar hem de dezavantajlar getirdi.

son
lattermost
son
cross-section
son
foot

We will play football after school. - Okuldan sonra futbol oynayacağız.

When I was 17, I injured myself playing football. I collided with someone and as a result of this I broke some of my teeth. - 17 yaşındayken, futbol oynarken kendimi yaraladım. Birisiyle çarpıştım ve bunun sonucu olarak dişlerimden bazılarını kırdım.

son
kiss-off
son
tail
son
(deyim) fag-end
son
end-all
son
lag end
son
all in all

All in all, how many different schools have you attended? - Sonuçta, kaç tane farklı okula devam ettin?

All in all, after ten years of searching, my friend got married to a girl from the Slantsy region. - Her şeyi düşünerek, on yıllık araştırmadan sonra, arkadaşım Slantsy bölgesinden bir kızla evlendi.

son
aftermath
son
culminate

The European Union is set up with the aim of ending the frequent and bloody wars between neighbours, which culminated in the Second World War. - Avrupa Birliği, ikinci dünya savaşı ile sonuçlanan sık ve kanlı komşu devletler arasındaki savaşları bitirme amacıyla kuruldu.

The celebrations culminated in a spectacular fireworks display. - Kutlamalar muhteşem bir havai fişek gösterisi ile sonuçlandı.

son
expiree
son
death

You shouldn't sleep with a coal stove on because it releases a very toxic gas called carbon monoxide. Sleeping with a coal stove running may result in death. - Kömür sobasıyla uyumamalısınız. Çünkü karbonmonoksit olarak adlandırılan çok zehirli bir gaz içerir. Kömür sobasıyla uyumak ölümle sonuçlanabilir.

He took charge of the firm after his father's death. - Babasının ölümünden sonra firmanın sorumluluğunu o aldı.

son
tip
son
inappellable
son
expire

My driver's license will expire next week. - Ehliyetimin süresi gelecek hafta sona eriyor.

The contract expires today. - Antlaşma bugün sona eriyor.

son
breakup
son
(Tıp) secundines
son
the last

Yesterday was the last day of school. - Dün okulun son günüydü.

Advances in science and technology and other areas of society in the last 100 years have brought to the quality of life both advantages and disadvantages. - Son 100 yılın bilim ve teknoloji ve topluluğun diğer alanlarındaki gelişmeler hayat kalitesine hem avantajlar hem de dezavantajlar getirdi.

son
terminatory
son
firm

After fifteen years at a building firm, Bill Pearson was given the responsible position of area manager. - Bir inşaat şirketinde on beş yıldan sonra, Bill Pearson'a sorumlu bölge müdürü pozisyonu verildi.

Tom lost his job because the firm decided that a robot could do his job better. - Tom işini kaybetti. Çünkü firma bir robotun onun işini daha iyi yapabildiği sonucuna vardı.

son
concluding

Members of the board will meet for a concluding session on March 27, 2013. - Yönetim kurulu üyeleri, 27 Mart 2013 tarihinde bir sonuç oturumu için bir araya gelecek.

I was too hasty in concluding that he was lying. - Onun yalan söylediği sonucuna varmada çok aceleci davrandım.

son
utter

Tom was utterly disappointed. - Tom son derece hayal kırıklığına uğradı.

He was utterly perplexed. - O son derece şaşırmıştı.

son
desistence
son
(Tıp) sone

Monica Sone was a Japanese-American writer. - Monica Sone, Japon asıllı Amerikalı bir yazardı.

I heard there were many double suicides in Sonezaki. - Sonezaki'de birçok çift intihar olduğunu duydum.

son
lag
son
water

I needn't have watered the flowers. Just after I finished, it started raining. - Çiçekleri sulamama gerek yoktu. Bitirdikten hemen sonra yağmur yağmaya başladı.

Water will evaporate after it is boiled. - Su kaynatıldıktan sonra buharlaşır.

son
desition
son
(Denizbilim) boundary
son
{i} sunset

It got cold after sunset. - Gün batımından sonra hava soğudu.

After sunset, a thin mist appeared over the field. - Gün batımından sonra, alanın üzerinde ince bir sis belirdi.

sona erdirmek
terminate
sona erdirmek
bring to an end
sona erdirmek
(Ticaret) extinguish
sona erdirmek
(Ticaret) settle
sona erdirmek
break something up
sona ermek
pass
sona ermek
blow over
sona ermek
draw to a close
sona ermek
come to a close
sona ermek
lapse
son
expiration
son
crucial

The first minutes after a heart attack are crucial. - Bir kalp krizinden sonra ilk dakikalar çok önemlidir.

son
sequel
son
latter

The end of which there were two little sketches of rhetoric and logic, the latter finishing with a specimen of a dispute in the Socratic method. - Onun sonunda konuşma sanatı ve mantık ile ilgili , Socrates metodunda herhangi bir anlaşmazlık örneği ile biten ikincisinin sonunda iki küçük skeç vardı.

Fish and meat are both nourishing, but the latter is more expensive than the former. - Hem balık hem de et besleyici fakat sonraki öncekinden daha pahalı.

son
termination
son
terminal

Sami learned he had terminal cancer. - Sami son aşamada bir kanseri olduğunu öğrendi.

son
closure
son
top end
son
culmination
son
doom

They fled the doomed company like rats deserting a sinking ship. - Onlar sonu gelmiş şirketten, batan gemiyi terk eden fareler gibi kaçtılar.

son
extreme

Tom is extremely thankful to Mary for her help. - Tom Mary'ye onun yardımı için son derece minnettar.

Their equipment is extremely advanced. - Onların cihazı son derece gelişmiş.

son
{s} farewell
sona erdirmek
conclude
sona ermek
conclude
sona ermek
break
sona ermek
come off
son
last of
son
by the end

Tom can expect to hear from us by the end of the month. - Tom gelecek ayın sonuna kadar bizden haber almayı bekleyebilir.

Ken will grow into his brother's clothes by the end of the year. - Ken yıl sonuna kadar erkek kardeşinin elbiselerine sığacaktır.

sona ermek
pass away
antlaşmaların sona ermesi
(Hukuk) termination of treaties
baştan sona her şey
gamut
baştan sona kadar
from beginning to end
bir sona doğru gelişmek
work up to
kaçınılmaz sona inanma
determinism
kira sözleşmesi sona erimi
(Ticaret) end of the lease
kozunu sona saklamak
play close to one's chest
kozunu sona saklamak
play cards close to one's chest
kötü sona
to the bitter end
son
bedrock
son
fate

The last witness sealed the prisoner's fate. - Son tanık mahkûmun kaderini belirledi.

What will happen in the eternal future that seems to have no purpose, but clearly just manifested by fate? - Hiçbir amacı yokmuş gibi görünen ama var olmaktan başka bir kaderi olmadığı da açık olan bir sonsuzluktaki sonsuz gelecekte neler olacak?

son
curtains

The room looks different after I've changed the curtains. - Perdeleri değiştirmemden sonra oda farklı görünüyor.

son
nth
son
definitive
son
full

I'm working full time in a bookshop until the end of September. - Eylül sonuna kadar bir kitapçıda tam gün çalışıyorum.

The bus is full. You'll have to wait for the next one. - Otobüs dolu. Bir sonraki için beklemeniz gerekecek.

son
conclusive
son
tail end
son
afterbirth; placenta
son
end , final , last
son
full stop

One should add a full stop at the end of the sentence. - Cümlenin sonunda nokta konulmalı.

There needs to be a full stop at the end of a sentence. - Bir cümlenin sonunda nokta olması gerekir.

son
finishing

Tom joined the navy after finishing college. - Tom üniversiteyi bitirdikten sonra donanmaya katıldı.

I'm adding the finishing touches now. - Ben şimdi son rötuşları yapıyorum.

son
extremity
son
denouement
son
secundine
son
last; final; the most recent
son
omega
son
afterbirth
son
kiss off
son
quietus
son
lastly, last, at the end, after all the others
son
ruination
son
expiry
son
finis

Having finished my work, I left the office. - İşimi bitirdikten sonra bürodan ayrıldım.

I'll come over after I finish the work. - İşi bitirdikten sonra uğrayacağım.

son
end, conclusion, termination
son
(Hukuk) outcome

What was the outcome of the election? - Seçimin sonucu neydi?

You've got to answer for the outcome. - Sonucun hesabını vermek zorundasın.

son
epilogue
son
{i} upshot
son
{i} issue

The latest issue of the magazine will come out next Monday. - Derginin son basımı gelecek pazartesi yayınlanacak.

son
kibosh
son
dernier
son
fine

When was the last time you paid a fine? - En son ne zaman bir para cezası ödedin?

Effort produces fine results. - Çaba güzel sonuçlar üretir.

sona erdirmek
break
sona ermek
(deyim) run out
süresi sona ermek
to expire
tamamen sona ermek
(Konuşma Dili) be over and done with
İngilizce - İngilizce

sona teriminin İngilizce İngilizce sözlükte anlamı

SON
SupraOptic Nucleus
SON
socked on the nose
SON
Sonora, a state of Mexico
Son
Jesus Christ, whom Christians believe to be the son of God
son
A male child, a boy or man in relation to his parents; one's male offspring

The Chinese and Indians say all too often: I want a son, not a daughter..

son
A male adopted person in relation to his adoption parents
son
{i} male child, male offspring
son
{n} a male-child, native, descendant
son
(Service Order Number): The SON is the number issued by the local exchange carrier to confirm the order for the ISDN service It provides a matching number for cross referencing the order to the phone company
son
the divine word of God; the second person in the Trinity (incarnate in Jesus)
son
A man, especially a famous man, can be described as a son of the place he comes from. New Orleans's most famous son, Louis Armstrong. sons of Africa
son
feelings Some people use son as a form of address when they are showing kindness or affection to a boy or a man who is younger than them. Don't be frightened by failure, son
son
a male human offspring; "their son became a famous judge"; "his boy is taller than he is"
son
A familiar address to a male person from an older or otherwise more authoritative person
son
A male person who has such a close relationship with an older or otherwise more authoritative person that he can be regarded as a son of the other person
son
A missionary for whom one acted as trainer
son
the divine word of God; the second person in the Trinity (incarnate in Jesus) a male human offspring; "their son became a famous judge"; "his boy is taller than he is
son
A male descendant, however distant; hence, in the plural, descendants in general
son
A male descendant
son
Someone's son is their male child. He shared a pizza with his son Laurence Sam is the seven-year-old son of Eric Davies They have a son
son
A male person considered to have been significantly shaped by some external influence
son
Jesus Christ, the Savior; called the Son of God, and the Son of man
son
The produce of anything
son
The Son is the Source of Reason, LOGOS, in the universe There is only one Son, one Reason, one LOGOS, one Christ (Traditionally, the LOGOS in John 1 1 was translated as "the Word," but the Greek LOGOS can also be translated as "Reason ")
son
Any young male person spoken of as a child; an adopted male child; a pupil, ward, or any other young male dependent
son
A male child; the male issue, or offspring, of a parent, father or mother
son
equals
son
The SON is the number issued by the local exchange carrier to confirm the order for the ISDN service It provides a matching number for cross referencing the order to the phone company
son
male child, as in: He brought his son and daughter to work today to teach them about our industry
son
A Cuban dance similar to the Bolero except that it is wilder in rhythmic accent and more violent in step pattern It is the Son which first served as a basis for the Mambo which in turn became the triple Mambo, now known as Cha Cha This slow rhythmic dance was originally in 2/4 time It became Americanized and is usually played in 4/4 time
son
but
son
An early style of Cuban dance music, resulting from the blending of African and Spanish influences; the root of most of the familiar styles of Afro-Cuban dance music It was played by small bands, using guitar or tres, maracas, guiro, claves, bongo, and other instruments
son
One important form the the merging of African and Spanish influences resulted in, it is the root of most familiar styles of Afro-Cuban dance music A blend of the music of the spanish farmers (campesinos) and African slaves, it is believed to have originated in Oriente (the eastern province of Cuba) toward the end of the 19th century (slavery was abolish in 1878) It was played by small bands, using guitar or tres, maracas, guiro, claves, bongo, a marimbula and a botija The more urban style played in Havana at the beginning of the century became a national style in 1920
son
Most influential Cuban style initiated in the second half of the nineteenth century in the eastern province of Oriente It combines Spanish elements of the Canci n style and instruments with African rhythm and percussion Early forms were interpreted by the Campesinos and developed by the Changui groups
son
abbr Service Order Number
son
A native or inhabitant of some specified place; as, sons of Albion; sons of New England
son
Summary of Need
son
The son is perhaps the oldest and certainly the classic Afro-Cuban form, an almost perfect balance of African and Hispanic elements Originating in Oriente province, it surfaced in Havana around World War I and became a popular urban music played by string-and-percussion quartets and septetos Almost all the numbers Americans called rumbas were, in fact, sones "El Manicero" ("The Peanut Vendor") was a form of son derived from the street cries of Havana and called a pregon The rhythm of the son is strongly syncopated, with a basic chicka-CHUNG pulse
son
A male child, a boy or man in relation to his parents; ones male offspring
Türkçe - Türkçe
Suna, dişi ördek
Son
nihayet

Tom nihayet eşcinsel olduğunu itiraf ettiğinde herkes zaten onun eşcinsel olduğunu biliyordu. - Tom sonunda kabullenmeye karar verdiğinde herkes zaten onun eşcinsel olduğunu biliyordu.

Nihayet doktorun sekreteri Tom'un adını seslendi. - Sonunda doktorun sekreteri Tom'un ismini çağırdı.

Son
münteha
Sona erdirmek
sonlandırmak
Sona erdirmek
noktalamak
Sona ermek
sonlanmak
Sona ermek
bitmek
baştan sona
Daima, her zaman
son
En arkada bulunan
son
Artık ondan ötesi veya başkası olmayan
son
Olum. Olanca: "Son kuvvetiyle: Ya Ali! diye bağırdı
son
Etene
son
Plasenta
son
Şimdiki zamana en yakın zamandan beri olan veya bu zamanda yapılmış, olmuş olan, ilk karşıtı
son
"- M
son
Şimdiki zamana en yakın zamandan beri olan veya bu zamanda yapılmış, olmuş olan, ilk karşıtı: "Gündüzün son ışıklarıyla beraber sanki odadan eşya da çekiliyordu."- P. Safa
son
Bir şeyin en arkadan gelen bölümü, bitimi, nihayet
son
Olanca
son
Levent Kırca'nın yönettiği bir film
son
Ses gürlüğü birimi
son
En son, bitiş nihayet
son
Olum
son
Artık ondan ötesi veya başkası olmayan: "Son altı karıncayı Kadırga meydanında birkaç yıl evvel görmüştüm."- H. A. Yücel
son
Etene, eş, döl eşi, meşime, plasenta
son
(Osmanlı Dönemi) ahir
İngilizce - Türkçe

sona teriminin İngilizce Türkçe sözlükte anlamı

son
oğul

Şimdi büyük oğullar babalarından oldukça bağımsızlar. - The elder sons are now quite independent of their father.

O, arazisini oğulları arasında dağıttı. - He distributed his land among his sons.

sona erdirmek
end
son
erkek evlat.oğul
son
{i} çocuk

Tom oğluna çocukları yiyen bir canavar hakkındaki hikayeyi anlattı. - Tom told his son the story about a monster that ate children.

Orada duran çocuk benim oğlumdur. - The boy standing over there is my son.

son
it oğlu it
son
Hay Allah
son
evladım
son
piç oğlu piç
son
Hazreti İsa
son
{i} oğul, erkek evlat
son
son of a gun it kırıntısı
son
oğlu

Küçük oğlum araba sürebiliyor. - My little son can drive a car.

Benim bir oğlum ve bir de kızım var. Oğlum New York'ta ve kızım da Londra'da. - I have a son and a daughter. My son is in New York, and my daughter is in London.

son
oğlum

Oğlumuz savaşta öldü. - Our son died during the war.

Benim bir oğlum ve bir de kızım var. Oğlum New York'ta ve kızım da Londra'da. - I have a son and a daughter. My son is in New York, and my daughter is in London.

son
{i} erkek evlât

O, şimdiye kadar sahip olduğumuz tek erkek evlat. - He is the only son that we have ever had.

Tom mükemmel erkek evlattır. - Tom is the perfect son.

son
ibn
son
mahdum
sona