Tom looks distressed.
- Tom sıkıntılı görünüyor.
Famine caused great distress among the people.
- Açlık insanlar arasında büyük sıkıntıya neden oldu.
Sinus infection is a nuisance to most people.
- Sinüs enfeksiyonu çoğu insan için bir sıkıntıdır.
Tom is a real nuisance.
- Tom gerçek bir sıkıntı.
Autistic children don't know what boredom is.
- Otistik çocuklar can sıkıntısının ne olduğunu bilmezler.
Boredom is the beginning of all vices.
- Sıkıntı tüm kötülüklerin başlangıcıdır.
Money is a big bother: you can live neither with it nor without it.
- Para büyük bir sıkıntı: Ne onunla yaşayabilirsin ne de onsuz.
I'm sorry to be such a bother.
- Böyle bir sıkıntı olduğum için üzgünüm.
We'll have troubles for sure.
- Kesinlikle sıkıntılarımız olacak.
I could tell at a glance that she was in trouble.
- Bakar bakmaz bir sıkıntısı olduğunu anlamıştım.
Tom has a troubled past.
- Tom'un sıkıntılı bir geçmişi var.
Tom was genuinely troubled.
- Tom gerçekten sıkıntılıydı.
The pressures of supporting a big family are beginning to catch up with him.
- Büyük bir aileyi geçindirmenin sıkıntıları onunla arayı kapatmak için başlıyor.
In 2010, there was a shortage of H1N1 vaccine.
- 2010 yılında, H1N1 aşısı sıkıntısı vardı.
There is no need to worry about shortages for the moment.
- Sıkıntılar hakkında şu an endişelenmenize gerek yoktur.
I can understand Tom's annoyance.
- Tom'un sıkıntısını anlayabiliyorum.
Tom tried to hide his annoyance.
- Tom sıkıntısını gizlemeye çalıştı.
If you have any difficulty, ask me for help.
- Eğer herhangi bir sıkıntın olursa, benden yardım iste.
When I was in England, I had great difficulty trouble in speaking English.
- Ben İngiltere'deyken İngilizce konuşmakta büyük sıkıntı yaşadım.
If she continues to live with a man she doesn't love for his money, the day will come when she will despair and be in dire straits.
- O parası için sevmediği bir adamla yaşamaya devam ederse, onun umudunu keseceği ve müthiş sıkıntıda olacağı gün gelecektir.
She was in dire straits, but made a virtue out of necessity.
- O çok sıkıntıdaydı ama mecbur olduğu işi isteyerek yaptı.
Boredom is one of the most luxurious things.
- Can sıkıntısı en lüks şeylerden biridir.
To be honest, his talks are always a bore.
- Dürüst olmak gerekirse, onun konuşmaları her zaman bir sıkıntı.
Why are you so gloomy?
- Neden bu kadar sıkıntılısın?
No adversity lasts forever.
- Hiçbir sıkıntı sonsuza dek sürmez.
Despite adversity, the architect achieved worldwide fame.
- Sıkıntıya rağmen, mimar dünya çapında üne ulaştı.
She was in dire straits, but made a virtue out of necessity.
- O çok sıkıntıdaydı ama mecbur olduğu işi isteyerek yaptı.
If she continues to live with a man she doesn't love for his money, the day will come when she will despair and be in dire straits.
- O parası için sevmediği bir adamla yaşamaya devam ederse, onun umudunu keseceği ve müthiş sıkıntıda olacağı gün gelecektir.
That gives me the heebie jeebies.
- O bana aşırı sıkıntı veriyor.
He is really dull to hardship.
- O, sıkıntıya karşı gerçekten duyarsız.
He put up with the greatest hardship that no one could imagine.
- O, kimsenin hayal edemeyeceği en büyük sıkıntıya katlandı.
We apologize for the inconvenience.
- Sıkıntı için özür dileriz.
Not having a telephone is an inconvenience.
- Telefonsuzluk sıkıntılı bir durum.
There is no need to worry about shortages for the moment.
- Sıkıntılar hakkında şu an endişelenmenize gerek yoktur.
I don't want to cause you any trouble.
- Sana herhangi bir sıkıntı vermek istemiyorum.
I don't want to put you to any trouble.
- Seni sıkıntıya sokmak istemiyorum.
The patient suffers from hallucinations.
- Hasta halüsinasyonlardan sıkıntı çekiyor.
I suffered from my mortgage loan.
- Mortgage borcumdan dolayı sıkıntı çektim.
If she continues to live with a man she doesn't love for his money, the day will come when she will despair and be in dire straits.
- O parası için sevmediği bir adamla yaşamaya devam ederse, onun umudunu keseceği ve müthiş sıkıntıda olacağı gün gelecektir.