savaşmakta

listen to the pronunciation of savaşmakta
Türkçe - İngilizce
belligerent
Engaged in warfare, warring
Acting violently towards others
Eager to go to war, warlike
{a} carrying on war, engaged in war
manifesting a warlike spirit
adj inclined to or exhibiting assertiveness, hostility, truculence, or combativeness
{s} warlike, aggressive; hostile
Engaged in war, warring
A belligerent person is hostile and aggressive. He was almost back to his belligerent mood of twelve months ago. = aggressive + belligerently bel·lig·er·ent·ly `Why not?' he asked belligerently. + belligerence bel·lig·er·ence He could be accused of passion, but never belligerence. = aggression
{i} country that is engaged in war; member of the military of a warring nation
The nation(s) or individual(s) carrying out hostilities in an armed conflict Or, in short, a warring party
someone who fights (or is fighting)
Aggressively hostile, eager to fight
Of or pertaining to war
engaged in war; "belligerent (or warring) nations"; "a fighting war"
engaged in war; "belligerent (or warring) nations"; "a fighting war
savaş
warfare

Trench warfare characterized the 1914-1918 War. - Siper savaşı 1914-1918 savaşını simgeler.

The art of modern warfare does not necessarily require soldiers to be armed to the teeth to be effective as combatants. - Modern savaş sanatı dövüşçüler gibi etkili olmak için tepeden tırnağa silahlandırılacak askerleri muhakkak gerektirmez.

Savaş
(isim) War

War is a crime against humanity. - Savaş, insanlık dışı bir suçtur.

While the civil war went on, the country was in a state of anarchy. - İç savaş sırasında, ülke anarşik bir durum içindeydi.

savaş
{i} battle

Sometimes the Allies could not avoid battle. - Müttefikler bazen savaştan kaçınamadı.

Battle's never proven peace. - Savaş asla barışı kanıtlamamıştır.

savaş
{i} combat

The art of modern warfare does not necessarily require soldiers to be armed to the teeth to be effective as combatants. - Modern savaş sanatı dövüşçüler gibi etkili olmak için tepeden tırnağa silahlandırılacak askerleri muhakkak gerektirmez.

He was sent into combat. - O, savaşa gönderildi.

savaş
fought

The Union soldiers fought fiercely. - Birlik askerleri şiddetle savaştı.

I didn't know that Mr. Williams fought in the Vietnam War. - Bay Williams'ın Vietnam Savaşı'nda savaştığını bilmiyordum.

savaş
{i} campaign

Eisenhower had campaigned to end the war. - Eisenhower, savaşı sona erdirmek için mücadele etti.

savaş
strife
savaş
game

This game has you battle against hordes of evil stoats. - Bu oyun seni kötü gelincik sürülerine karşı savaştırır.

savaş
action

Tom began to experience remorse for his actions during the war. - Tom, savaş sırasındaki eylemleri için pişmanlık duymaya başladı.

The army was involved in a number of brilliant actions during the battle. - Ordu savaş sırasında bir dizi görkemli eylemlerde yer aldı.

savaş
struggle

There's no sign of a struggle. - Bir savaş işareti yok.

Tom and Mary struggled to make ends meet. - Tom ve Mary sonunda kavuşabilmek için savaştılar.

savaş
fight

A great warrior radiates strength. He doesn't have to fight to the death. - Büyük bir savaşçı güç yayar. O ölümüne savaşmak zorunda değildir.

Americans simply had no desire to fight. - Amerikalıların sadece savaşmak için herhangi bir arzusu yoktu.

savaş
wage war
savaş
{i} crusade
savaş
hostilities
savaş
conflict

The First World War began as a regional conflict and become one of history's worst humanitarian catastrophes. - Birinci Dünya Savaşı bölgesel bir çatışma olarak başlamış ve tarihin en kötü insanlık felaketlerinden biri olmuştur.

The relationship between Islam and the West includes centuries of co-existence and cooperation, but also conflict and religious wars. - İslam ve batı arasındaki ilişki yüzyıllar süren birliktelik ve ortak çalışma fakat aynı zamanda çatışma ve din savaşları içermektedir.

savaş
the battle
savaş
fray
savaş
struggle, fight, striving
savaş
fighting

He died fighting in the Vietnam War. - Vietnam savaşında savaşırken öldü.

They're fighting fiercely now but I assure you they'll bury the hatchet before long. - Onlar şimdi şiddetle mücadele ediyorlar fakat çok uzun zaman geçmeden önce savaş baltasını gömeceklerine sizi temin ederim.

savaş
war; battle; fight, struggle, combat; martial
savaş
wartime

Anarchy can happen during wartime. - Savaş sırasında anarşi olabilir.

After seven years of wartime captivity, Tom was a broken man. - Yedi yıllık savaş esaretinden sonra Tom çökmüş bir adamdı.

Türkçe - Türkçe
savaşmakta