He had dark brown hair.
- Koyu kahverengi saçları vardı.
It's high time you had a haircut.
- Saç tıraşı olmanın zamanı çoktan geldi.
I am fed up with your nonsense.
- Saçmalıklarından bıktım.
That's nonsense. Nobody but a fool would believe it.
- O çok saçma. Bir aptalın dışında ona kimse inanmaz.
He was so drunk, his explanations were nonsensical.
- O çok sarhoştu, onun açıklamaları saçma sapandı.
Absolutely nonsensical things happen in this world.
- Kesinlikle bu dünyada saçma sapan şeyler oluyor.
It is absurd to believe that young children can run faster than policemen.
- Şu genç çocukların polislerden daha hızlı koşabileceğine inanmak saçmadır.
The idea seemed absurd at first.
- Fikir ilk başta saçma görünüyordu.
How can you say such a silly thing?
- Nasıl bu kadar saçma bir şey söyleyebilirsin?
I need to ask you a silly question.
- Sana saçma bir soru sormalıyım.
Aren't you being just a little unreasonable?
- Sadece biraz saçma davranmıyor musun?
Don't bother your parents with such a trivial thing.
- Anne babanı böyle saçma bir şeyle rahatsız etme.
Writing with chalk is trivial.
- Tebeşirle yazmak saçmadır.
I got it, so no bullshit, okay?
- Anladım, bu yüzden saçmalık yok, değil mi?
Creationism is bullshit.
- Yaratılışçılık saçmalıktır.
The sentence is senseless, but correct.
- Bu cümle saçma ama hatasız.
How could you make such a foolish mistake?
- Nasıl böyle saçma bir hata yapabilirsin?
It is foolish of him to pay for it again.
- Yeniden ödeyerek saçmalık etti.
His essay is rubbish.
- Onun denemesi saçmalık.
My good books barely sold anything, while the trash I wrote made me rich.
- Yazdığım saçma kitap beni zengin yaparken iyi kitaplarım zar zor bir şeyler sattı.
Tom's hair is disheveled.
- Tom'un saçı darmadağınık.
It's almost as absurd as building a nuclear reactor inside a castle.
- Bu neredeyse bir kale içine nükleer reaktör inşa etmek kadar saçma.
Isn't buying paintings for the office a little frivolous?
- Ofis için resim satın almak biraz saçma değil mi?
This is just a pile of bullshit!
- Bu sadece bir yığın saçmalık!
Creationism is bullshit.
- Yaratılışçılık saçmalıktır.
Obviously, such arguments are preposterous.
- Açıkçası, bu tür tartışmalar çok saçma.
Tom's story is preposterous.
- Tom'un hikayesi çok saçma.
It is rather ridiculous that, in some countries, a person cannot even release their own work into the public domain.
- Bazı ülkelerde, birinin kendi işini bile kamuya bırakamaması oldukça saçmadır.
Whoever told you such a ridiculous story?
- Böylesine saçma bir hikayeyi sana kim anlattı?
They must be crazy to believe such nonsense.
- Onlar böyle saçmalıklara inanmak için deli olmalılar
Sami's lies got bigger and more outlandish.
- Sami'nin yalanları daha büyük ve daha saçma.
Where did you scatter them?
- Onları nereye saçtın?
The hungry cat scattered the trash all over the kitchen.
- Aç kedi çöpü mutfağın her yerine saçtı.
He has an incongruous sounding name which is hard to remember.
- Onun hatırlaması zor saçma görünen bir adı var.
He made a farcical attempt to save face during the fallout of his sex scandal.
- Onun seks skandalı serpintisi sırasında yüzünü korumak için saçma bir girişimde bulundu.
Personally, I think that's a bunch of malarkey.
- Şahsen, ben onun saçmalık olduğunu düşünüyorum.
All that New Age stuff is really weird.
- Tüm bu Yeni Çağ saçmalıkları gerçekten garabet.
You expect me to know this stuff?
- Bu saçmalığı bilmemi mi bekliyorsun?