Bir sadist acı vermekten; bir mazoşist onu almaktan hoşlanır.
- A sadist likes inflicting pain; a masochist, receiving it.
Acılı şarkıları dinlemek beni mutlu eder.
- Listening to sad music makes me happy.
Ne kadar hüzünlü ve acıklı!
- How sad and pathetic!
Film öyle acıklı idi ki herkes ağladı.
- The movie was so sad that everybody cried.
Onun hüzünlü hikayesi kalbime dokundu.
- His sad story touched my heart.
Bana böyle hüzünlü bakma.
- Don't give me such a sad look.
O, hüzünle gülümseyerek konuşmaya başladı.
- Smiling sadly, she began to talk.
Onun hüzünlü hikayesi kalbime dokundu.
- His sad story touched my heart.
Onun yüzünde kalan üzüntü işaretini gördüm.
- I saw the mark of sadness that had remained on her face.
O, bana üzüntülü şekilde baktı.
- She looked sadly at me.