He didn't want to resign but he was forced into it.
- İstifa etmek istemiyordu ama buna zorlanmıştı.
I could hardly make out what she said.
- Söylediği şeyi zorla anlayabildim.
I had hardly checked in at the hotel when he called me.
- Sen beni aradığında otelde zorla kayıt yaptırdım.
A sudden illness forced her to cancel her appointment.
- Ani bir hastalık onu randevusunu iptal etmeye zorladı.
Illness forced him to give up school.
- Hastalık onu okuldan vazgeçmesi için zorladı.
Don't push your luck.
- Şansınızı zorlamayın.
My parents pushed me to quit the baseball club.
- Anne babam beni beyzbol klübünden ayrılmaya zorladı.
The force of the wind made it difficult to walk.
- Rüzgarın gücü yürümeyi zorlaştırdı.
The army forced him to resign.
- Ordu onu istifa etmeye zorladı.
The rioters were forcibly removed from the plaza.
- Göstericiler zorla plazadan çıkarıldılar.
Bad weather forced us to call off the picnic.
- Kötü hava pikniği iptal etmemiz için bizi zorladı.
In the end, the Germans were forced to withdraw.
- Sonunda, Almanlar geri çekilmeye zorlandı.
You can't force Tom to do that.
- Tom'u bunu yapması için zorlayamazsın.
I'm not going to force Tom to do that.
- Onu yapması için Tom'u zorlamayacağım.
The dentist pulled out my decayed tooth by force.
- Dişçi çürük dişimi zorla çekti.
Snorri Sturluson's stories tells, among other things, how Christianity was spread in Norway by force.
- Snorri Sturluson'un hikayeleri diğer şeylerin arasında Hristiyanlığın Norveç'te nasıl zorla yayıldığını anlatır.
I was compelled to do this against my will.
- Zorla bunu yapmak için zorlandım.
Black people were compelled to work in cotton fields.
- Siyah insanlar pamuk tarlalarında çalışmak için zorlandılar.
Nobody is forcing you to do this.
- Hiç kimse bunu yapman için zorlamıyor.
I'm not forcing them to pay extra.
- Ekstra ödemeleri için onları zorlamıyorum.
Kate was obliged to read the book.
- Kate kitap okumaya zorlandı.
Tom shifted uneasily.
- Tom zorla değiştirdi.
Tom is having a hard time deciding what to wear to the party.
- Tom partide ne giyeceğine karar vermede zorlanıyor.
The old man was hard of hearing.
- Yaşlı adam duymakta zorlanıyor.
We haven't been coerced in any way.
- Hiçbir şekilde zorlanmadık.
Tom claimed that the contract was invalid because he'd been coerced into signing it.
- Tom onu imzalamaya zorlanıldığı için sözleşmenin geçersiz olduğunu iddia etti.
Black people were compelled to work in cotton fields.
- Siyah insanlar pamuk tarlalarında çalışmak için zorlandılar.
War compelled soldiers to go to the front.
- Savaş askerleri cepheye gitmeye zorladı.