sınırlamasız

listen to the pronunciation of sınırlamasız
Türkçe - İngilizce
unrestricted
not restricted or confined
accessible to all
If you have an unrestricted view of something, you can see it fully and clearly, because there is nothing in the way. Nearly all seats have an unrestricted view. not limited by anyone or anything
free of restrictions on conduct; "I had unrestricted access"
A classification indicating terrain that is free of restrictions to movement
Funds having no requirements or restrictions as to use or disposition Grants, contracts, and cooperative agreements are considered to be restricted funds
having no security classification
If an activity is unrestricted, you are free to do it in the way that you want, without being limited by any rules. Freedom to pursue extra-curricular activities is totally unrestricted The Commissioner has absolutely unrestricted access to all the files
not subject to or subjected to restriction
refers to the sum of general funds plus departmental income
{s} unlimited, boundless, unrestrained
not restricted or modified in meaning; "unrestricted verbs are usually stronger than those qualified by adverbs"
never having had security classification
sınırla
restrict

Freedom of speech was tightly restricted. - İfade özgürlüğü ciddi şekilde sınırlandı.

Please restrict your orders to what is in our catalog. - Kataloğumuzda bulunanlara göre lütfen siparişlerinizi sınırlayın.

sınırla
delimit
sınırla
{f} border

Exporting is a commercial activity which transcends borders. - İhracaat sınırları aşan ticari bir etkinliktir.

All countries have a responsibility to preserve the ancestral relics of every people group within their borders, and to pass these on to the coming generations. - Bütün ülkelerin sınırları dahilinde her insan gurubuyla ilgili tarihi eserleri korumak ve bunları gelecek nesillere aktarmak için bir sorumluluğu vardır.

sınırla
(Bilgisayar) limit to
sınırla
(Bilgisayar) limited to
sınırla
localise
sınırla
circumscribe
sınırla
{f} localized

The firemen localized the fire. - İtfaiyeciler yangını sınırladılar.

sınırla
{f} bordering
sınırla
{f} delimited
sınırla
circumscribed
sınırla
{f} limit

The limits of my language mean the limits of my world. - Benim dil sınırlarım benim dünyamın sınırları anlamına gelir.

Tom doesn't actually live within Boston city limits. - Tom aslında Boston şehri sınırları içinde yaşamıyor.

sınırla
limited

Our freedoms are being limited. - Özgürlüklerimiz sınırlanıyor.

Those children have limited verbal skills. - Şu çocuklar sözlü becerilerini sınırladı.

sınırla
limiting

Renewable energy is essential for limiting the increase of the global temperature. - Yenilenebilir enerji, küresel sıcaklık artışını sınırlamak için gereklidir.

sınırla
restricted

Freedom of speech was tightly restricted. - İfade özgürlüğü ciddi şekilde sınırlandı.

Entrance is restricted to those above 18. - Giriş 18 yaş üstü olanlara sınırlandırılmıştır.

sınırlamasız