Güneş sistemimize en yakın yıldız Proxima Centauri'dir.
- The nearest star to our solar system is Proxima Centauri.
Ev güneş enerjisi ile ısıtılmaktadır.
- The house is heated by solar energy.
O, şimdiye kadar iki ev inşa etti.
- He has built two houses so far.
Kaoru, şimdiye kadar en iyi tepki sizinki - büyük ödülü kazanırsınız.
- Kaoru, yours is the best reaction so far - you win the grand prize.
Kornaya bas böylece araba geçmemize izin verecek.
- Blow the horn so that car will let us pass.
Vücut için uygun bir cenaze yap böylece ruh cennete ulaşabilir.
- Have a proper funeral for the body so that the soul can reach to heaven.
Dolma kalemlere, defterlere ve buna benzer şeylere ihtiyacım var.
- I need pens, notebooks and so on.
Şu ana kadar Texas'ı nasıl buldunuz?
- How do you like Texas so far?
O, şu ana kadar oldukça mutlu.
- So far, he has been extremely happy.
Kız kardeşim kavun sever ve ben de.
- My sister likes melons and so do I.
O jazz sever, ve ben de öyle.
- He likes jazz, and so do I.
Bildiğim kadarıyla böyle bir sözcük yok.
- So far as I know, there is no such word.
Bildiğim kadarıyla, o iyi bir adam.
- He is, so far as I know, a good guy.
Elinden geleni yaptığın sürece sana yardım edeceğim.
- I'll help you so long as you do your best.
Yaşadığım sürece nezaketini asla unutmayacağım.
- I will never forget your kindness so long as I live.
Bu kadar çok dost yüzler görmekten mutluyum.
- I'm happy to see so many friendly faces.
Neden her zaman bu kadar çok soru soruyorsun?
- Why do you always ask so many questions?
O kadar fazla ödemeye param yetmez.
- I cannot afford to pay so much.
Para için o kadar çok kaygılanma.
- Don't worry about money so much.
Tom'un zebralarla ilgili çok şey bildiğine dair bir fikrim yoktu.
- I had no idea that Tom knew so much about zebras.
Çok fazla ağırlık kaldırırken kolunu incitti.
- He hurt his arm lifting so much weight.
İnsanların hepsi küçük bir çocuk İmparator çıplak! deyinceye kadar aptal görünmemek için ona gerçeği söylemeden imparatorun giysilerini övdü.
- The people all praised the emperor's clothes without telling him the truth so as not to seem stupid, until a little boy said, The emperor is naked!
Sabahleyin bir koşuşturmadan kaçınmak için bugün biraz geç saatlere kadar çalışacağım.
- Today I'm working a little late so as to avoid a rush in the morning.
Sadece o kadar uzaklaşabilirsin.
- You can only go so far.
Başaramamışsa ne olmuş yani?
- If he fails, so what?
Evet, onu öptüm. Ne olmuş?
- Yes, I kissed him. So what?
Başaramamışsa ne olmuş yani?
- If he fails, so what?
Biz yoğun trafikten kaçınmak amacıyla, Noel için evde kaldık.
- We stayed home for Christmas, so as to avoid heavy traffic.
Randevuma geç kalmamak için otobüse bindim.
- I took a bus so as not to be late for my appointment.
Korkutmamak için onunla nazik şekilde konuştum.
- I spoke to him kindly so as not to frighten him.
Biz yoğun trafikten kaçınmak amacıyla, Noel için evde kaldık.
- We stayed home for Christmas, so as to avoid heavy traffic.
Trene zamanında yetişmek için acele etti.
- He hurried so as to be in time for the train.
Şimdiye dek harika bir hayat yaşadım.
- I've had a great life so far.
Altıdan sonra olmak şartıyla herhangi bir zamanda olur.
- Any time will do so long as it is after six.
Para için o kadar çok kaygılanma.
- Don't worry about money so much.
O kadar çok sigara içmesen iyi olur.
- You had better not smoke so much.
O, adeta, sudan çıkmış balık gibi.
- He is, so to speak, a fish out of water.
O takdirde, öyle olsun.
- In that case, so be it.
insofar as (or that), to the extent that, to such an extent.
Güllerin çok yakında çiçek açacağını sanmıyorum.
- I don't think the roses will bloom so soon.
Bu yüzden çok yakında geri geldim.
- That's why I came back so soon.
Hoşça kal ve tüm balıklar için teşekkürler!
- So long, and thanks for all the fish!
Şimdilik hoşça kal, sonra görüşürüz.
- So long, see you later.
Saçları yere ulaşacak kadar uzundu.
- Her hair was so long as to reach the floor.
Üç kişi, onlardan ikisi ölene kadar bir sırrı saklayabilir.
- Three people can keep a secret so long as two of them are dead.
Bu kadar gürültü yapmayın.
- Don't make so much noise.
Keşke bu kadar çok sigara içmesen.
- I wish you wouldn't smoke so much.
Hasta yardım almanın ötesindeydi, onun için doktorlar daha fazlasını yapamadı.
- The patient was quite beyond help, so that the doctors could do no more.
Herkes işitebilsin diye lütfen yüksek sesle oku.
- Please read it aloud so that everyone can hear.
Herkes beni duyabilsin diye yüksek sesle konuştum.
- I spoke loudly so that everyone could hear me.
Tabiri câizse bu konuksever bir cümle.
- And that's a welcoming sentence, so to speak.
Everest Dağı, tabiri caizse, dünyanın çatısıdır.
- Mount Everest is, so to speak, the roof of the world.
Ev güneş enerjisi ile ısıtılmaktadır.
- The house is heated by solar energy.
Güneş enerjisinden bahsedelim.
- Let's talk about solar energy.
You are responsible for this, is that not so?.
But if I had been more fit to be married, I might have made you more so too.
It’s not so bad.
I need a piece of cloth so long.
That is so not true!.
You park your car in front of my house every morning. So?.
So, there was this squirrel stuck in the chimney.
Is he so?.
Place the napkin on the table just so.
He wanted a book, so he went to the library.
Eat your broccoli so you can have dessert.
So be it, then. Born in throes, 't is fit that man should live in pains and die in pangs. So be it, then! Here's stout stuff for woe to work on. So be it, then.
How is your driving lessons? - So far, pretty good.
I don't mind if he stays there, so long as he cleans up after himself when he's done.
I am honored and humbled to stand here, where so many of America's leaders have come before me, and so many will follow.
But the fact of the matter is, there's only so many people we can take, it's time to take Canada over there.
There is only so much you can remember.
So much, he replied, sprinkling a small pile of the powder on the table.
Identical twins are so much alike, it is difficult to identify them.
There has been so much snow, I can't open the door.
Without so much as asking, he walked into the office and started digging through their files.
Well, I guess it'll never work. So much for that idea.
He seized his axe, which he had made very sharp, and as the leader of the wolves came on the Tin Woodman swung his arm and chopped the wolf's head from its body, so that it immediately died.
Well, well, I'll break your vase in return, so there.
I lost my old red shoes. - So what? Get a new pair.
I have nothing more to say to you, Tommy, and so much for that, Mary said angrily.
She writes with her left hand.
- O, sol eliyle yazı yazar.
He was injured in his left leg in the accident.
- O, kazada sol bacağından yaralandı.
She was dressed in a faded cotton skirt.
- O, soluk bir pamuk etek giymişti.
Flowers soon fade when they have been cut.
- Çiçekler koparıldığında kısa sürede soldu.
She was dressed in a faded cotton skirt.
- O, soluk bir pamuk etek giymişti.
Tom only has one faded photograph of grandfather.
- Tom sadece büyükbabasının soluk bir fotoğrafına sahip.
The flowers in the vase were wilted.
- Vazodaki çiçekler soldu.
The daffodils are starting to wilt.
- Nergisler solmaya başlıyor.
The flowers in the vase were wilted.
- Vazodaki çiçekler soldu.
The flowers in his garden have withered.
- Bahçedeki çiçekler soldu.
Roses withered and Ania cried very much.
- Güller soldu ve Ania çok ağladı.
The computer is placed to the left of the women.
- Bilgisayar kadınların sol tarafına yerleştirildi.
The wardrobe stood to the left of the door.
- Gardırop kapının solunda duruyordu.
I have some numbness in my left hand.
- Benim sol elimde biraz uyuşma var.
Raise your left hand.
- Sol elinizi kaldırın.
Tom eats, sleeps and breathes music.
- Tom yer, uyur ve müzik solur.
Arabic must be read from right to left.
- Arapça sağdan sola doğru okunmalıdır.