Depremi çok sayıda hafif şoklar izledi.
- Several slight shocks followed the earthquake.
Bir sinir hücresi hafif bir uyarıcıya yanıt verir.
- A nerve cell responds to a slight stimulus.
Eşimin elleri tezgahtarınkinden biraz daha küçük.
- My wife's hands are slightly smaller than the shop assistant's.
En küçük hata ölümcül bir felakete götürebilir.
- The slightest mistake may lead to a fatal disaster.
En ufak bir fikrim bile yok.
- I haven't the slightest idea.
Son zamanlarda söylediği en ufak şeye bile sinirlenir oldum.
- Recently I get annoyed at the slightest thing he says.
Haklı olabilirsin, ama bizim çok az farklı bir görüşümüz var.
- You may be right, but we have a slightly different opinion.
Tom hakkında çok az endişeliyim.
- I'm slightly worried about Tom.
Kule sola doğru hafifçe eğildi.
- The tower leaned slightly to the left.
Başı bir tarafa doğru hafifçe eğik, sessizce ayakta durdu.
- She stood silently, her head tilted slightly to one side.
Ne yapacağıma dair en ufak bir fikrim yok.
- I don't have the slightest idea what to do.
En ufak bir şüphe olmadan, rüya daha önceki hayattan bir hatıraydı.
- Without the slightest doubt, the dream was a memory from a previous life.
Tom hafiften deli gibi görünüyordu.
- Tom seems slightly distracted.
Hasta, dudaklarını yavaşça kımıldattı.
- The patient moved his lips slightly.
Eşimin elleri tezgahtarınkinden biraz daha küçük.
- My wife's hands are slightly smaller than the shop assistant's.
Büyükannem biraz ağır işitir. Yani hafifçe sağırdır.
- My grandmother is hard of hearing. In other words she is slightly deaf.
a slight (i.e., not severe) pain.
a slight but graceful woman.
Tom is slightly overweight.
- Tom is slightly overweight.
His slighting of the company chairman was considered to be inappropriate behaviour.
He was slightly built, but tall.
He weighed slightly less than his wife who was a foot shorter.
Poor nutrition explained his slightness.