Size yarına kadar müddet veriyorum.
- Ich gebe Ihnen bis morgen Zeit.
Sanırım bu toplantıyı bitirmenin zamanıdır.
- Ich denke, es ist Zeit, dieses Treffen zu beenden.
Kitap okumak için zamanım yok.
- Ich habe keine Zeit, Bücher zu lesen.
Kızınla vakit geçirip sohbet etmelisin.
- Du solltest Zeit mit deiner Tochter verbringen und dich mit ihr unterhalten.
Yarın bu vakitte onunla akşam yemeği yiyor olacak.
- Er wird morgen zu dieser Zeit mit ihr das Abendessen essen.
Kitap okumak için zamanım yok.
- Ich habe keine Zeit, Bücher zu lesen.
Uzun zaman önce, burada bir köprü vardı.
- Vor langer Zeit war hier eine Brücke.
Zamanla insanların kitaplar gibi olduğunu anlıyorsun. Bazıları kapağı ile seni yanıltır başkaları içeriği ile seni şaşırtır.
- Mit der Zeit merkst du, dass Menschen wie Bücher sind. Einige täuschen dich mit dem Umschlag und andere überraschen dich mit ihrem Inhalt.
Sadece zaman sana yardım edebilir.
- Nur die Zeit kann dir helfen.
Zamanımız tükendiği bir sır değil.
- Es ist kein Geheimnis, dass uns die Zeit davonläuft.
Saatlerce çalışmaktan yoruldum.
- I felt tired from having worked for hours.
Saatler süren çalışmadan sonra yoruldu.
- He was worn out after hours of work.
Yarın on saat çalışmak zorunda kalacağım.
- I'll have to study ten hours tomorrow.
Onu yazmak birkaç saatimi aldı.
- It took me several hours to write it.
Senin mesai saatlerin ne?
- What are your office hours?