Persuasion is often more effectual than force.
- İkna genellikle zorlamaktan daha etkilidir.
Don't force yourself to eat if you don't want to.
- İstemiyorsan kendini yemeye zorlama.
Take care not to strain your eyes.
- Gözlerini zorlamamaya dikkat et.
Tom felt an urge to kill Mary.
- Tom Mary'yi öldürmek için bir zorlama hissetti.
Don't push your luck.
- Şansınızı zorlamayın.
They continued to push south.
- Onlar güneyi zorlamaya devam etti.
I don't want to pressure you.
- Seni zorlamak istemiyorum.
I don't want to force you to go.
- Gitmen için seni zorlamak istemiyorum.
Linda claimed she was pregnant to force Dan into marriage.
- Linda, Dan'ı evliliğe zorlamak için hamile olduğunu iddia etti.
I had hardly checked in at the hotel when he called me.
- Sen beni aradığında otelde zorla kayıt yaptırdım.
Tom was so out of breath that he could hardly speak.
- Tom o kadar nefessiz kaldı ki zorla nefes alabiliyordu.
Illness forced him to give up school.
- Hastalık onu okuldan vazgeçmesi için zorladı.
A sudden illness forced her to cancel her appointment.
- Ani bir hastalık onu randevusunu iptal etmeye zorladı.
You don't want to push yourself too hard.
- Kendini çok zorlamak istemiyorsun.
My parents pushed me to quit the baseball club.
- Anne babam beni beyzbol klübünden ayrılmaya zorladı.
The army forced him to resign.
- Ordu onu istifa etmeye zorladı.
In the end, the Germans were forced to withdraw.
- Sonunda, Almanlar geri çekilmeye zorlandı.
I had to force Tom to take it.
- Onu alması için Tom'u zorlamak zorunda kaldım.
The rioters were forcibly removed from the plaza.
- Göstericiler zorla plazadan çıkarıldılar.
I was forced to submit to my fate.
- Ben kaderime boyun eğmek için zorlandım.
Public pressure forced the army to act.
- Kamuoyu baskısı orduyu hareket etmesi için zorladı.
You can't force Tom to help Mary.
- Tom'u Mary'ye yardım etmeye zorlayamazsın.
I'm not going to force Tom to do that.
- Onu yapması için Tom'u zorlamayacağım.
Snorri Sturluson's stories tells, among other things, how Christianity was spread in Norway by force.
- Snorri Sturluson'un hikayeleri diğer şeylerin arasında Hristiyanlığın Norveç'te nasıl zorla yayıldığını anlatır.
They took it by force.
- Onlar onu zorla aldılar.
Black people were compelled to work in cotton fields.
- Siyah insanlar pamuk tarlalarında çalışmak için zorlandılar.
War compelled soldiers to go to the front.
- Savaş askerleri cepheye gitmeye zorladı.
I'm not forcing them to pay extra.
- Ekstra ödemeleri için onları zorlamıyorum.
Nobody's forcing you to stay.
- Hiç kimse seni kalman için zorlamıyor.
Kate was obliged to read the book.
- Kate kitap okumaya zorlandı.
Tom shifted uneasily.
- Tom zorla değiştirdi.
You don't want to push yourself too hard.
- Kendini çok zorlamak istemiyorsun.
I didn't want to push my luck.
- Şansımı zorlamak istemedim.
Linda claimed she was pregnant to force Dan into marriage.
- Linda, Dan'ı evliliğe zorlamak için hamile olduğunu iddia etti.
I had to force Tom to take it.
- Onu alması için Tom'u zorlamak zorunda kaldım.
The old man was hard of hearing.
- Yaşlı adam duymakta zorlanıyor.
Life is getting hard these days.
- Hayat bu günlerde zorlaşıyor.
We haven't been coerced in any way.
- Hiçbir şekilde zorlanmadık.
Tom claimed that the contract was invalid because he'd been coerced into signing it.
- Tom onu imzalamaya zorlanıldığı için sözleşmenin geçersiz olduğunu iddia etti.
Black people were compelled to work in cotton fields.
- Siyah insanlar pamuk tarlalarında çalışmak için zorlandılar.
War compelled soldiers to go to the front.
- Savaş askerleri cepheye gitmeye zorladı.
I don't want to pressure you.
- Seni zorlamak istemiyorum.
I don't want to pressure you.
- Seni zorlamak istemiyorum.