Güneş enerjisinden bahsedelim.
- Let's talk about solar energy.
Ev güneş enerjisi ile ısıtılmaktadır.
- The house is heated by solar energy.
Biz şimdiye kadar bunun üstesinden gelemedik.
- We haven't been able to handle this so far.
Şimdiye kadar, eyleminiz tamamen sebepsiz görünmektedir.
- So far, your action seems completely groundless.
Vücut için uygun bir cenaze yap böylece ruh cennete ulaşabilir.
- Have a proper funeral for the body so that the soul can reach to heaven.
Her şeyi son yudumuna kadar iç, böylece içinde bir şey kalmaz.
- Drink everything up, so that nothing remains inside.
Dolma kalemlere, defterlere ve buna benzer şeylere ihtiyacım var.
- I need pens, notebooks and so on.
Şu ana kadar Texas'ı nasıl buldunuz?
- How do you like Texas so far?
Şu ana kadar her şey iyi.
- Everything is fine so far.
Babam balık tutmayı sever; aynı şekilde ben de.
- My father likes fishing, and so do I.
Kız kardeşim kavun sever ve ben de.
- My sister likes melons and so do I.
O, bildiğim kadarıyla, güvenilir bir arkadaştır.
- He is, so far as I know, a reliable friend.
Bildiğim kadarıyla böyle bir sözcük yok.
- So far as I know, there is no such word.
Elinden geleni yaptığın sürece sana yardım edeceğim.
- I'll help you so long as you do your best.
Burada kaldığın sürece güvendesin.
- You are safe so long as you stay here.
Neden her zaman bu kadar çok soru soruyorsun?
- Why do you always ask so many questions?
Bu kadar çok dost yüzler görmekten mutluyum.
- I'm happy to see so many friendly faces.
O kadar çok sigara içmesen iyi olur.
- You had better not smoke so much.
O kadar çok televizyon izlemeseydi, çalışmak için daha fazla zamanı olurdu.
- If he did not watch so much television, he would have more time for study.
Para için o kadar çok kaygılanma.
- Don't worry about money so much.
Tom'un zebralarla ilgili çok şey bildiğine dair bir fikrim yoktu.
- I had no idea that Tom knew so much about zebras.
İstasyona kadar öyle yapmaya çalış.
- Try to do so as far as the station.
Sabahleyin bir koşuşturmadan kaçınmak için bugün biraz geç saatlere kadar çalışacağım.
- Today I'm working a little late so as to avoid a rush in the morning.
Sadece o kadar uzaklaşabilirsin.
- You can only go so far.
Başaramamışsa ne olmuş yani?
- If he fails, so what?
Evet, onu öptüm. Ne olmuş?
- Yes, I kissed him. So what?
Başaramamışsa ne olmuş yani?
- If he fails, so what?
Biz yoğun trafikten kaçınmak amacıyla, Noel için evde kaldık.
- We stayed home for Christmas, so as to avoid heavy traffic.
Korkutmamak için onunla nazik şekilde konuştum.
- I spoke to him kindly so as not to frighten him.
Randevuma geç kalmamak için otobüse bindim.
- I took a bus so as not to be late for my appointment.
İşitebilmek için önde oturdu.
- He sat in the front so as to be able to hear.
Trene zamanında yetişmek için acele etti.
- He hurried so as to be in time for the train.
Şimdiye dek harika bir hayat yaşadım.
- I've had a great life so far.
Altıdan sonra olmak şartıyla herhangi bir zamanda olur.
- Any time will do so long as it is after six.
O kadar çok sigara içmemeni tercih ederim.
- I'd rather you didn't smoke so much.
O kadar çok sigara içmesen iyi olur.
- You had better not smoke so much.
O, adeta, sudan çıkmış balık gibi.
- He is, so to speak, a fish out of water.
O takdirde, öyle olsun.
- In that case, so be it.
insofar as (or that), to the extent that, to such an extent.
Bu yüzden çok yakında geri geldim.
- That's why I came back so soon.
Güllerin çok yakında çiçek açacağını sanmıyorum.
- I don't think the roses will bloom so soon.
Hoşça kal ve tüm balıklar için teşekkürler!
- So long, and thanks for all the fish!
Şimdilik hoşça kal, sonra görüşürüz.
- So long, see you later.
Üç kişi, onlardan ikisi ölene kadar bir sırrı saklayabilir.
- Three people can keep a secret so long as two of them are dead.
Saçları yere ulaşacak kadar uzundu.
- Her hair was so long as to reach the floor.
Bu kadar gürültü yapmayın.
- Don't make so much noise.
Keşke bacağım bu kadar çok acımasa.
- I wish my leg didn't hurt so much.
Hasta yardım almanın ötesindeydi, onun için doktorlar daha fazlasını yapamadı.
- The patient was quite beyond help, so that the doctors could do no more.
Ek olarak yaşlılar birbirleriyle sosyalleşebilsin ve Amerikan hayatının aktif üyeleri olarak kalabilsinler diye birçok topluluk kurulmuştur.
- In addition many groups have been formed so that the elderly can socialize with one another and remain active participants in American life.
Herkes beni duyabilsin diye yüksek sesle konuştum.
- I spoke loudly so that everyone could hear me.
Tabiri caizse, o yürüyen bir sözlüktür.
- He is, so to speak, a walking dictionary.
Tabiri caizse, sudan çıkmış balık gibisin.
- You are, so to speak, a fish out of water.
Neptün, güneş sisteminin sekizinci gezegenidir.
- Neptune is the eighth planet of the solar system.
Güneş enerjisinden bahsedelim.
- Let's talk about solar energy.
You are responsible for this, is that not so?.
But if I had been more fit to be married, I might have made you more so too.
It’s not so bad.
I need a piece of cloth so long.
That is so not true!.
You park your car in front of my house every morning. So?.
So, there was this squirrel stuck in the chimney.
Is he so?.
Place the napkin on the table just so.
He wanted a book, so he went to the library.
Eat your broccoli so you can have dessert.
So be it, then. Born in throes, 't is fit that man should live in pains and die in pangs. So be it, then! Here's stout stuff for woe to work on. So be it, then.
How is your driving lessons? - So far, pretty good.
I don't mind if he stays there, so long as he cleans up after himself when he's done.
I am honored and humbled to stand here, where so many of America's leaders have come before me, and so many will follow.
But the fact of the matter is, there's only so many people we can take, it's time to take Canada over there.
There is only so much you can remember.
So much, he replied, sprinkling a small pile of the powder on the table.
Identical twins are so much alike, it is difficult to identify them.
There has been so much snow, I can't open the door.
Without so much as asking, he walked into the office and started digging through their files.
Well, I guess it'll never work. So much for that idea.
He seized his axe, which he had made very sharp, and as the leader of the wolves came on the Tin Woodman swung his arm and chopped the wolf's head from its body, so that it immediately died.
Well, well, I'll break your vase in return, so there.
I lost my old red shoes. - So what? Get a new pair.
I have nothing more to say to you, Tommy, and so much for that, Mary said angrily.
The tower leaned slightly to the left.
- Kule sola doğru hafifçe eğildi.
She writes with her left hand.
- O, sol eliyle yazı yazar.
Flowers soon fade when they have been cut.
- Çiçekler koparıldığında kısa sürede soldu.
Tom only has one faded photograph of grandfather.
- Tom sadece büyükbabasının soluk bir fotoğrafına sahip.
She was dressed in a faded cotton skirt.
- O, soluk bir pamuk etek giymişti.
Tom is wearing a faded blue shirt.
- Tom soluk bir mavi gömlek giyiyor.
The flowers in the vase were wilted.
- Vazodaki çiçekler soldu.
A flower in the garden is wilting.
- Bahçedeki bir çiçek soluyor.
The flowers in the vase were wilted.
- Vazodaki çiçekler soldu.
The flowers have all withered.
- Çiçeklerin hepsi soldu.
All the flowers in the garden withered.
- Bahçedeki bütün çiçekler solmuş.
The wardrobe stood to the left of the door.
- Gardırop kapının solunda duruyordu.
The computer is placed to the left of the women.
- Bilgisayar kadınların sol tarafına yerleştirildi.
Show me what you have in your left hand.
- Sol elinde ne varsa bana göster.
I tried to write with my left hand.
- Ben sol elimle yazmaya çalıştım.
He looks pale. He must have drunk too much last night.
- O solgun görünüyor. O dün gece çok içmiş olmalı.
Arabic must be read from right to left.
- Arapça sağdan sola doğru okunmalıdır.