savaşmak

listen to the pronunciation of savaşmak
Türkçe - İngilizce
fight

I do not want to fight Theodore Roosevelt. - Theodore Roosevelt ile savaşmak istemem.

Some were unwilling to fight. - Bazıları savaşmak için isteksiz.

battle
war

A great warrior radiates strength. He doesn't have to fight to the death. - Büyük bir savaşçı güç yayar. O ölümüne savaşmak zorunda değildir.

If she wants a war, she's got a war. - Savaşmak istiyorsa bir savaşı var.

make war

Bush doesn't want to make wars in order to control Central Asian oil. - Bush Orta Asya petrolünü kontrol etmek için savaşmak istemiyor.

fight a battle
struggle
campaign
conflict
to fight, battle, wage war
contend
strive against
wage war against
strive with
(karşı) battle against
to fight, to battle, to war; to fight (against) sth, to battle, to combat
to fight (against) (someone, something)
(için) battle for
wage war on smb
{f} combat
fight something
wage a battle
fight against

Everybody must unite to fight against AIDS. - Herkes AIDS'e karşı savaşmak için birleşmelidir.

You have to fight against this other woman. - Bu diğer kadına karşı savaşmak zorundasın.

striving
wage a fight
wage war with
wage war on
wage war
wage a war
join battle
battle for
savaş
warfare

The art of modern warfare does not necessarily require soldiers to be armed to the teeth to be effective as combatants. - Modern savaş sanatı dövüşçüler gibi etkili olmak için tepeden tırnağa silahlandırılacak askerleri muhakkak gerektirmez.

Dan was in the special forces and they teach them psychological warfare there. - Dan özel kuvvetlerdeydi ve onlar orada onlara psikolojik savaş öğretiyorlar.

Savaş
(isim) War

While the civil war went on, the country was in a state of anarchy. - İç savaş sırasında, ülke anarşik bir durum içindeydi.

Gerhard Schroeder is the first German chancellor not to have lived through World War II. - Gerhard Schröder, II. Dünya Savaşı boyunca yaşamayan ilk şansölyedir.

savaş
{i} battle

Many soldiers suffered terrible wounds in the battle. - Birçok asker savaşta kötü yaralardan acı çekti.

He cheated death many times on the battlefield. - Savaş alanında defalarca kefeni yırttı.

savaş
{i} combat

He was sent into combat. - O, savaşa gönderildi.

The art of modern warfare does not necessarily require soldiers to be armed to the teeth to be effective as combatants. - Modern savaş sanatı dövüşçüler gibi etkili olmak için tepeden tırnağa silahlandırılacak askerleri muhakkak gerektirmez.

savaş
fought

People fought over supplies. - İnsanlar malzemeler için savaştı.

Tom fought with all his might. - Tom bütün gücüyle savaştı.

savaş
{i} campaign

Eisenhower had campaigned to end the war. - Eisenhower, savaşı sona erdirmek için mücadele etti.

savaş
strife
savaş
game

This game has you battle against hordes of evil stoats. - Bu oyun seni kötü gelincik sürülerine karşı savaştırır.

savaşma
fray
savaşma
combat
savaş
action

The army was involved in a number of brilliant actions during the battle. - Ordu savaş sırasında bir dizi görkemli eylemlerde yer aldı.

Tom began to experience remorse for his actions during the war. - Tom, savaş sırasındaki eylemleri için pişmanlık duymaya başladı.

savaş
struggle

That fight seemed like a life-or-death struggle. - Bu savaş, bir yaşam ya da ölüm mücadelesi gibi görünüyordu.

Tom and Mary struggled to make ends meet. - Tom ve Mary sonunda kavuşabilmek için savaştılar.

savaş
fight

Without supplies, his army could not fight very long. - Malzemeler olmadan, onun ordusu çok uzun savaşamadı.

Farragut captured New Orleans without a fight. - Farragut, New Orleans'ı savaş olmadan ele geçirdi.

savaş
wage war
savaş
{i} crusade
savaş
hostilities
savaş
conflict

The relationship between Islam and the West includes centuries of co-existence and cooperation, but also conflict and religious wars. - İslam ve batı arasındaki ilişki yüzyıllar süren birliktelik ve ortak çalışma fakat aynı zamanda çatışma ve din savaşları içermektedir.

The Winter War was a military conflict between Finland and the Soviet Union. - Kış Savaşı, Finlandiya ile Sovyetler Birliği arasındaki askeri bir çatışmaydı.

savaş
the battle
savaşma
fight
etkin bir şekilde savaşmak
wage effective war against
göğüs göğüse savaşmak
fall to
göğüs göğüse savaşmak
run in
ile savaşmak
war with
karşı savaşmak
war against
karşı savaşmak
fight against

You have to fight against this other woman. - Bu diğer kadına karşı savaşmak zorundasın.

Everybody must unite to fight against AIDS. - Herkes AIDS'e karşı savaşmak için birleşmelidir.

savaş
fray
savaş
struggle, fight, striving
savaş
fighting

He died fighting in the Vietnam War. - Vietnam savaşında savaşırken öldü.

The fighting lasted one week. - Savaş bir hafta sürdü.

savaş
war; battle; fight, struggle, combat; martial
savaş
wartime

Anarchy can happen during wartime. - Savaş sırasında anarşi olabilir.

After seven years of wartime captivity, Tom was a broken man. - Yedi yıllık savaş esaretinden sonra Tom çökmüş bir adamdı.

yeldeğirmenlerine karşı savaşmak
fight windmills
yeldeğirmenlerine karşı savaşmak
tilt at windmills
ümitsizce savaşmak
fight a losing battle against
Türkçe - Türkçe
Uğraşmak, mücadele etmek: "Azmi'yi bizimle beraber gelmeğe pek güçlükle razı edebilmişizdir
Hatta bir kere de gazinonun kapısında bizden kaçmağa savaşmıştır."- R. N. Güntekin
Ordu ölçüsünde iki silahlı kuvvet karşı karşıya gelip çarpışmak, muharebe etmek
Uğraşmak, mücadele etmek
cenkleşmek
(Osmanlı Dönemi) TEZEMMÜR
uğraşmak
savaş
Bir şeyi ortadan kaldırmak, yok etmek amacıyla girişilen mücadele
savaş
Devletlerin diplomatik ilişkilerini keserek giriştikleri silahlı mücadele, muharebe, harp
savaş
Hayvanların birbirleriyle yaptığı mücadele
savaş
Uğraşma, kavga, mücadele
Savaş
harp
Savaş
kıtal
Savaş
kavga
Savaşma
(Osmanlı Dönemi) MÜKÂFAHA
savaş
Devletlerin diplomatik ilişkilerini keserek giriştikleri silâhlı mücadele, harp
savaşma
Savaşmak işi, muharebe
savaşmak