sadece

listen to the pronunciation of sadece
Türkçe - İngilizce
just

Tickets are valid for just two days, including the day they are purchased on. - Biletler, alındığı gün de dahil olmak üzere sadece iki gün geçerlidir.

I'm just going to rest during the summer vacation. - Yaz tatili sırasında sadece dinleneceğim.

merely

How to merely get tea? - Sadece çay nasıl alınır?

He said it merely as a joke. - O, onu sadece bir şaka olarak söyledi.

solely

From the standpoint of ecology, Antarctica should be reserved solely for research, not for tourism or for commercial exploration. - Ekoloji açısından, Antarktika turizm için ya da ticari keşif için değil, sadece araştırma için korunmalıdır.

only

The pulao with meat is eight yuan. The vegetarian pulao is only four yuan. - Etli pilav sekiz yuan. Vejetaryen pilav sadece dört yuan.

Only a few people understood me. - Sadece birkaç kişi beni anladı.

purely

This happened purely by accident. - Bu sadece kazara oldu.

All characters appearing in this work are fictitious. Any resemblance to real persons, living or dead, is purely coincidental. - Bu eserde görünen tüm karakterler tamamen hayal ürünüdürler. Yaşayan ya da ölü gerçek kişilere olan herhangi bir benzerlik sadece rastlantıdır.

alone

Please just leave me alone. I want to think. - Lütfen sadece beni yalnız bırakın. Düşünmek istiyorum.

They said they only wanted to be left alone. - Sadece yalnız kalmak istediklerini söylediler.

simply

Patients often die simply because they yield to their diseases. - Hastalar çoğunlukla sadece hastalıklarına boyun eğdikleri için ölürler.

This is why Tatoeba is multilingual. But not that kind of multilingual. Not the kind where languages are simply being paired up together, and where some pairs are left behind. - Tatoeba'nın çok dilli olmasının nedeni budur. Fakat o tür çok dilli değil. Dillerin sadece birlikte eşleştirildiği ve bazı çiftlerin geride bırakıldığı tür değil.

barely

Tom just barely passed the test. - Tom testi sadece zar zor geçti.

pure and simple
none but
not only

Not only you but I also was to blame. - Sadece sen değil aynı zamanda ben de suçlanacaktım.

Not only did I eat pilaf, but I also ate kebabs. - Sadece pilav değil, kebap da yedim.

such

I'm just trying to figure out why someone would do such a thing. - Ben sadece birinin neden böyle bir şey yapacağını anlamaya çalışıyorum.

You're very lucky you know! A such thing happen only once in a lifetime. - Bilirsin çok şanslısın! Böyle bir şey bir ömür boyu sadece bir kez olur.

nothing but

It was nothing but a joke. - O sadece bir şakaydı.

Gabriel took nothing but the hot soup and a little sherry. - Gabriel sadece sıcak çorba ve biraz şeri içti.

only, solely, merely, just
itself

The universe exists only because of life, and everything that lives feeds itself. - Evren sadece hayattan dolayı vardır ve yaşayan her şey kendini besler.

We came to realize that the problem isn’t just a few bad corporations but the entire system itself. - Problemin sadece birkaç kötü şirket değil de bütün bir sistem olduğunun farkına varmış durumdayız.

nigh but
exclusively

Penguins live almost exclusively in the Southern Hemisphere. - Penguenler neredeyse sadece Güney Yarımküre'de yaşarlar.

I read detective stories exclusively. - Ben sadece dedektif hikayeleri okurum.

but

The singer is famous not only in Japan but also in Europe. - Şarkıcı sadece Japonya'da değil, aynı zamanda Avrupa'da da ünlü.

Not only you but I also was to blame. - Sadece sen değil aynı zamanda ben de suçlanacaktım.

nothing else

I just sell newspapers, nothing else. - Ben sadece gazete satıyorum, başka bir şey satmıyorum.

You just have to wait. There's nothing else you can do. - Sadece beklemek zorundasın. Yapabileceğin başka bir şey yok.

mere

The mere thought of a snake makes me shiver. - Bir yılanı sadece düşünmek beni titretiyor.

How to merely get tea? - Sadece çay nasıl alınır?

nothing more or less than
provided

The king had only one child, and that was a daughter, so he foresaw that she must be provided with a husband who would be fit to be king after him. - Kralın sadece bir çocuğu vardı ve o bir kızdı, bu yüzden ona ondan sonra kral olmak için uygun olacak bir koca temin edilmesi gerektiğini öngördü.

nothing more than
sole

From the standpoint of ecology, Antarctica should be reserved solely for research, not for tourism or for commercial exploration. - Ekoloji açısından, Antarktika turizm için ya da ticari keşif için değil, sadece araştırma için korunmalıdır.

just in

Tom said he was just interested in helping Mary. - Tom sadece Mary'ye yardım etmekle ilgilendiğini söyledi.

Tom was just in Boston last week. - Tom geçen hafta sadece Boston'daydı.

only if

Tom can walk only if he has his cane. - Tom sadece bastonu olursa yürüyebilir.

A is equivalent to B has the same meaning as A is true if and only if B is true. - A B ye eşittir Eğer ve sadece B gerçekse A doğrudur. ile aynı anlamı vardır.

the just
only to

I tried to persuade Sam to give up his plan, only to fail. - Sam'i sadece başarısız olacak planından vazgeçmesi için ikna etmeye çalıştım,

He will be only too glad to help you. - Sadece ,sana yardım etmekten çok hoşnut olacak.

the only

Why am I the only one they complain of? They're just making an example out of me and using me as a scapegoat. - Niçin onların şikâyet ettikleri sadece benim? Onlar sadece beni örnek veriyorlar ve beni bir günah keçisi olarak kullanıyorlar.

You and Emet are the only ones still here. - Hâlâ burada olanlar sadece sen ve Emet'sin.

only when

It's only when I can't sleep at night that the ticking of the clock bothers me. - Sadece gece uyuyamadığım zamanlar saatin tik tak sesleri beni rahatsız eder.

It's only when I have things I have to do, that I find I want to do things I don't have to do. - Sadece yapacak bir şeyim olduğunda, zorunda olmadıklarımı yapmaya hevesliyim.

only as
plain

I'm just a plain old office worker. - Ben sadece düz eski bir ofis çalışanıyım.

Plain white paper will do. - Sadece beyaz kağıt yeterli.

providing
sadece kenarlardan alın
Just take some off the edges
sadece ve sadece
only if/only when/only : - "Call me only if your cold gets worse."
sadece akıl veren
armchair
sadece anneden olan akrabalık
halfblood
sadece aptallar
none but fools
sadece babadan olan kan bağı
halfblood
sadece beni ilgilendirir
that's just my bag
sadece bu değil
not only this
sadece elde yıkama
Handwash only
sadece etrafa bakıyorum
I'm just looking around
sadece eğlenmek için
just for the fun
sadece gerekli olanları yapın
Just do the essentials
sadece gönderme için kriptolanmış
(Askeri) encrypt for transmission only
sadece ikimiz
just the two of us
sadece ikincil radar verisi
(Askeri) secondary radar data only
sadece kendini merkez alan
egocentric
sadece kişisel kullanım için eşyalarım var
I only have articles for personal use
sadece kuru temizleme
dry clean only
sadece merhabalaşmak
be on nodding terms
sadece nakit
Cash only
sadece salata rica ediyorum
I would like just a salad
sadece saçlarım ucunu kesip düzeltiniz lütfen
just a trim please
sadece sen
none but you
sadece tıraş bıçağı
Razors only
sadece yelkenleri görülen
hull down
ana renklerin sadece ini ayırdedebilen
dichromatic
burası sadece yayalara açık
This is a pedestrian street only
deniz astsubay kıdemli başçavuş; sadece tamamlanmış hükümler
(Askeri) chief petty officer; complete provisions only
elektro-optik; son ofis; eşit fırsat; icra emri; sadece gözler
(Askeri) electro-optical; end office; equal opportunity; executive order; eyes only
elektronik olarak silinebilir programlanabilir ve sadece okunabilir hafıza
(Askeri) electronic erasable programmable read-only memory
hastalığın sadece kafada olduğuna inanan mezhep
Christian Science
silinebilir programlanabilir sadece okunabilir hafıza
(Askeri) erasable programmable read-only memory
Türkçe - Türkçe
Başka bir şey bulunmaksızın, yalnızca, ancak, sade
Başka bir şey bulunmaksızın, yalnızca, ancak, sade: "Her millette olduğu gibi, bizde de kelimeleri, şiir canlandırmış, nesir sadece kullanmıştır."- Y. K. Karaosmanoğlu
bir
(Osmanlı Dönemi) MAHZ