sınırlı teriminin Türkçe İngilizce sözlükte anlamı
- restricted
Visibility was severely restricted in the heavy fog.
- Görüş yoğun siste ciddi olarak sınırlı idi.
- limited
In towns, speed is limited to 50 km/h.
- Şehirlerde, hız saatte 50 km ile sınırlıdır.
We have limited resources.
- Sınırlı kaynaklarımız var.
- finite
We cannot have infinite growth on a finite planet.
- Sınırlı bir gezegende sınırsız bir büyüme olamaz.
Man's knowledge is finite.
- İnsanın bilgisi sınırlıdır.
- determinate
- parochial
- confined to
Soccer is not necessarily confined to men.
- Futbol zorunlu olarak erkeklerle sınırlı değildir.
- confined
Soccer is not necessarily confined to men.
- Futbol zorunlu olarak erkeklerle sınırlı değildir.
- scarce
Oil is scarce in this country.
- Bu ülkede petrol sınırlıdır.
If food is so scarce, then why hasn't Gandhi died yet?
- Yiyecek çok sınırlıysa, öyleyse neden Gandhi henüz ölmedi?
- limitative
- delimited
- bounded
- localized
- (Bilgisayar) limited to
Sami and Layla's encounters were limited to their workplace.
- Sami ve Leyla'nın karşılaşmaları işyerleri ile sınırlıydı.
The number of students in this class is limited to 15.
- Be sınıftaki öğrenci sayısı on beşle sınırlı.
- scanty
- strait
- slender
- scant
- limited, restricted
- bounded by
- measurable
- Ltd
- narrow
- bounded by; limited, restricted
- contracted
- stinted
- qualified
- close
- sınır
- frontier
Many families went west to make a new life on the frontier.
- Çok sayıda aile sınırda yeni bir hayat kurmak için batıya gitti.
Many families left to make a new life on the frontier.
- Birçok aile sınırda yeni bir hayat kurmak için ayrıldı.
- sınır
- boundary
There is a fence marking the boundary between our yard and the neighbor's.
- Bizim ve komşunun avlusu arasındaki sınırı işaretlemek için bir çit vardır.
The Rhine is the boundary between France and Germany.
- Ren, Fransa ve Almanya arasındaki sınırdır.
- sınır
- verge
- sınır
- border
The army is in the north to protect the border.
- Ordu sınırı korumak için kuzeydedir.
The path is bordered with hedges.
- Yol çitlerle sınırlanmıştır.
- sınır
- limit
Everyone has the right to rest and leisure, including reasonable limitation of working hours and periodic holidays with pay.
- Her şahsın dinlenmeye, eğlenmeye, bilhassa çalışma müddetinin makul surette sınırlandırılmasına ve muayyen devrelerde ücretli tatillere hakkı vardır.
The limits of my language mean the limits of my world.
- Benim dil sınırlarım benim dünyamın sınırları anlamına gelir.
- sınırlı sayı
- finite number
- sınırlı bantlı
- (Bilgisayar) band-limited
- sınırlı baskı
- limited edition
- sınırlı bağlam
- (Dilbilim) limited context
- sınırlı büyüme
- (Bilgisayar,Teknik) bounded growth
- sınırlı ciro
- (Ticaret) restrictive endorsement
- sınırlı diyet
- restricted diet
- sınırlı emir
- (Ticaret) limit order
- sınırlı erişim
- (Bilgisayar) limited access
- sınırlı küme
- (Matematik) bounded set
- sınırlı olarak
- finitely
- sınırlı tutmak
- cramp
- sınırlı üretim
- (Ticaret) limited production
- sınırlı sayı
- limited number
- sınırlı sayı
- limited
- sınırlı alan
- confined space
- sınırlı besin
- (Askeri) limiting nutrition
- sınırlı bilgi
- smatter
- sınırlı dağıtım
- (Askeri) limited distribution
- sınırlı denge
- conditional stability
- sınırlı dizi
- (Dilbilim) closed set
- sınırlı dizi
- (Matematik) bounded sequence
- sınırlı doğru
- math . segment, line segment
- sınırlı eksen
- (Botanik, Bitkibilim) definite axis
- sınırlı girme
- (Askeri) partial penetration
- sınırlı grev
- (Ticaret) pin strike
- sınırlı harp
- (Askeri) controlled war
- sınırlı harp
- (Askeri) limited war
- sınırlı hedef listesi
- (Askeri) restricted target list
- sınırlı kalmak
- be limited
- sınırlı kalmak
- remain limited
- sınırlı kitle
- (Havacılık) finite mass
- sınırlı malik
- (Kanun) limited owner
- sınırlı miktar
- limited amount
- sınırlı miktar
- (Çevre) limited quantity
- sınırlı oy
- (Politika, Siyaset) limited vote
- sınırlı piyasa
- (Ticaret) limited market
- sınırlı sahiplik
- (miras) tail
- sınırlı savaş
- (Hukuk) limited war
- sınırlı sayı
- math . finite number
- sınırlı sayıda
- (Ticaret) truck jobbers
- sınırlı sekme
- (Bilgisayar) tab delimited
- sınırlı sistem
- limited system
- sınırlı sorumlu ortak
- limited partner
- sınırlı sorumlu ortaklık
- law limited liability company
- sınırlı süre
- limited duration
- sınırlı taarruz seçeneği
- (Askeri) limited attack option
- sınırlı çek
- (Ticaret) limited check
- sınırlı ölçüde
- on a limited scale
- sınırlı ömür
- (Ticaret) limited life
- sınırlı ıslah
- (Tarım) narrow breeding
- sınırlı şerit
- (Bilgisayar,Teknik) limited tape
- sıcaklık sınırlı
- temperature limited
- sınır
- limitation
She knows her limitations.
- O, kendi sınırlarını bilir.
Everyone has the right to rest and leisure, including reasonable limitation of working hours and periodic holidays with pay.
- Her şahsın dinlenmeye, eğlenmeye, bilhassa çalışma müddetinin makul surette sınırlandırılmasına ve muayyen devrelerde ücretli tatillere hakkı vardır.
- sınır
- (İnşaat) fringe
- sınır
- {i} bound
This river forms the boundary between the two prefectures.
- Bu nehir, iki il arasındaki sınırı oluşturur.
This limited express is bound for Sendai.
- Bu sınırlı ekspres Sendai'ye gider.
- sınır
- March
- sınır
- border; frontier; boundary, limit; division
- bant-sınırlı
- (Bilgisayar) band-limited
- düzgün sınırlı
- uniformly bounded
- sınır
- demarkation
- sınır
- (Bilgisayar) limit to
There is no limit to human desire.
- İnsan arzusunda hiçbir sınır yoktur.
There is a limit to how much one can tolerate.
- Birinin ne kadar tahammül edeceğine dair bir sınır var.
- sınır
- threshold
- sınır
- edging
- sınır
- (Bilgisayar) limit of
- sınır
- division
- sınır
- tether
- sınır
- strip
- sınır
- (Ticaret) measures
- sınır
- (Politika, Siyaset) entry
- sınır
- outskirts
- sınır
- (Politika, Siyaset) district
- sınır
- (İnşaat) contour
- sınır
- margin
The political party crossed the margin of five percent in the first polls.
- Siyasi parti ilk anketlerde yüzde beş sınırını geçti.
- sınır
- border line
- sınır
- measure
- sınır
- extreme
- sınır
- boundary line
- garanti ile sınırlı şirket
- (Ticaret) company limited by guarantee
- işlem sınırlı
- process bound
- işlemci sınırlı
- processor bound
- keyfi sınırlı mac yöntemi
- (Askeri) arbitrary boundary mac method
- seçimle gelen sınırlı yetkili yönetici
- sheriff
- sınır
- borderline
Layla suffered from borderline personality disorder.
- Leyla, sınırdaki kişilik bozukluğundan muzdaripti.
- sınır
- boundary, limit
- sınır
- extremity
- sınır
- bourn
- sınır
- (Hukuk) border, entry, limit, frontier, boundary
- sınır
- deadline
Tom has a deadline to meet.
- Tom'un buluşmak için zaman sınırı var.
- sınır
- compass
- sınır
- stint
- sınır
- frontier, border
- sınır
- border , boundary , limit
- sınır
- bourne
- sınır
- confine
Soccer is not necessarily confined to men.
- Futbol zorunlu olarak erkeklerle sınırlı değildir.
Your boundaries don't confine me.
- Sizin sınırlar beni tutmaz.
- sınır
- butting
- sınır
- borderland
- sınır
- skirting
- sınır
- watershed
- sınır
- line of demarcation
- sınır
- circumscription
- sınır
- purlieu
- sınır
- pale
- sınır
- confines
- sınır
- bounds
I'm sorry, I didn't mean to overstep my bounds.
- Üzgünüm, sınırımı aşmak istemedim.
Stupidity knows no bounds.
- Aptallık hiçbir sınır tanımaz.
- telsiz frekans tahsis yetkisi; sınırlı ateş bölgesi
- (Askeri) radio frequency authorization; restrictive fire area
- zamanla sınırlı
- time-limited
- zamanla sınırlı
- limited by time