O, bir oturuşta on kutu mısır gevreğini bitirebilir.
- He can finish ten boxes of corn flakes in one sitting.
Tüm yapmanız gereken, burada oturmak ve doktorun sorularını cevaplamak.
- All you have to do is sit down here and answer the doctor's questions.
Sana buraya daha erken gelmemiz gerektiğini söyledim. Şimdi oturmak için hiç yer kalmadı.
- I told you we should've gotten here earlier. Now there aren't any places left to sit.
Akşam yemeği bittiğinde, oturma odasına geçti.
- When dinner was over, we adjourned to the sitting room.
Tom'un canı bir tiyatro koltuğunda iki saat oturmak istemiyordu.
- Tom didn't feel like sitting for two hours in a movie theater.
Piyanoda oturan kız benim kızımdır.
- The girl sitting at the piano is my daughter.
Kolunu katlamış oturuyordu.
- He was sitting with his arms folded.
Oturduğun yerdeki boya hâlâ yaştır.
- The paint on the seat on which you are sitting is still wet.
İngiliz, Belçikalı ve Hollandalı bir meyhaneye girer ve tezgahta otururlar. Barmen söyler, Bir dakika bekleyin, bu bir şaka mı ne?
- An Englishman, a Belgian and a Dutchman enter a pub and sit down at the counter. Says the barkeeper, Wait a minute, is this a joke or what?
Pazar günü bir sınava girmek zorunda olduğuma inanamıyorum!
- I can't believe I have to sit an exam on Sunday!
Tom yapayalnız oturan bir kız gördü, bu yüzden onunla konuşmaya gitti.
- Tom saw a girl sitting all alone, so he went over to talk to her.
Tom kamp ateşinin etrafında oturan çocuklarla birlikte şarkı söylüyordu.
- Tom was singing with the children sitting around the campfire.
Thursday adası Avustralya'nın en kuzeyindeki Cape York ve Yeni Gine arasındaki Torres boğazında bulunmaktadır.
- Thursday Island is situated in the Torres Strait between Australia's northernmost Cape York and New Guinea.
Kilise şehrin kenarında bulunmaktadır.
- The church is situated on the edge of town.
Siyah insanlar otobüsün arkasında oturmak ya da doluysa ayakta durmak zorunda kaldılar.
- Black people had to sit in the back of the bus, or stand if the back was full.
Burada karanlıkta tamamen tek başınıza oturarak ne yapıyorsunuz?
- What are you doing sitting here in the dark all by yourself?
Bütün gün ofiste oturarak çok egzersiz yapmam.
- I don't get much exercise sitting in the office all day.
Akşam yemeği bittiğinde, oturma odasına geçti.
- When dinner was over, we adjourned to the sitting room.
Tom ve Mary oturma odasında oturup konuşuyorlar.
- Tom and Mary are sitting in the living room talking.
Otuz dakikadır burada oturmaktayız.
- We've been sitting here for thirty minutes.
Tom sadece rıhtımda oturmaktan ve martıları izlemekten hoşlanıyor gibi görünüyor.
- Tom seems to enjoy just sitting on the dock and watching the seagulls.
In what city is the circuit court sitting for this session.
I'm going to sit for them on Thursday.
I currently sit on a standards committee.
The temple has sat atop that hill for centuries.
After a long day of walking, it was good just to sit and relax.
I need to find someone to sit my kids on Friday evening for four hours.
Sit him in front of the TV and he might watch for hours.
I asked him to sit.
I don’t think it will sit well.
I sat me weary on a pillar's base, / And leaned against the shaft.
The Queen had three sittings for her portrait.