You didn't do a very good job, I said.
- Çok iyi bir iş yapmadığını söyledim.
It doesn't matter what he said.
- Söylediği şeyin hiçbir önemi yok.
Don't forget what I told you.
- Sana söylediklerimi unutma.
My father told me not to read a book in my bed.
- Babam yatakta kitap okumamamı söyledi.
An Englishman, a Belgian and a Dutchman enter a pub and sit down at the counter. Says the barkeeper, Wait a minute, is this a joke or what?
- İngiliz, Belçikalı ve Hollandalı bir meyhaneye girer ve tezgahta otururlar. Barmen söyler, Bir dakika bekleyin, bu bir şaka mı ne?
Some doctors say something to please their patients.
- Bazı doktorlar hastalarını memnun etmek için bir şeyler söylerler.
I told you that in confidence, so why did you tell Jane about it?
- Onu sana sır olarak söyledim, öyleyse niçin Jane'e ondan bahsettin?
Tom said I looked confident.
- Tom kendimden emin göründüğümü söyledi.
Please tell me where you will live.
- Lütfen bana nerede yaşayacağını söyle.
Please tell me your address.
- Lütfen adresini bana söyle.
He received a telegram saying that his mother had died.
- O, annesinin öldüğünü söyleyen bir telgraf aldı.
He sent me a letter saying that he'd arrive at ten tomorrow morning.
- O bana yarın sabah onda varacağını söyleyen bir mektup gönderdi.
Tom told his son not to speak with his mouth full.
- Tom oğluna ağzı doluyken konuşmamasını söyledi.
Tom kept his mouth shut and didn't tell anyone what had happened.
- Tom ağzını kapalı tuttu ve ne olduğunu kimseye söylemedi.
I want to sing to his piano accompaniment.
- Onun piiyanosu eşliğinde şarkı söylemek istiyorum.
Linda stood up to sing.
- Linda şarkı söylemek için ayağa kalktı.
Last night, Mr. A called me up to say he couldn't attend today's meeting.
- Dün gece Bay A bugünkü toplantıya katılamayacağını söylemek için beni aradı.
What she wants to say just adds up to a refusal.
- Onun söylemek istediği sadece reddedeceği anlamına geliyor.
To tell the truth, this matter does not concern it at all.
- Gerçeği söylemek gerekirse, bu konu onu hiç ilgilendirmez.
To tell the truth, I am not your father.
- Doğruyu söylemek gerekirse, ben senin baban değilim.
He confessed he had to lie.
- Yalan söylemek zorunda kaldığını itiraf etti.
Tom called Mary to tell her he'd be late.
- Tom Mary'yi ona geç kalacağını söylemek için aradı.
I called you, on the one hand to invite you out to eat, and on the other to tell you my son is going to get married.
- Bir taraftan seni yemeğe davet etmek için, diğer taraftan sana oğlumun evleneceğini söylemek için seni aradım.
Speaking the truth is not a crime.
- Doğruyu söylemek suç değildir.
I may not be able to speak French as well as Tom, but I can usually communicate what I want to say.
- Tom kadar iyi Fransızca konuşamayabilirim ama genellikle söylemek istediğim şeyi diyalog kurabilirim.
In case you see him, please say hello to him for me.
- Onu görürsen, lütfen benim için ona selam söyle.
Please say hello to Tom for me.
- Lütfen Tom'a benim için selam söyle.
To put it bluntly, he's mistaken.
- Açık söylemek gerekirse, o yanılıyor.
To put it bluntly, the reason this team won't win is because you're holding them back.
- Açık söylemek gerekirse, bu takımın kazanamayacak olmasının sebebi onları geride tutmanızdır.
I don't use languages to talk and say nothing. I use them to serve humanity.
- Ben dilleri konuşmak ve bir şey söylemek için kullanmam. Ben onları insanlığa hizmet etmek için kullanırım.
Tom was about to say something, but Mary started talking first.
- Tom bir şey söylemek üzereydi fakat önce Mary konuşmaya başladı.
I want to show you something.
- Size bir şey söylemek istiyorum.
Instead of just saying you love her, do something to show how much you love her.
- Sadece onu sevdiğini söylemek yerine onu ne kadar çok sevdiğini gösterecek bir şey yap.
Do you want to say a few words?
- Birkaç kelime söylemek ister misin?
If you don't mind, I'd like to say a few words.
- Sakıncası yoksa birkaç kelime söylemek istiyorum.
I'll have to mention it to her.
- Bunu ona söylemek zorunda kalacağım.
I'll have to mention it to them.
- Bunu onlara söylemek zorunda kalacağım.
Don't open your mouth if you are not certain that what you want to say is better than silence.
- Söylemek istediğin şeyin sessizlikten daha iyi olduğundan emin değilsen ağzını açma.
Tom opened his mouth to say something, but Mary interrupted him.
- Tom bir şey söylemek için ağzını açtı ama Mary sözünü kesti.
The girls came singing toward the crowd.
- Kızlar kalabalığa doğru şarkı söyleyerek geldi.
I carried on singing.
- Ben şarkı söylemeyi sürdürdüm.
If you happen to see him, please give him my best regards.
- Eğer onu görürsen ona selam söyle.
Tom, I have to tell you something. I love someone. His name starts with TO and ends with M. Er, who would that be? Is it someone I know?
- Tom, sana bir şey söylemek zorundayım. Ben birini seviyorum. Onun adı TO ile başlıyor ve M ile sona eriyor. Kim olabilir ki bu? Tanıdığım biri mi?
You don't have to tell me your name.
- Bana adınızı söylemek zorunda değilsiniz.
I really liked attending to that school. Every day, Gustavo would bring the guitar for us to play and sing during the break.
- Gerçekten o okula devam etmeyi sevdim. Gustavo bize mola sırasında oynamak ve şarkı söylemek için her gün gitar getirirdi.
Singing is my passion.
- Şarkı söylemek benim tutkumdur.
It is my sad duty to tell you that Tom has passed away.
- Tom'un vefat ettiğini sana söylemek benim üzücü görevimdir.