Tom looks distressed.
- Tom sıkıntılı görünüyor.
Tom was very distressed.
- Tom çok sıkıntılıydı.
What is most troublesome is the corruption of the best.
- En sıkıntılı olan en iyinin yozlaşmasıdır.
Tom has a troubled past.
- Tom'un sıkıntılı bir geçmişi var.
Tom was genuinely troubled.
- Tom gerçekten sıkıntılıydı.
Tom had a rough night.
- Tom sıkıntılı bir gece geçirdi.
Just like you, I haven't slept in these trying days.
- Tıpkı senin gibi, bu sıkıntılı günlerde uyumadım.
Why are you so gloomy?
- Neden bu kadar sıkıntılısın?
Famine caused great distress among the people.
- Açlık insanlar arasında büyük sıkıntıya neden oldu.
Tom looks distressed.
- Tom sıkıntılı görünüyor.
Tom is a real nuisance.
- Tom gerçek bir sıkıntı.
Sinus infection is a nuisance to most people.
- Sinüs enfeksiyonu çoğu insan için bir sıkıntıdır.
Boredom is one of the most luxurious things.
- Can sıkıntısı en lüks şeylerden biridir.
Boredom is the beginning of all vices.
- Sıkıntı tüm kötülüklerin başlangıcıdır.
I'm sorry to have bothered you.
- Seni sıkıntıya soktuğum için üzgünüm.
I'm sorry to be such a bother.
- Böyle bir sıkıntı olduğum için üzgünüm.
They gave us very little trouble.
- Onlar bize çok az sıkıntı verdi.
I could tell at a glance that she was in trouble.
- Bakar bakmaz bir sıkıntısı olduğunu anlamıştım.
Tom looks very troubled.
- Tom çok sıkıntılı görünüyor.
Tom has a troubled past.
- Tom'un sıkıntılı bir geçmişi var.
The pressures of supporting a big family are beginning to catch up with him.
- Büyük bir aileyi geçindirmenin sıkıntıları onunla arayı kapatmak için başlıyor.
The bad harvest caused massive food shortages.
- Kötü hasat büyük gıda sıkıntısına neden oldu.
This city will suffer from an acute water shortage unless it rains soon.
- Bu şehir, yağmur yağmazsa yakında şiddetli bir su sıkıntısı yaşayacaktır.
He put up with the greatest hardship that no one could imagine.
- O, kimsenin hayal edemeyeceği en büyük sıkıntıya katlandı.
He is really dull to hardship.
- O, sıkıntıya karşı gerçekten duyarsız.
Adversity is the best school.
- Sıkıntı en iyi okuldur.
She carries on smiling even in the face of adversity.
- O sıkıntıyla karşılassa bile gülümsemeyi sürdürür.
The convenience store robbery was a great inconvenience to me.
- Mağaza soygunculuğu benim için büyük bir sıkıntı oldu.
Not having a telephone is an inconvenience.
- Telefonsuzluk sıkıntılı bir durum.
There is no need to worry about shortages for the moment.
- Sıkıntılar hakkında şu an endişelenmenize gerek yoktur.
Why are you so gloomy?
- Neden bu kadar sıkıntılısın?
She was in dire straits, but made a virtue out of necessity.
- O çok sıkıntıdaydı ama mecbur olduğu işi isteyerek yaptı.
If she continues to live with a man she doesn't love for his money, the day will come when she will despair and be in dire straits.
- O parası için sevmediği bir adamla yaşamaya devam ederse, onun umudunu keseceği ve müthiş sıkıntıda olacağı gün gelecektir.
We don't want any trouble.
- Bir sıkıntı istemiyoruz.
We don't want to cause you any trouble.
- Size bir sıkıntı vermek istemiyoruz.
I can understand Tom's annoyance.
- Tom'un sıkıntısını anlayabiliyorum.
Tom tried to hide his annoyance.
- Tom sıkıntısını gizlemeye çalıştı.
When I was in England, I had great difficulty trouble in speaking English.
- Ben İngiltere'deyken İngilizce konuşmakta büyük sıkıntı yaşadım.
Are you in any difficulty?
- Herhangi bir sıkıntı içinde misin?
Autistic children don't know what boredom is.
- Otistik çocuklar can sıkıntısının ne olduğunu bilmezler.
Boredom is a huge problem.
- Can sıkıntısı çok büyük bir sorundur.
She was in dire straits, but made a virtue out of necessity.
- O çok sıkıntıdaydı ama mecbur olduğu işi isteyerek yaptı.
If she continues to live with a man she doesn't love for his money, the day will come when she will despair and be in dire straits.
- O parası için sevmediği bir adamla yaşamaya devam ederse, onun umudunu keseceği ve müthiş sıkıntıda olacağı gün gelecektir.
That gives me the heebie jeebies.
- O bana aşırı sıkıntı veriyor.
Famine caused great distress among the people.
- Açlık insanlar arasında büyük sıkıntıya neden oldu.
War has produced famine throughout history.
- Savaş, tarih boyunca sıkıntı üretti.
She was in dire straits, but made a virtue out of necessity.
- O çok sıkıntıdaydı ama mecbur olduğu işi isteyerek yaptı.
If she continues to live with a man she doesn't love for his money, the day will come when she will despair and be in dire straits.
- O parası için sevmediği bir adamla yaşamaya devam ederse, onun umudunu keseceği ve müthiş sıkıntıda olacağı gün gelecektir.
There's no shortage of rocks.
- Hiçbir kaya sıkıntısı yok.