What are the biggest challenges?
- En büyük zorluklar nelerdir?
There were many challenges.
- Birçok zorluklar vardı.
Russia is facing great financial difficulties.
- Rusya büyük finansal zorluklarla karşılaşıyor.
The great difficulties stand in the way of its achievement.
- Büyük zorluklar onun başarı yolunda duruyor.
Many have long suffered oppression and hardship under colonialism.
- Birçoğu sömürgecilik altında uzun süre baskı ve zorluktan çekti.
But for your help I could not have got over the hardship.
- Yardımın olmasaydı, zorlukla baş edemezdim.
It was too difficult for me.
- Bu benim için çok zordu.
It is difficult to translate a poem into another language.
- Bir şiiri başka bir dile çevirmek zordur.
My immediate boss is tough to please.
- Şimdiki patronumu memnun etmek zordur.
At the beginning it'll be tough, but everything's tough at the beginning.
- O, başlangıçta zor olacak, fakat her şey başlangıçta zordur.
You'll find some difficulty carrying out the plan.
- Planı gerçekleştirmede biraz zorlukla karşılaşacaksınız.
I had great difficulty in finding my ticket at the station.
- İstasyonda biletimi bulurken büyük zorluk yaşadım.
The old man was hard of hearing.
- Yaşlı adam duymakta zorlanıyor.
English is pretty hard, isn't it?
- İngilizce çok zor, değil mi?
She went through a long and arduous vocational course.
- O uzun ve zorlu bir meslek kursundan geçti.
Tom's courage in dealing with adversity is an inspiration to those around him.
- Tom'un zorlukla mücadeledeki cesareti, çevresindeki kişilere bir ilhamdır.
You have to tighten those screws.
- Sen o vidaları sıkmak zorundasın.
I have to tighten these bolts.
- Bu civatayı sıkmak zorundayım.
In the end, the Germans were forced to withdraw.
- Sonunda, Almanlar geri çekilmeye zorlandı.
The force of the wind made it difficult to walk.
- Rüzgarın gücü yürümeyi zorlaştırdı.
He barely passed the examination.
- O sınavı zorla geçti.
I barely missed being struck.
- Çarpılmaktan zar zor kurtuldum.
Finding love in the Internet age is complicated.
- İnternet çağında aşk bulmak zordur.
It doesn't have to be that complicated.
- Bu o kadar karmaşık olmak zorunda değil.
Such a thing is considered theft and it has to be punished severely.
- Böyle bir şey hırsızlık olarak kabul edilir ve ciddi bir şekilde cezalandırılmak zorundadır.
In any case, she'll have to be severely punished.
- Her halükarda, ağır biçimde cezalandırılmak zorunda kalacak.
It was hard to figure out what Tom was trying to say.
- Tom'un ne söylemeye çalıştığını anlamak zordu.
I had a hard time trying to persuade him to cancel the trip.
- Onun yolculuğu iptal etmesini ikna etmeye çalışarak zor bir zaman geçirdim.
It's awkward for me to go to them without an invitation.
- Onlara davetiyesiz gitmek benim için zordur.
Tom could hardly breathe after the race.
- Tom yarıştan sonra zor nefes alabiliyordu.
I could hardly make out what she said.
- Söylediği şeyi zorla anlayabildim.
Try as you might, but you cannot force a belief onto someone else, much less your own self.
- Ne kadar uğraşırsan uğraş, bırak başkasını, kendini bile bir şeye zorla inandıramazsın.
If the door doesn't fit, you might have to shave off a bit of the wood until it closes properly.
- Kapı uymuyorsa, düzgün şekilde kapanana kadar ahşabı biraz rendelemek zorunda kalabilirsin.
Tom must conserve his strength.
- Tom gücünü korumak zorundadır.
A great warrior radiates strength. He doesn't have to fight to the death.
- Büyük bir savaşçı güç yayar. O ölümüne savaşmak zorunda değildir.
I've been having trouble breathing.
- Nefes almada zorluk çekiyorum.
Tom had trouble making friends.
- Tom arkadaş edinmede zorluk çekiyordu.
Take care not to strain your eyes.
- Gözlerini zorlamamaya dikkat et.
Tom's patience is being strained.
- Tom'un sabrı zorlanıyor.
Operation of this computer is tricky.
- Bu bilgisayarın çalıştırılması zordur.
That is a very important objective and it will be quite tricky to achieve.
- Bu çok önemli bir hedef ve ulaşmak oldukça zor olacak.
She helped me in a very sticky situation.
- Çok zor bir durumda bana yardım etti.
After an uphill struggle against great odds they finally got the company on its feet again.
- Büyük anlaşmazlıklara karşı zorlu bir mücadeleden sonra, onlar nihayet şirketi tekrar kendi ayakları üzerinde durdurdular.
Operation of this computer is tricky.
- Bu bilgisayarın çalıştırılması zordur.
That is a very important objective and it will be quite tricky to achieve.
- Bu çok önemli bir hedef ve ulaşmak oldukça zor olacak.
Sami Bakir is one of the toughest prosecutors in New York state.
- Sami Bekir, New York eyaletindeki en zorlu savcılardan biridir.
Tom has the toughest job here.
- Tom burada en zorlu işe sahip.
You'll have a rough time.
- Zor bir zaman geçireceksin.
I've had a rough day.
- Zor bir gün geçirdim.
Hard work is the main element of success.
- Zor iş başarının ana unsurudur.
It is hard to maintain one's reputation.
- Birinin ününü sürdürmek zordur.
The teacher found it difficult to get his meaning across to the students.
- Öğretmen ne demek istediğini öğrencilere anlatmayı zor buldu.
Does this mean that we have to file bankruptcy?
- Bu iflasımızı sunmak zorunda olduğumuz anlamına mı geliyor?
They answered my questions with difficulty.
- Sorularımı zorlukla yanıtladılar.
I escaped from the sinking boat with difficulty.
- Batan tekneden zorlukla kaçtım.
Tom would be a formidable opponent.
- Tom zorlu bir rakip olacaktır.
Why do you always have to be so cruel?
- Neden her zaman bu kadar gaddar olmak zorundasın?
He has to go to the bathroom right when the food's being served. He's always doing things at such inconvenient times.
- O, yemek sunulduğunda doğru tuvalete gitmek zorunda. O hep böyle uygunsuz zamanlarda bir şeyler yapıyor.
Why do children have to carry such a heavy bag?
- Çocuklar neden bu kadar ağır bir çanta taşımak zorundalar?
Because of the heavy fog, we could barely see the road in front of us.
- Yoğun sisten dolayı önümüzdeki yolu zar zor görebildik.
It is imperative for you to finish by Sunday.
- Pazar gününe kadar bitirmen zorunlu.
It is imperative for you to act at once.
- Derhal hareket etmen zorunludur.
Tom had difficulty convincing Mary that she should quit her job.
- Tom işini bırakması gerektiği konusunda Mary'yi ikna etmekte zorluk yaşadı.
Tom had difficulty convincing Mary to quit her job.
- Tom, Mary'yi işinden ayrılmaya ikna etmekte zorluk yaşadı.