He jumped into the river in defiance of the icy water.
- O, buz gibi suyu hiçe sayarak nehre atladı.
There are three different types of people in the world: those who can count, and those who can't.
- Dünyada üç tip insan vardır: sayı sayabilenler, ve sayamayanlar.
At last, they began to count down cautiously.
- Sonunda, dikkatlice geri saymaya başladılar.
His days as a politician are numbered.
- Bir siyasetçi olarak onun günleri sayılı.
Tom's days are numbered.
- Tom'un günleri sayılı.
You must be accurate in counting.
- Saymada yanlış yapmamaya özen göstermelisin.
I'm counting how many people there are.
- Orada kaç kişi olduğunu sayıyorum.
You know Americans are jealous of the British accent that they deem more prestigious.
- Amerikalıların daha prestijli saydıkları İngiliz aksanını kıskandıklarını bilirsiniz.
Please say your name slowly and clearly.
Above all, however, we would like to think that there is more to be decided, after the engines and after the humans have had their says.
He said he would be here tomorrow.
It’s said that fifteen wagon loads of ready-made clothes for the Virginia troops came to, and stay in, town to-night.
The sign says it’s 50 kilometres to Paris.
Say, what did you think about the movie?.
I've followed Selina down the strip, when we're shopping, say, and she strolls on ahead, wearing sawn-off jeans and a wash-withered T-shirt.
All in a kirtle of discolourd say / He clothed was .
Tom and Mary say they saw somebody climbing over the fence.
- Tom and Mary say they saw someone climbing over the fence.
Tom says he saw Mary.
- Tom says he saw Mary.
Dün gece Bay A bugünkü toplantıya katılamayacağını söylemek için beni aradı.
- Last night, Mr. A called me up to say he couldn't attend today's meeting.
Böyle bir şey söylemek için aptal olmalı.
- She must be stupid to say such a thing.
Onu söyledim, ama onu demek istemedim.
- I did say that, but I didn't mean it.
Ne alışveriş etmek ne de anneme hoşça kal demek için zamanım vardı.
- I had neither the time to go shopping, nor to say goodbye to my mother.
Hiçbir şey söylemezsen, bunu tekrarlamak için çağrılmayacaksın.
- If you don't say anything, you won't be called on to repeat it.
Ben onun hakkında size bildirmek istedim ama Tom bir şey söylemememi söyledi.
- I wanted to let you know about that, but Tom told me not to say anything.
Japon halkı neden İngilizce okumak zorunda olmalı? Yabancılar Japonca okumak zorunda olmalı! Söylediğin mantıklı geliyor!
- Why should Japanese people have to study English? Foreigners should have to study Japanese! What you say makes sense!
Tom Fransızca okumak istediğini söylüyor.
- Tom says he wants to study French.
Üzgünüm dememi ister misin?
- Do you want me to say I'm sorry?
Bir şey söylemek ister misin, Tom?
- Would you like to say something, Tom?
Tom öyle bir söz verdiğini hatırlamadığını söylüyor.
- Tom says that he doesn't remember having made such a promise.
Tom'un o konuda bir sözü yok.
- Tom doesn't have a say in that matter.
Ona söyleyecek hiçbir şeyim yok.
- I've got nothing to say to him.
Lütfen onu İngilizce olarak söyle.
- Please say it in English.
Tom senin son söze sahip olduğunu söyledi.
- Tom said you have the final say.
Son sözümü söylemedim!
- I didn't say my last word!