süre

listen to the pronunciation of süre
Türkçe - İngilizce
period

Many have suffered oppression and misery for a long period of time under the rule of colonialism. - Birçoğu sömürgeciliğin egemenliği altında uzun bir süre baskı ve sefaletten çekmiştir.

I will stay here for a short period. - Burada kısa bir süre için kalacağım.

time

I haven't seen anything of him for some time. - Bir süredir onunla ilgili bir şey görmedim.

They have lived here for a long time. - Onlar uzun süredir burada yaşıyor.

span

What is the average life span in Japan? - Japonya'da ortalama yaşam süresi nedir?

He has a short attention span. - Kısa bir dikkat süresi var.

duration
timetable
(Bilgisayar) time period
gamut
gange
distance

Keep distance from trucks and other vehicles when driving. - Araba sürerken kamyonlardan ve diğer araçlardan uzak durun.

period of time

If I'm away from home for a period of time, I will stop mail delivery. - Eğer bir süre evden uzak olursam, posta servisini bırakacağım.

Dan dated Linda for a very short period of time. - Dan çok kısa bir süre için Linda'yla flört etti.

(Ticaret) time limit
limitation
life

She soon adjusted herself to village life. - Kısa sürede kendini köy hayatına alıştırdı.

While there is life, there is hope. - Yaşam olduğu sürece umut da olacaktır.

(Bilgisayar) progress

Tom has made steady progress. - Tom sürekli ilerleme kaydetti.

headway
interval
due

Her deathly paleness is due to long illness. - Uzun süredir hasta olduğundan rengi bembeyaz olmuş.

Great successes are due to constant efforts. - Büyük başarılar sürekli çabalar nedeniyledir.

grace
(Bilgisayar) dur

The software company collapsed during the recession. - Yazılım şirketi ekonomik durgunluk sürecinde büyük başarısızlığa uğradı.

He started to tell us his experiences during his stay in America. We were all ears. - Amerika'da kaldığı süredeki deneyimlerini bize anlatmaya başladı. Biz dikkat kesildik.

(Latin) dies
respite
while

She pondered the question for a while. - Soruyu bir süre düşünüp taşındı.

It's so muggy; I think it will thunder in a short while. - Hava çok sıkıntılı;sanırım kısa süre içinde gök gürleyecek.

continuance
period, duration, space
(tanınan) notice
term

I have been on friendly terms with him for more than twenty years. - Onunla yirmi yıldan daha fazla süredir samimiyim.

I suppose it's different when you think about it over the long term. - Sanırım onun hakkında uzun süre düşündüğünde o farklıdır.

stretch
(film) screen time
length

The length of our stay there will be one week. - Bizim orada kalma süremiz bir hafta olacak.

space

Air atoms and molecules are constantly escaping to space from the exosphere. - Hava atomları ve molekülleri sürekli egzosferden uzaya kaçmaktadır.

Spacewalks usually last between five and eight hours, depending on the job. - Uzay yürüyüşleri genellikle işe bağlı olarak, beş ve sekiz saat arasında sürer.

(Hukuk) term, time
run

He can run a hundred meters in less than ten seconds. - O, on saniyeden daha az bir süre içinde yüz metre koşabilir.

I have to go soon because I left the engine running. - Motoru açık bıraktığım için kısa sürede gitmeliyim.

bout

A bout lasts about five minutes. - Bir nöbet yaklaşık beş dakika sürer.

(Bilgisayar) for

I've been in China for less than a month. - Bir aydan kısa bir süredir Çin'de bulunuyorum.

I haven't seen anything of him for some time. - Bir süredir onunla ilgili bir şey görmedim.

meantime

In the meantime you can just put on a sweater if you're cold. - Bu süre zarfında eğer üşüyorsan sadece bir kazak giy.

spell

The natives were tormented by a long spell of dry weather. - Yerlilere uzun süre kurak havayla işkence yapıldı.

duration length
season

My season ticket expires on March 31. - Benim sezon biletimin süresi 31 Martta doluyor.

for the duration
while for
length of time
süre aşımları
(Bilgisayar) timeouts
süre aşımı
prescription
süre bitimi
(Bilgisayar) expires
süre bitimi
(Bilgisayar) expire
süre bitimi
(Bilgisayar) expires on
süre bitti
time is up
süre değişmezi
(Aydınlatma) time constant
süre dilimleme
(Bilgisayar,Teknik) time slicing
süre doldu
(Bilgisayar) time expired
süre sonu
due date
süre sonu
(Bilgisayar) expiry time
süre sonu
deadline
süre sonu
(Bilgisayar) expiration date
süre sonu
(Bilgisayar) after
süre sonu
(Bilgisayar) expires
süre sınırı
time limit
süre tanımak
(Dilbilim) allow for
süre testi
(Aydınlatma) life test
süre uzatımı
time extension
süre ölçer
chronometer
süre sonu
expiration
süre gelmek
time to come
süre (ms)
(Bilgisayar) duration (ms)
süre aralığı
period
süre belirleme
set period
süre bitti
time's up
süre boşluğu
(Ticaret) duration gap
süre dağılımı
(Bilgisayar) time summary
süre doldu
time's up
süre dolmak
(time) be up
süre dolmak
(time) run out
süre geçti
time's over
süre seç
(Bilgisayar) select time
süre sonu
expiry
süre sonu yok
(Bilgisayar) no due date
süre sınırını değiştirmek
(Hukuk) to alter the time limit
süre tanımadan
without notice
süre tanımak
respite
süre tayin edilmesi
(Hukuk) fix a time limit (to)
süre tutma
timing
süre tutmak
time
süre ve milaj
time and mileage
süre verme
assigning a period
süre vermeden işten atma
summary dismissal
süre vermek
give time
süre vermek
give extra time
süre ölçen
sports timer, timekeeper
süre ölçümleriyle ilgili mekanik dalı
chronometry
süre ölçümü
sports timekeeping
bir süre
for a while

He stayed here for a while. - O, bir süre burada kaldı.

For a while she did nothing but stare at me. - Bir süre bana bakmaktan başka bir şey yapmadı.

aralıksız süre
stretch
bir süre
awhile

We're going to have good weather for awhile. - Bir süreliğine daha havalar güzel olacak.

I'll bet Madonna doesn't return to her career for awhile. - Madonna'nın kariyerine bir süre için geri dönmeyeceğine bahse girerim.

bir süre
awhile, for a time
bir süre sonra
in time
değer süre
(Muzik) value
aylak süre
(Bilgisayar) idle time
belirsiz süre için depolama
(Askeri) dead storage
bir süre
for a time

The car dove into the field and, after bumping along for a time, came to a halt. - Araba tarlaya daldı ve bir süre sarsıldıktan sonra durma noktasına geldi.

For a time, things were peaceful. - Bir süre için her şey huzurlu idi.

bir süre önce
a while ago
bitmek (süre)
run out
boş süre
(Bilgisayar) idle time
bu süre içinde
in the meantime
durgun süre
(Biyokimya) latent period
ek süre
additional time
geçen süre
(Bilgisayar) elapsed
geçen süre
(Bilgisayar) time taken
geçen süre
time elapsed
geçici süre
temporarily
harcanan süre
the time spent
hükümsüz süre
(Askeri) inoperative time
kadar süre
by
kalan süre
(Bilgisayar) time remaining
kalan süre
(Televizyon) elapsed time
kalan süre
due in
kısa süre
(Sigorta) short period
kısa süre önce
recently
ne kadar süre
how long

How long have you been in this town? - Ne kadar süredir bu kasabadasın?

How long did they live in England? - Onlar İngiltere'de ne kadar süre yaşadılar?

otuz ikilik süre
(Muzik) a thirtysecond
standart süre
standard time
toplam süre
total time
uzun bir süre
quite a while
uzun bir süre
(deyim) a month of sundays
uzun süre
a long time

Tom has lived in Boston for a long time. - Tom uzun süredir Boston'da yaşamaktadır.

NB: This was drawn a long time ago so the quality is low. - NB:Çok uzun süre önce çizildi bu yüzden kalite kötüdür.

uzun süre
long period of time
çok uzun süre
aeon
ölçünlü süre
standard time
belirtilen süre içerisinde
within the specified period of time
belirtilen süre içerisinde
within the time specified amount of time
belli bir süre için, geçici olarak
For a time, temporarily
kisa bir süre
soon
kısa bir süre önce
A short while ago
kısa süre sonra
Shortly after
alıcıya tanınan süre
option
arızalı süre
(Elektrik, Elektronik) down time
ayrılan süre
allocated time
bakanlarca milletvekili sorularına ayrılan süre
question time
belirli süre
time limit
belirtilen süre içinde
within the preseribte time
belli bir süre
for a length of time
beş yıllık süre
lustral
bildirim süre sonu
(Bilgisayar) expirations ack
bir nefeslik süre
breathing
bir süre için
for a while

I may be gone for a while. - Bir süre için gitmiş olabilirim.

I think we're safe for a while. - Bence bir süre için güvenliyiz.

bir süre için kalma
sojourn
bir süre için kurtulmak
stave off
bir süre için ölüm
suspended animation
bir süre içinde
for a space
bir süre kalmak
sojourn
birim süre
unit of time
bit süre aşımları
(Bilgisayar) bit timeouts
dünya savaşları arasındaki süre
the interwar period
ek süre
extratime
evrak imha süre listesi
(Askeri) disposal schedule for record
hazır süre
available time
isabetten bir süre sonra patlayan bomba
delayed action bomb
itibaren üç aylık bir süre içinde
(Hukuk) within three months of the date of
kanuni süre
(Kanun) legal day
kanuni süre
(Kanun) prescribed term
kanuni süre
(Ticaret) legal period
kanuni süre
Grace
kazanılan süre
time gained
kendine ayrılan süre
leisure time
krizler arasındaki süre
(Tıp) interictal
kısa bir süre için
for the time
kısa süre
span
kısa süre
short notice

I appreciate your coming on such short notice. - Bu kadar kısa sürede gelmeni takdir ediyorum.

Tom wasn't able to find a babysitter on such short notice. - Tom öylesine kısa sürede bir çocuk bakıcısı bulamadı.

kısa süre
piece
kısa süre
short time

He built up a good business in a short time. - Kısa sürede iyi bir iş kurdu.

Tom and Mary were married for a very short time. - Tom ve Mary çok kısa süredir evliydi.

kısa süre
spell
kısa süre
streak
kısa süre
snatch
kışdönümündeki on dört günlük durgun havalı süre
halcyon days
minimum süre
duration minimum
minimum süre
(Askeri) minimum duration
minimum süre (uyku vb)
duration minimum
munzam süre
(Kanun) collateral limitation
normal süre
(Spor) regulation time
on yıllık süre
decennium
periyodik süre
periodic time
sınırlı süre
limited duration
tanınan süre içinde
(Hukuk) within the prescribed time
tüp ne kadar süre dayanır
How long will the tank last
usulü süre
(Hukuk) (usulü süre bitimi) procedural deadline
uzun süre
heaps of time
uzun süre
ages

I haven't seen you for ages. - Uzun süredir seni görmedim.

How are you doing? I haven't seen you in ages! - Nasılsın? Uzun süredir seni görmedim!

uzun süre
long time

It will take a long time to suppress the revolt. - Ayaklanmayı bastırmak uzun sürecek.

NB: This was drawn a long time ago so the quality is low. - NB:Çok uzun süre önce çizildi bu yüzden kalite kötüdür.

uzun süre
long term

I suppose it's different when you think about it over the long term. - Sanırım onun hakkında uzun süre düşündüğünde o farklıdır.

uzun süre
donkey's years

I haven't seen you in donkey's years! - Uzun süredir seni görmedim!

uzun süre
long

I saw that film long ago. - Uzun süre önce o filmi izledim.

They have lived here for a long time. - Onlar uzun süredir burada yaşıyor.

uzun süre beklemek
have a long wait
uzun süre iktidarda kalmak
have one's inning
uzun süre iktidarda kalmak
have one's innings
uzun süre reddedilen
(Hukuk) long-contested
uzun süre önce
long ago

I saw that film long ago. - Uzun süre önce o filmi izledim.

I have seen that film long ago. - Uzun süre önce o filmi izledim.

verilen süre
(Politika, Siyaset) prescribed time
yasal süre
(Kanun) legal period
yasal süre
(Ticaret) legal term
yasal süre
(Kanun) statutory period
yaşanabileceği umut edilen süre
expectation of life
yedi yıllık bir süre
a span of seven years
yeterli süre
(Hukuk) sufficient time
yineleme/süre
(Bilgisayar) reps/duration
örnek süre
(Bilgisayar) sample period
üç aylık süre
trimester
Türkçe - Türkçe
Gelin giysizi yapılan bir çeşit kumaş
Bir olayın başı ile sonu arasında geçen zaman parçası, zaman aralığı, zaman bölümü, müddet: "Hükümdar gibi davrandığınız sürece hükümdar sayılırsınız."- T. Oflazoğlu
Bir olayın başı ile sonu arasında geçen zaman parçası, zaman aralığı, zaman bölümü, müddet
müddet
süre aşımı
Bir işin üzerinden belirli bir zaman geçerek, onun geçersiz kalması, zaman aşımı, müruruzaman
süre sonu
Vade sonu
süre ölçümü
Yarışlarda ve eğitimde harcanan süreyi ölçme
Süre gelen
(Hukuk) PERMENANT
süre