What are their weaknesses?
- Onların zayıflıkları nedir?
It isn't hard to overcome your weaknesses.
- Zayıflıklarının üstesinden gelmek zor değil.
Tom never admits that he's wrong, because he thinks that's a sign of weakness.
- Tom asla hatalı olduğunu kabul etmez, çünkü onun bir zayıflık işareti olduğunu düşünür.
She was painfully thin.
- O, acı verecek şekilde zayıftı.
Tom seems to be able to stay thin even though he eats quite a bit.
- Tom oldukça çok yemesine rağmen zayıf kalabiliyor gibi görünüyor.
Everyone has both strong and weak points.
- Herkesin hem güçlü hem de zayıf noktaları vardır.
He is weak in English.
- O,İngilizcede zayıftır.
There's a slim chance I won't be able to make it to the meeting.
- Bunu toplantıya kadar yapamayacağıma dair zayıf bir ihtimal var.
There's little chance of keeping slim, unless you stick to a diet.
- Bir diyete sıkı sıkıya sarılmadıkça, çok az zayıf kalma şansı vardır.
John is as lean as a wolf.
- John bir kurt gibi zayıftır.
Tom is lean and tall.
- Tom zayıf ve uzun boylu.
Why are men strong even if they're slender?
- Erkekler zayıf olsalar bile neden güçlüdür?
Who would have thought that she could be so thin and small?
- Kim onun o kadar zayıf ve küçük olabileceğini düşünürdü?
They said he had a weak form of smallpox.
- Onun çiçek hastalığının zayıf evresini geçirdiğini söylediler.
Your accent's good, but your pronunciation's a little bit off.
- Senin aksanın iyi ama telaffuzun biraz zayıf.
My knowledge of Japanese is rather poor.
- Japonca bilgim oldukça zayıftır.
Tom has a poor memory.
- Tom'un zayıf bir hafızası var.
The chance of rain is low.
- Yağmurun yağma ihtimali zayıf.
It doesn't work so well because the battery is low.
- Bu, pil zayıf olduğu için çok iyi çalışmıyor.
The noise grew fainter, till it was heard no more.
- Ses gittikçe zayıfladı, artık duyulmayıncaya kadar.
The sound of shouting grew faint.
- Bağırma sesi giderek zayıfladı.
I don't want to hear your feeble excuses.
- Zayıf bahanelerinizi duymak istemiyorum.
As we grow older, our memory becomes weaker.
- Biz yaşlandıkça, hafızamız zayıflar.
As Sadako grew weaker, she thought more about death.
- Sadako zayıflarken, ölüm hakkında daha çok düşündü.
She has spent hours at the gym trying to lose weight.
- Zayıflamaya çalışarak jimnastik salonunda saatler harcadı.