Please tell me your location.
- Lütfen bana bulunduğunuz yeri bildirin.
Show me the location of your camp on this map.
- Bana bu haritada kampınızın yerini gösterin.
You know many interesting places, don't you?
- Çok enteresan yerler biliyorsun, değil mi?
Put yourself in my place.
- Kendini benim yerime koy.
It seems that the children will have to sleep on the floor.
- Çocuklar yerde uyumak zorunda kalacaklar gibi.
I spilled egg on the floor.
- Yumurtayı yere döktüm.
I tripped over a stone and fell to the ground.
- Bir taşa takıldım ve yere düştüm.
This park used to be a hunting ground for a noble family.
- Bu park asil bir aile için bir avlanma yeriydi.
You're parked in my spot.
- Benim yerime park ettin.
The police arrested the burglar on the spot.
- Polisler hırsızı olay yerinde tutukladı.
Situated on hilly terrain, the cathedral can be seen from a long distance.
- Tepelik arazide yer alan katedral uzun bir mesafeden görülebilir.
Stand where you are or I'll kill you.
- Olduğun yerde kal yoksa seni öldürürüm.
Tom couldn't see the lake from where he was standing.
- Tom durduğu yerden gölü göremiyordu.
I eat dinner at quarter past seven.
- Yediyi çeyrek geçe akşam yemeğini yerim.
Where there's smoke there's fire.
- Ateş olmayan yerden duman çıkmaz.
His dog follows him wherever he goes.
- Köpeği her yerde onu gittiği yerden takip eder.
This security system allows us to trace employees movements anywhere they go.
- Bu güvenlik sistemi çalışanların hareketlerini gittikleri yerde izlemelerine izin verir.
The police looked everywhere and could find no trace of Tom.
- Polis her yere baktı ve Tom'la ilgili hiçbir iz bulamadı.
Try to fulfill your duty.
- Görevini yerine getirmeye çalış.
I will do my duty to the best of my ability.
- Görevimi yapabildiğim en iyi şekilde yerine getireceğim.
I'm really glad you decided to come to our party instead of staying at home.
- Evde kalma yerine partimize gelmenize karar verdiğinize gerçekten memnun oldum.
Paul went to the party in place of his father.
- Paul babasının yerine partiye gitti.
I use a three-ring binder for all my subjects instead of a notebook for each one.
- Her biri için bir dizüstü bilgisayar yerine bütün konularım için üç halkalı klasör kullanırım.
His speech was to the point.
- Onun konuşması tam yerindeydi.
Tom pointed to the ground.
- Tom yere işaret etti.
This is a very scary place.
- Bu çok korkutucu bir yer.
The natives are scared of this place.
- Yerliler buradan korkuyorlar.
On your marks, get set, go!
- Yerlerinize... Hazır... Başla!
Tom met Mary in a local flea market.
- Tom yerel bit pazarında Mary'yle buluştu.
I don't know his whereabouts.
- Onun bulunduğu yeri bilmiyorum.
We have no idea about his whereabouts.
- Onun bulunduğu yer hakkında hiç bir fikrimiz yok.
This site is ideal for our house.
- Bu yer bizim ev için idealdir.
The investigators gathered evidence from the crash site.
- Araştırmacılar kaza yerinden delil topladılar.
You must make room for the television.
- Televizyon için yer açmalısın.
There was room for one person in the car.
- Arabada bir kişilik yer vardı.
In the beginning God created the heaven and the earth.
- Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı.
In an earthquake, the ground can shake up and down, or back and forth.
- Bir depremde, yer yukarı ve aşağı ya da geriye ve ileriye sallanabilir.
I was ushered to my seat.
- Beni yerime götürdüler.
Tom got into the driver's seat and drove off.
- Tom sürücünün yerine oturdu ve uzaklaştı.
If I were you, I would have done the same thing in such a difficult situation.
- Yerinde olsam, böyle zor bir durumda aynı şeyi yaparım.
Why don't you actually consider your situation instead of just chancing it?
- Sadece onu değiştirmek yerine, neden durumunu gerçekten düşünmüyorsun?
There is a large parking lot in front of the station.
- İstasyonun önünde büyük bir park yeri vardır.
The office where my father works is near the station.
- Babamın çalıştığı yer istasyonun yakınındadır.
George III has been unfairly maligned by historians.
- George III, tarihçiler tarafından haksız yere kötü muamele gördü.
Georgia is his native state.
- Gürcistan onun yerli devletidir.
Tom was angry at Mary because she parked in his space.
- Tom Mary'ye onun yerine park ettiği için kızgındı.
In the U.S., there are more prisoners than there is jail space for them. So the prisons are overcrowded.
- Amerika'da hapishanede mahkumlar için ayrılan yer mahkumlara yeterli değildir.Bu yüzden hapishaneler çok kalabalıktır.
There was standing room only in the Regional Express to Nuremberg.
- Sadece, Nürnberg Bölgesel Ekspres treninde ayakta duracak yer vardı.
We're out of chairs. Would you mind eating while standing up?
- Sandalyemiz yok. Ayakta dururken yer misin?
All the seating areas are taken.
- Tüm oturma yerleri tutulmuş.
Tom doesn't like people who smoke in no smoking areas.
- Tom, sigara içilmesi yasak yerlerde sigara içen insanlardan hoşlanmaz.
The post office is located in the center of the town.
- Postane, şehrin merkezinde yer almaktadır.
In the post office, mail is classified according to the place where it is to go.
- Postanede, posta gideceği yere göre sınıflandırılır.
With deep and reverent awe I replaced the candelabrum in its former position.
- Derin ve saygılı huşuyla şamdanı önceki yerine koydum.
Put yourself in my position.
- Kendini benim yerime koy.
The president did not come, but sent the vice-president in his stead.
- Başkan gelmedi ama, yerine başkan yardımcısını gönderdi.
If you can't come, send someone in your stead.
- Eğer gelemiyorsan senin yerine birini gönder.
It's easy to lampoon their ideas now, but they seemed quite reasonable at the time.
- Şu an onların fikirlerini yermek kolay, fakat onlar o zaman epey haklı göründü.
'Still, yer got nice looks,' said Ella.
'Make yer way down to the station,' he said.
Yer a lotta nosey parkers.