I don't want to complicate my life with all that!
- Tüm bunlarla hayatımı zorlaştırmak istemiyorum!
His being absent complicates matters.
- Onun yokluğu konuyu zorlaştırmaktadır.
It was too difficult for me.
- Bu benim için çok zordu.
It's difficult to learn a foreign language.
- Yabancı dil öğrenmek zordur.
They made equally tough demands.
- Onlar aynı derecede zor taleplerde bulundular.
My immediate boss is tough to please.
- Şimdiki patronumu memnun etmek zordur.
The old man was hard of hearing.
- Yaşlı adam duymakta zorlanıyor.
English is pretty hard, isn't it?
- İngilizce çok zor, değil mi?
She went through a long and arduous vocational course.
- O uzun ve zorlu bir meslek kursundan geçti.
You have to tighten those screws.
- Sen o vidaları sıkmak zorundasın.
Tom found himself in a tight spot.
- Tom, kendini zor bir durumda buldu.
The army forced him to resign.
- Ordu onu istifa etmeye zorladı.
The president was forced to return to Washington.
- Başkan Washington'a dönmek zorunda kaldı.
I barely passed the exam.
- Ben zar zor sınavı geçtim.
He barely passed the examination.
- O sınavı zorla geçti.
It doesn't have to be that complicated.
- Bu o kadar karmaşık olmak zorunda değil.
Finding love in the Internet age is complicated.
- İnternet çağında aşk bulmak zordur.
Tom's foot had to be amputated after it had become infected with gangrene following a severe frostbite.
- Şiddetli bir donmanın ardından kangrenle enfekte olduktan sonra Tom'un ayağı kesilmek zorunda kaldı.
Such a thing is considered theft and it has to be punished severely.
- Böyle bir şey hırsızlık olarak kabul edilir ve ciddi bir şekilde cezalandırılmak zorundadır.
I think you're trying too hard.
- Bence fazla zorluyorsun.
It was hard to figure out what Tom was trying to say.
- Tom'un ne söylemeye çalıştığını anlamak zordu.
It's awkward for me to go to them without an invitation.
- Onlara davetiyesiz gitmek benim için zordur.
I could hardly keep from laughing.
- Gülmemek için kendimi zor tuttum.
I could hardly make out what she said.
- Söylediği şeyi zorla anlayabildim.
If the door doesn't fit, you might have to shave off a bit of the wood until it closes properly.
- Kapı uymuyorsa, düzgün şekilde kapanana kadar ahşabı biraz rendelemek zorunda kalabilirsin.
During hard times, people might not go on a trip, but they might be willing to pay extra for good coffee.
- Zor zamanlarda, insanlar geziye gitmek istemeyebilir fakat iyi kahve için fazla ödemeye istekli olabilirler.
A great warrior radiates strength. He doesn't have to fight to the death.
- Büyük bir savaşçı güç yayar. O ölümüne savaşmak zorunda değildir.
Tom must conserve his strength.
- Tom gücünü korumak zorundadır.
Tom's patience is being strained.
- Tom'un sabrı zorlanıyor.
There's a deep strain of anti-intellectualism in American history.
- Amerikan tarihinde anti-entellektüelliğin derin bir zorlanması var.
It's hard to teach an old dog new tricks.
- Yaşlı bir köpeğe yeni hünerler öğretmek zor.
Operation of this computer is tricky.
- Bu bilgisayarın çalıştırılması zordur.
She helped me in a very sticky situation.
- Çok zor bir durumda bana yardım etti.
After an uphill struggle against great odds they finally got the company on its feet again.
- Büyük anlaşmazlıklara karşı zorlu bir mücadeleden sonra, onlar nihayet şirketi tekrar kendi ayakları üzerinde durdurdular.
Operation of this computer is tricky.
- Bu bilgisayarın çalıştırılması zordur.
That is a very important objective and it will be quite tricky to achieve.
- Bu çok önemli bir hedef ve ulaşmak oldukça zor olacak.
Tom has the toughest job here.
- Tom burada en zorlu işe sahip.
One of the toughest things in the world to do is forgive.
- Dünyada yapacak en zor şeylerden biri affetmektir.
I've had a rough day.
- Zor bir gün geçirdim.
Tom had a rough time last year.
- Tom geçen yıl zor günler geçirdi.
I didn't know I was going to have to introduce the main speaker.
- Baş konuşmacıyı tanıtmak zorunda kalacağımı bilmiyordum.
Hard work is the main element of success.
- Zor iş başarının ana unsurudur.
Does this mean that we have to file bankruptcy?
- Bu iflasımızı sunmak zorunda olduğumuz anlamına mı geliyor?
If you don't know the meaning of the word, you have to look it up in the dictionary.
- Sözcüğün anlamını bilmiyorsan sözlüğe bakmak zorundasın.
I found your house with difficulty.
- Evinizi zorla buldum.
We climbed up the mountain, but with difficulty.
- Biz dağa tırmandık ama zorlukla.
Tom would be a formidable opponent.
- Tom zorlu bir rakip olacaktır.
Why do you always have to be so cruel?
- Neden her zaman bu kadar gaddar olmak zorundasın?
He has to go to the bathroom right when the food's being served. He's always doing things at such inconvenient times.
- O, yemek sunulduğunda doğru tuvalete gitmek zorunda. O hep böyle uygunsuz zamanlarda bir şeyler yapıyor.
The box was so heavy that Tom had to help Mary carry it home.
- Kutu o kadar ağırdı ki Tom Mary'nin onu eve götürmesine yardım etmek zorunda kaldı.
Because of the heavy fog, we could barely see the road in front of us.
- Yoğun sisten dolayı önümüzdeki yolu zar zor görebildik.
It is imperative for you to act at once.
- Derhal hareket etmen zorunludur.
It's imperative that you follow the instructions carefully.
- Dikkatli bir şekilde talimatları izlemek zorundasın.