Birçok ülkede, Arap ülkeleri ve İsrail hariç genellikle Cumartesi ve Pazar, hafta sonu günleri olarak ilan edilmiştir.
- In most countries, with the exception of the Arab countries and Israel, Saturday and Sunday are defined as the weekend.
Dün cumartesi değil, pazardı.
- Yesterday was Sunday, not Saturday.
İşitebilmek için önde oturdu.
- He sat in the front so as to be able to hear.
İki âşık çay içerek yüz yüze oturdular.
- The two lovers sat face to face, drinking tea.
Tom sundurmada oturdu ve gazete okudu.
- Tom sat on the porch and read the paper.
Tom akşam gazetesini okurken sundurmada oturdu.
- Tom sat on the porch, reading the evening paper.
Tüm yapmanız gereken, burada oturmak ve doktorun sorularını cevaplamak.
- All you have to do is sit down here and answer the doctor's questions.
Sana buraya daha erken gelmemiz gerektiğini söyledim. Şimdi oturmak için hiç yer kalmadı.
- I told you we should've gotten here earlier. Now there aren't any places left to sit.
Oturduğun yerdeki boya hâlâ yaştır.
- The paint on the seat on which you are sitting is still wet.
Senin yanına oturabilir miyim?
- Can I sit beside you?
Pazar günü bir sınava girmek zorunda olduğuma inanamıyorum!
- I can't believe I have to sit an exam on Sunday!
Kilise şehrin kenarında bulunmaktadır.
- The church is situated on the edge of town.
Thursday adası Avustralya'nın en kuzeyindeki Cape York ve Yeni Gine arasındaki Torres boğazında bulunmaktadır.
- Thursday Island is situated in the Torres Strait between Australia's northernmost Cape York and New Guinea.
Siyah insanlar otobüsün arkasında oturmak ya da doluysa ayakta durmak zorunda kaldılar.
- Black people had to sit in the back of the bus, or stand if the back was full.
Operasyon bir SAT timi tarafından yapıldı.
In what city is the circuit court sitting for this session.
I'm going to sit for them on Thursday.
I currently sit on a standards committee.
The temple has sat atop that hill for centuries.
After a long day of walking, it was good just to sit and relax.
I need to find someone to sit my kids on Friday evening for four hours.
Sit him in front of the TV and he might watch for hours.
I asked him to sit.
I don’t think it will sit well.
I sat me weary on a pillar's base, / And leaned against the shaft.
For there one learns—'t is not for me to boast, / Though I acquired—but I pass over that, / As well as all the Greek I since have lost: / I say that there 's the place—but ‘Verbum sat.’.
He decided to sell the car.
- Arabayı satmaya karar verdi.
I sell clothing online.
- Ben çevrimiçi giysi satarım.
He realized a large sum by the sale of the plantation.
- O ekili alanın satışını büyük miktarda gerçekleştirdi.
The sale of cigarettes should be banned.
- Sigara satışı yasaklanmalıdır.
Stamps are not sold in this store.
- Bu dükkânda pul satılmıyor.
We arrived at that plan out of pure desperation, but the book sold well.
- Umutsuzluktan dolayı o plana vardık fakat kitap iyi sattı.
Tom didn't have enough change to buy a drink from the vending machine.
- Tom'un otomattan bir içecek satın almak için yeterli bozuk parası yoktu.
You can buy the ticket from the vending machine too.
- Otomattan da bilet satın alabilirsin.
He made a great deal of money selling milk.
- O süt satarak çok para yaptı.
I doubt that Tom would ever consider selling his antique car.
- Tom'un şimdiye kadar antika arabasını satmayı düşündüğünden şüpheliyim.
... So I sat there on the side of the road, and before I called ...
... - RUDY! - WELL, I'M SORRY, BUT YOU'VE NEVER SAT ON HER. ...