sağlam teriminin Türkçe İngilizce sözlükte anlamı
- (Hukuk) durable
- {s} sturdy
This kind of cloth is both cheap and sturdy.
- Bu tür kumaş hem ucuz hem de sağlam.
Take this chair. It's sturdy.
- Bu sandalyeyi al. O sağlam.
- {s} solid
This bed looks solid.
- Bu yatak sağlam gözüküyor.
A house is built on top of a solid foundation of cement.
- Bir ev, çimentodan yapılmış sağlam bir temel üstüne inşa edilmiştir.
- steady
Is this ladder steady enough?
- Bu merdiven yeterince sağlam mı?
This bridge looks steady.
- Bu köprü sağlam görünüyor.
- sound
This is quite sound from a scientific aspect.
- Bu, bilimsel açıdan son derece sağlam.
A sound mind in a sound body.
- Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur.
- sound; healthy; strong, robust, sturdy; trustworthy, reliable, sure, safe, solid, staunch; solid, firm, durable, substantial, hardwearing; all right, in good order/condition; whole, undamaged
- hard
They tried very hard to gain an advantage over one another.
- Onlar birbirlerine karşı üstünlük sağlamak için çok uğraştılar.
I found it pretty hard to adjust to my new surroundings.
- Yeni çevreme uyum sağlamayı oldukça zor buldum.
- valid
- strong, sound, secure; well-built, well-made; in good condition, undamaged
- gilt edged
- able-bodied
- bankable
- healthy
- consolidated
- cast iron
Tom has a cast iron stomach. He can eat just about anything.
- Tom'un sağlam bir midesi var. İstediği şeyi yiyebiliyor.
- whole
- secured
- foursquare
- secure
Secure your own mask before helping others.
- Diğerlerine yardım etmeden önce kendi maskeni sağlamlaştır.
Secure the garage door.
- Garaj kapısını sağlama alın.
- granitic
- healthy, strong
- calculable
- granite
- trustworthy, reliable, dependable
- flat footed
- dyed in grain
- hale
- (Konuşma Dili) most certainly, without a doubt
- strong
The barn was small, but it was strong.
- Ahır küçüktü ama sağlamdı.
Cardboard is stronger than paper.
- Karton, kağıttan daha sağlamdır.
- fast
- safe
You should put safety before everything else.
- Her şeyden önce güvenliği sağlamalısın.
Tom returned safe and sound.
- Tom güvenli ve sağlam döndü.
- bouncing
- sure
I'll do everything within my power to make sure your children are safe.
- Senin çocuklarının güvende olmalarını sağlamak için gücüm dahilinde her şeyi yapacağım.
I'm just making sure.
- Ben sadece sağlama bağlıyorum.
- foolproof
- good
Tom has a good firm handshake.
- Tom'un sağlam bir el sıkışması var.
He's good at fund raising.
- O, fon sağlamada iyidir.
- firm
He had a firm belief in his God.
- Tanrısına sağlam bir inancı vardı.
He has a firm belief.
- Onun sağlam bir inancı var.
- {s} tough
He seems like a softy on the surface, but at the core he's got an iron will that makes him an extremely tough negotiator.
- Dış görünüşte bir sümsük gibi görünüyor. Fakat özünde onu zorlu bir delege yapan sağlam bir iradesi var.
- {s} stereo
- {s} stable
Sami worked very hard to provide a stable environment for his children.
- Sami, çocukları için istikrarlı bir ortam sağlamak için çok sıkı çalıştı.
- {s} invulnerable
- single
- thriving
- (Jeoloji) competent
- surefire
- four
- heil
- all right
- respectable
- in one piece
- unshakeable
- immaculate
- {s} rugged
- stout
- staunch
I am a staunch supporter of linguistic purism.
- Ben dilsel sadeliğin sağlam bir destekçisiyim.
Emmanuel Macron is a staunch defender of the European Union.
- Emmanuel Macron, Avrupa Birliğinin sağlam bir savunucusudur.
- unhurt
- resolute
- steely
- long-wearing
- unshaken
- unflinching
- hardwearing
- {s} responsible
- lasting
- roadworthy
- doughty
- substantial
- right
- undamaged
- robust
She has a robust constitution.
- Onun sağlam bir yapısı var.
He has a robust constitution.
- Onun sağlam bir yapısı var.
- entrenched
- sağlam ak
- solid flow
- sağlam olarak
- as solid
- sağlam yapı
- Rugged construction
- sağlam, sert taş
- strong, hard stone
- sağlam adımlarla ilerlemek
- forge ahead
- sağlam ayakkabı değil
- (he's) unreliable, untrustworthy
- sağlam ayakkabı değil
- (Konuşma Dili) He's unreliable. (bir işi)
- sağlam ayakkabılık kumaş
- lasting
- sağlam basan
- sure footed
- sağlam bina
- solid build
- sağlam bir temele dayalı
- well grounded
- sağlam borç
- (Ticaret) good debt
- sağlam dokunmuş kumaş
- webbing
- sağlam hisse senedi
- floater
- sağlam irade
- iron will
- sağlam kaba kotarmak
- to reorganize (something) so that it becomes profitable or beneficial, make (something) a going concern
- sağlam karakterli
- solid
- sağlam kaya
- bedrock
- sağlam kazığa bağlamak
- to make safe/sure
- sağlam kazığa/a bağlamak
- to ensure that nothing goes wrong; to make (something) sure, certain, or safe
- sağlam olmayan
- unsecured
- sağlam olmayan
- unstable
- sağlam olmayan
- not healthy
- sağlam oturmak
- sit tight
- sağlam para
- hard currency
- sağlam raporu
- bill of health
Tom's doctor gave him a clean bill of health.
- Tom'un doktoru ona sağlam raporu verdi.
- sağlam raporu
- clean bill of health
- sağlam rüzgâr
- steady wind
- sağlam temel
- (Hukuk) sound basis, solid basis
- sağlam temeller
- hard pan
- sağlam temelli
- well grounded
- sağlam temelli
- well founded
Tom's fears were well founded.
- Tom'un korkuları sağlam temelliydi.
- sağlam vuruş
- a solid blow
- sağlam yemek
- solid meal
- sağlam yön
- head grain
- güçlü, kuvvetli, sağlam
- powerful, strong, robust
- atını sağlam kazığa bağlamak
- to take precautions in one's business
- ayak basacak sağlam yer
- footing
- ayak basacak sağlam yer
- foothold
- ayağını sağlam basan
- sure footed
- eşekini/atını sağlam kazığa bağlamak
- to take precautions
- incecik sağlam kâğıt
- Indian paper
- incecik sağlam kâğıt
- India paper
- kaba ve sağlam ayakkabı
- brogue
- kısa ama sağlam yapılı
- stocky
- orta vadeli sürdürülebilir kamu sermayeleri için sağlam bir temel
- (Hukuk) a solid basis for sustainable public finances in the medium term
- temeli sağlam
- (deyim) on a firm footing
- turp gibi sağlam
- (deyim) hale and hearty
- uçkuruna sağlam olmak
- colloq . to be chaste, not to sleep around; not to commit adultery