What are the biggest challenges?
- En büyük zorluklar nelerdir?
There were many challenges.
- Birçok zorluklar vardı.
Russia is facing great financial difficulties.
- Rusya büyük finansal zorluklarla karşılaşıyor.
They don't know what difficulties Tom went through in his youth.
- Onlar, Tom'un gençliğinde hangi zorlukları yaşadığını bilmiyorlar.
Many have long suffered oppression and hardship under colonialism.
- Birçoğu sömürgecilik altında uzun süre baskı ve zorluktan çekti.
You have to go through many hardships.
- Birçok zorlukların üzerine gitmek zorundasın.
It's difficult to learn a foreign language.
- Yabancı dil öğrenmek zordur.
He can't cope with difficult situations.
- Zor durumlarla başa çıkamıyor.
At the beginning it'll be tough, but everything's tough at the beginning.
- O, başlangıçta zor olacak, fakat her şey başlangıçta zordur.
They made equally tough demands.
- Onlar aynı derecede zor taleplerde bulundular.
You'll find some difficulty carrying out the plan.
- Planı gerçekleştirmede biraz zorlukla karşılaşacaksınız.
This kind of music is something that older people have difficulty understanding.
- Bu tür müzik, daha yaşlı insanların anlamakta zorluk çektiği bir şeydir.
The old man was hard of hearing.
- Yaşlı adam duymakta zorlanıyor.
It's hard to learn a foreign language.
- Yabancı dil öğrenmek zordur.
She went through a long and arduous vocational course.
- O uzun ve zorlu bir meslek kursundan geçti.
Tom's courage in dealing with adversity is an inspiration to those around him.
- Tom'un zorlukla mücadeledeki cesareti, çevresindeki kişilere bir ilhamdır.
We'll just have to sit tight.
- Sadece kalkmadan oturmak zorunda olacağız.
I have to tighten these bolts.
- Bu civatayı sıkmak zorundayım.
In the end, the Germans were forced to withdraw.
- Sonunda, Almanlar geri çekilmeye zorlandı.
The force of the wind made it difficult to walk.
- Rüzgarın gücü yürümeyi zorlaştırdı.
I barely missed being struck.
- Çarpılmaktan zar zor kurtuldum.
Tom always speaks in such a low voice that I can barely understand what he says.
- Tom her zaman öyle kısık sesle konuşur ki ne söylediğini ben zar zor anlayabiliyorum.
It doesn't have to be that complicated.
- Bu o kadar karmaşık olmak zorunda değil.
Finding love in the Internet age is complicated.
- İnternet çağında aşk bulmak zordur.
In any case, she'll have to be severely punished.
- Her halükarda, ağır biçimde cezalandırılmak zorunda kalacak.
Tom's foot had to be amputated after it had become infected with gangrene following a severe frostbite.
- Şiddetli bir donmanın ardından kangrenle enfekte olduktan sonra Tom'un ayağı kesilmek zorunda kaldı.
I think you're trying too hard.
- Bence fazla zorluyorsun.
I had a hard time trying to persuade him to cancel the trip.
- Onun yolculuğu iptal etmesini ikna etmeye çalışarak zor bir zaman geçirdim.
It's awkward for me to go to them without an invitation.
- Onlara davetiyesiz gitmek benim için zordur.
She hardly speaks English.
- O zar zor İngilizce konuşur.
I could hardly keep from laughing.
- Gülmemek için kendimi zor tuttum.
If the door doesn't fit, you might have to shave off a bit of the wood until it closes properly.
- Kapı uymuyorsa, düzgün şekilde kapanana kadar ahşabı biraz rendelemek zorunda kalabilirsin.
It might be a pain in the neck to do this, but we have to do it.
- Bunu yapmak can sıkıcı olabilir fakat onu yapmak zorundayız.
A great warrior radiates strength. He doesn't have to fight to the death.
- Büyük bir savaşçı güç yayar. O ölümüne savaşmak zorunda değildir.
Tom must conserve his strength.
- Tom gücünü korumak zorundadır.
Tom had trouble making friends.
- Tom arkadaş edinmede zorluk çekiyordu.
Having studied Japanese, Jenny had no trouble in Japan.
- Jenny Japonca çalıştığından Japonya'da zorluk çekmedi.
There's a deep strain of anti-intellectualism in American history.
- Amerikan tarihinde anti-entellektüelliğin derin bir zorlanması var.
Tom's patience is being strained.
- Tom'un sabrı zorlanıyor.
That is a very important objective and it will be quite tricky to achieve.
- Bu çok önemli bir hedef ve ulaşmak oldukça zor olacak.
It's hard to teach an old dog new tricks.
- Yaşlı bir köpeğe yeni hünerler öğretmek zor.
She helped me in a very sticky situation.
- Çok zor bir durumda bana yardım etti.
After an uphill struggle against great odds they finally got the company on its feet again.
- Büyük anlaşmazlıklara karşı zorlu bir mücadeleden sonra, onlar nihayet şirketi tekrar kendi ayakları üzerinde durdurdular.
Operation of this computer is tricky.
- Bu bilgisayarın çalıştırılması zordur.
That is a very important objective and it will be quite tricky to achieve.
- Bu çok önemli bir hedef ve ulaşmak oldukça zor olacak.
Sami Bakir is one of the toughest prosecutors in New York state.
- Sami Bekir, New York eyaletindeki en zorlu savcılardan biridir.
Their car entered one of the toughest races in the world.
- Onların aracı dünyadaki en zorlu yarışlardan birine girdi.
Tom had a rough time last year.
- Tom geçen yıl zor günler geçirdi.
She had a rough childhood.
- Zor bir çocukluğu vardı.
I didn't know I was going to have to introduce the main speaker.
- Baş konuşmacıyı tanıtmak zorunda kalacağımı bilmiyordum.
It is hard to maintain one's reputation.
- Birinin ününü sürdürmek zordur.
I reported to him by means of an SMS that he had to stop his work as soon as possible.
- En kısa sürede işi durdurmak zorunda olduğunu bir SMS aracılığıyla bildirdim.
Does this mean that we have to file bankruptcy?
- Bu iflasımızı sunmak zorunda olduğumuz anlamına mı geliyor?
They answered my questions with difficulty.
- Sorularımı zorlukla yanıtladılar.
I passed the examination with difficulty.
- Ben sınavı zorlukla geçtim.
Tom would be a formidable opponent.
- Tom zorlu bir rakip olacaktır.
Why do you always have to be so cruel?
- Neden her zaman bu kadar gaddar olmak zorundasın?
He has to go to the bathroom right when the food's being served. He's always doing things at such inconvenient times.
- O, yemek sunulduğunda doğru tuvalete gitmek zorunda. O hep böyle uygunsuz zamanlarda bir şeyler yapıyor.
The box was so heavy that Tom had to help Mary carry it home.
- Kutu o kadar ağırdı ki Tom Mary'nin onu eve götürmesine yardım etmek zorunda kaldı.
Why do children have to carry such a heavy bag?
- Çocuklar neden bu kadar ağır bir çanta taşımak zorundalar?
It's imperative that you follow the instructions carefully.
- Dikkatli bir şekilde talimatları izlemek zorundasın.
It's imperative to go out.
- Dışarı çıkmak zorunlu.
Tom had difficulty convincing Mary to quit her job.
- Tom, Mary'yi işinden ayrılmaya ikna etmekte zorluk yaşadı.
Tom had difficulty convincing Mary that she should quit her job.
- Tom işini bırakması gerektiği konusunda Mary'yi ikna etmekte zorluk yaşadı.