Gerçek kimliğini bulduğumda, hayatım bir anlam ifade etmeye başladı.
- When I found my true identity, my life began to make sense.
Ben bir anlamda asabiyim.
- I am nervous in a sense.
Bu, anlamsız şiddetti.
- This was senseless violence.
Fadıl'ın anlamsız zulmü bitmedi.
- Fadil's senseless cruelty wasn't over.
Tom'un yön duyusu yok.
- Tom has no sense of direction.
Ben iyi bir yön duyusuna sahibim, bu yüzden kaybolmam.
- I have a good sense of direction, so I don't get lost.
Köpekbalıkları kanı algılayabilir.
- Sharks can sense blood.
Onun keskin bir iş algısı var.
- She has a keen business sense.
Görevli memur arkasından yaşlı bir adamın geldiğini hissetti.
- The police officer on duty sensed an elderly man coming up behind him.
Bir şeyin yanlış olduğunu hissediyorum.
- I sense that something is wrong.
O güçlü bir gözlem duygusuna sahiptir.
- He has an acute sense of observation.
Tom'un modern resim için estetik duygusu vardır.
- Tom has an aesthetic sense for modern painting.
Eğitim yaptığın okulda yazı yazmanın yanı sıra sağduyuyu öğretmediler mi?
- Didn't they teach you common sense as well as typing at the school where you studied?
Diğer bir deyişle, sağduyudan şüphelenmelisin.
- In other words, you should doubt common sense.
Bu cümle saçma ama hatasız.
- The sentence is senseless, but correct.
Benimki gibi bir hayat yaşamak manasız ve iç karartıcı.
- Living the kind of life that I live is senseless and depressing.
Bu kadar sıkı çalışmanın manası ne?
- What's the sense of working so hard?
Bir vazife şuuru hissediyorum.
- I feel a sense of duty.
Heykeltraş işin gökyüzüne açılan bir pencereyi temsil ettiğini söyledi, ama bana mantıksız eğri böğrü bir metal parçası gibi göründü.
- The sculptor said the work represented a window to the sky, but to me it looked like a senseless twisted piece of metal.
Benimki gibi bir hayat yaşamak manasız ve iç karartıcı.
- Living the kind of life that I live is senseless and depressing.
Gerçekten onun ne kastettiğini anlamak için yeterli aklı vardı.
- She had enough sense to understand what he really meant.
Kar fırtınasında yön duyumu kaybettim.
- I lost my sense of direction in the snowstorm.
O anda gerçeklik duyumu yitirdim.
- I lost my sense of reality at that moment.
Onun bir mizah anlayışı vardır.
- He has a sense of humor.
Ne yazık ki onun espri anlayışı yok.
- It is a pity that he has no sense of humor.
Tom, Mary'nin mutsuz olduğunu sezdi.
- Tom sensed that Mary was unhappy.
Tom bir şeyin yanlış olduğunu sezdi.
- Tom sensed that something was wrong.
Tom'un yön duyusu yok.
- Tom has no sense of direction.
Benim bir yön duyum yok bu yüzden her zaman bir pusula ile seyahat ederim.
- I have no sense of direction so I always travel with a compass.
Tom sadece ne olduğunu anlamaya çalıştı.
- Tom tried to make sense of what just happened.
Espriden anlamayan insan, çiçeksiz çayır gibidir.
- People with no sense of humor are like meadows with no flowers.
Benimki gibi bir hayat yaşamak manasız ve iç karartıcı.
- Living the kind of life that I live is senseless and depressing.
Bana pek mantıklı gelmiyor fakat Tom koleje gitmemeye karar verdi.
- It doesn't make much sense to me, but Tom has decided not to go to college.
Köpekbalıkları kanı algılayabilir.
- Sharks can sense blood.
İşsizlik hakkında bir şey yapılması gerektiğine dair genel bir kanı vardır.
- There's a general sense that something should be done about unemployment.
Tom'un yağmurdan dolayı içeri gelmeye niyeti yoktu.
- Tom didn't have the sense to come in out of the rain.
İyi niyetinden şüpheliyim.
- I doubt your good sense.
She immediately sensed her disdain.
a sense of security.
The blow to his head rendered him senseless, he didn't awaken until he was in the ambulance.
He took senseless risks, not even aware of the danger he was in.