Определение yere в Турецкий язык Английский Язык словарь
- over
Tom walked over to where Mary was.
- Tom Mary'nin olduğu yere yürüdü.
Tom looked all over, but he couldn't find the secret door.
- Tom her yere baktı ama gizli kapıyı bulamadı.
- ground to
- whence
- yer
- location
Please tell me your location.
- Lütfen bana bulunduğunuz yeri bildirin.
Every year I find myself at a different location.
- Her yıl kendimi farklı bir yerde buluyorum.
- yer
- place
I don't think television will take the place of books.
- Televizyonun, kitapların yerini alacağını sanmıyorum.
You know many interesting places, don't you?
- Çok enteresan yerler biliyorsun, değil mi?
- yer
- floor
The doll lay on the floor.
- Bebek yerde yatıyordu.
It seems that the children will have to sleep on the floor.
- Çocuklar yerde uyumak zorunda kalacaklar gibi.
- yer
- {i} ground
This park used to be a hunting ground for a noble family.
- Bu park asil bir aile için bir avlanma yeriydi.
The soldier lay injured on the ground.
- Asker yerde yaralı yatıyordu.
- yanlış yere koymak
- misplace
Tom has a tendency to misplace things.
- Tom'un şeyleri yanlış yere koymak gibi bir eğilimi var.
- yere atmak
- throw down
- yere deviren
- knockdown
- yere devirmek
- get down
- yere düşmek
- (deyim) chuck down
- yere düşmek
- fall into place
- yere inme
- (Ticaret) landing
- yere inmek
- land on
- yere kapanma
- prostration
- yere konmak
- (Havacılık) alight
- yere mıhlamak
- transfix
- yere sermek
- knock galley-west
- yere sermek
- wipe the floor with
- yere sermek
- lay flat
- yere sermek
- lay out
- yere sermek
- knock down
- yere yatmış
- prostrate
- yere yatırmak
- blow down
- yere yıkmak
- get down
- yere yıkmak
- knock out
- yere çakılmak
- crash
- yere çarpmak
- hit the ground
- yere çökmek
- crouching
- yere çöp atmak
- litter
- yere dökmek
- dump
- yere indirmek
- land
- yere inmek
- touch down
- yere inmek
- land
The eagle is about to land.
- Kartal yere inmek üzere.
- yere tükürmek
- spit on
- yere uzanmak
- to lay down
- yere çalmak
- Throw down
- yere bakan yürek yakan
- (someone) who is malicious and dangerous despite his innocent looks, who is a wolf in sheep's clothing
- yere bakan yürek yakandır
- still waters run deep
- yere bakan yürek yakar
- still waters run deep
- yere bakmak
- 1. to look at the ground, cast one's eyes to the ground. 2. to have one foot in the grave
- yere batmak
- to vanish, disappear
- yere bağlamak
- connect to a ground
- yere bağlı balon
- captive balloon
- yere bağlı lazer
- (Çevre) ground based laser
- yere bağımlı olmayan seyrüsefer teçhizatı
- (Askeri) self-contained navigation equipment
- yere düşen meteor
- meteorite
- yere geçirmek
- transfer
- yere gömülü anten
- (Radyo) buried antenna
- yere göçüm
- (Biyoloji) geotactism
- yere indirmek
- ground
- yere iniş
- (Havacılık) touchdown
- yere iniş
- alighting on ground
- yere inmek
- to land, to touch down
- yere inmek
- alight
- yere inmek
- sit down
- yere kapaklanmak
- (Konuşma Dili) measure one's length
- yere kapanmak
- prostrate oneself
- yere koyma
- emplacement
- yere koymak
- put down
We had to put down the dog.
- Köpeği yere koymak zorundaydık.
- yere monte
- ground-mounted
- yere monte
- ground mounted
- yere monte
- (İnşaat) floor-mounted
- yere monte
- fixed to the ground
- yere monte
- installed on the ground
- yere monte
- ground-fixed
- yere serici
- knockdown
- yere serilmek
- to lick the dust
- yere serilmiş
- prostrate
- yere serme
- prostration
- yere sermek
- knock galley west
- yere sermek
- send smb. sprawling
- yere sermek
- to down, to lay sb out, to lay sb/sth flat
- yere sürüyerek kirletmek
- drabble
- yere vurmak
- stomp
- yere yakın uçmak
- taxi
- yere yakın uçuş
- (Havacılık) low altitude flight
- yere yatırmak
- prostrate
- yere yıkmak
- fell
- yere yıkmak
- floor
- yere yığılmak
- fall in a heap
- yere çakılma
- smash up
- yere çalmak/vurmak
- to throw or hurl (something) to the ground
- yere çarpmak
- plonk down
- yere/lere geçmek
- to feel very ashamed, feel like sinking through the floor or into the ground
- yerden yere dolaşmakta
- on the tramp
- yeni yere yerleşen kimse
- settler
- yerden yere füze
- surface-to-surface missile
- yerden yere vurmak
- slam
- yerden yere vurmak
- chastise
- yerden yere vurmak
- badmouth
- yerden yere vurmak
- to slam
- yerden yere vurmak
- cut up
- yer
- spot
The police arrested the burglar on the spot.
- Polisler hırsızı olay yerinde tutukladı.
You're parked in my spot.
- Benim yerime park ettin.
- yer
- {i} terrain
Situated on hilly terrain, the cathedral can be seen from a long distance.
- Tepelik arazide yer alan katedral uzun bir mesafeden görülebilir.
- götü yere yakın
- shrimp
- yer
- {i} stand
Tom couldn't see the lake from where he was standing.
- Tom durduğu yerden gölü göremiyordu.
Stand where you are or I'll kill you.
- Olduğun yerde kal yoksa seni öldürürüm.
- bir yere götürmek
- take someone off
- bir yere götürmek
- take something off
- boş yere
- in vain
He tried to make his wife happy, but in vain.
- Karısını mutlu etmeye çalıştı fakat boş yere.
They attempted in vain to bribe the witness.
- Boş yere tanığa rüşvet vermeye yeltendiler.
- gereksiz yere
- wantonly
- haksız yere
- undeservedly
- iyi bir yere saklamak
- stash
- yer
- (Bilgisayar) to
- yer
- {i} quarter
I eat dinner at quarter past seven.
- Yediyi çeyrek geçe akşam yemeğini yerim.
- yer
- {i} where
His dog follows him wherever he goes.
- Köpeği her yerde onu gittiği yerden takip eder.
Stratford-on-Avon, where Shakespeare was born, is visited by many tourists every year.
- Shakespeare'in doğduğu yer, Stratford-on-Avon, her yıl bir sürü turist tarafından ziyaret edilir.
- başka bir yere göndermek
- send away
- beyhude yere
- uselessly
- beyhude yere
- cockily
- beyhude yere
- vainly
- gereksiz yere
- superfluously
- gereksiz yere
- unduly
- gereksiz yere
- redundantly
- hakim olmak (bir yere)
- command
- sebepsiz yere
- wantonly
- yalan yere yemin etme
- perjure
- yer
- (Bilgisayar) topo
- yer
- residence
- yer
- (Askeri) catchall
- yer
- housing
- yer
- trace
The police looked everywhere and couldn't find any trace of Tom.
- Polis her yere baktı ve Tom'la ilgili herhangi bir iz bulamadı.
This security system allows us to trace employees movements anywhere they go.
- Bu güvenlik sistemi çalışanların hareketlerini gittikleri yerde izlemelerine izin verir.
- yer
- (Havacılık) spool
- yer
- duty
Try to fulfill your duty.
- Görevini yerine getirmeye çalış.
I will do my duty to the best of my ability.
- Görevimi yapabildiğim en iyi şekilde yerine getireceğim.
- yer
- party
A party is a good place to make friends with other people.
- Parti başka insanlarla arkadaş olmak için elverişli bir yerdir.
We need to rent a room for our party.
- Bizim parti için bir yer kiralamalıyız.
- yer
- bin
I use a three-ring binder for all my subjects instead of a notebook for each one.
- Her biri için bir dizüstü bilgisayar yerine bütün konularım için üç halkalı klasör kullanırım.
- yer
- facility
- yer
- swatch
- yer
- venture
- yer
- point
Tom pointed to the ground.
- Tom yere işaret etti.
His speech was to the point.
- Onun konuşması tam yerindeydi.
- yer
- feature
- yer
- (Bilgisayar) in
- yer
- terrane
- yer
- yard
- yer
- employment
- yer
- scar
This is a very scary place.
- Bu çok korkutucu bir yer.
The natives are scared of this place.
- Yerliler buradan korkuyorlar.
- yer
- mark
Tom met Mary in a local flea market.
- Tom yerel bit pazarında Mary'yle buluştu.
On your marks, get set, go!
- Yerlerinize... Hazır... Başla!
- yer
- subterranean
- yer
- {i} whereabouts
Dan lied about his whereabouts.
- Dan bulunduğu yer hakkında yalan söyledi.
We have no idea about his whereabouts.
- Onun bulunduğu yer hakkında hiç bir fikrimiz yok.
- yok yere
- (deyim) for the hell of it
- yok yere
- without reason
- yok yere
- just for the hell of it
- yok yere
- for no reason
- yer
- site
Dan sent the machines to a site where they would be dismantled.
- Dan makineleri sökülecekleri bir yere gönderdi.
A visit to the city centre, listed as a UNESCO World Heritage Site, is a must.
- Bir UNESCO Dünya Mirası Yeri olarak listelenen şehir merkezine bir ziyaret bir zorunluluktur.
- yer
- locality
- yer
- situs
- yer
- room
There is no room to doubt that he is a gifted artist.
- Onun yetenekli bir sanatçı olduğundan şüphe etmeye yer yok.
She made room for an old lady.
- O yaşlı bir bayana yer açtı.
- yer
- earth
The earth is where we all live.
- Dünya hepimizin yaşadığı yerdir.
In an earthquake, the ground can shake up and down, or back and forth.
- Bir depremde, yer yukarı ve aşağı ya da geriye ve ileriye sallanabilir.
- yer
- seat
Tom saved Mary a seat.
- Tom Mary'ye bir yer ayırdı.
Tom showed up early so he could get a good seat.
- İyi bir yer alabilmek için Tom erken geldi.
- yer
- situation
If I were you, I would have done the same thing in such a difficult situation.
- Yerinde olsam, böyle zor bir durumda aynı şeyi yaparım.
Why don't you actually consider your situation instead of just chancing it?
- Sadece onu değiştirmek yerine, neden durumunu gerçekten düşünmüyorsun?
- yer
- abode
- yere düş
- fall into place
- yere düş
- fallen into place
- yere düş
- fell into place
- yere düşmek
- bite the dust
- ayakları yere değmemek
- to be on top of the world
- bastığın yere dikkat et
- watch your steps
- bir yere doğru bakan (ev, oda vb.)
- minister to a place (house, room, etc.)
- bir yere gitmek
- To go to a place
- bir yere zorla girmek
- broke in
- gereksiz yere harcamak
- unnecessary to spend
- gözünü bir yere dikmek
- have (sb) sights set on
- yer
- the land
- yer
- {i} slot
- yer
- placing
- yer
- place of
- yok yere
- for no reason at all
- Yer
- (Tıp) locum
- aktarmak (bir başka yere)
- transpose to
- akılını başka yere vermek
- to let one's mind wander
- amerika'nın istediği yere zorla girmesi ile ilgili
- no knock
- aptessiz yere basmamak
- to be very strict in one's religious practices
- arabayı yolumun üstünde bir yere bırakabilir miyim
- May I drop the car off at my destination
- arkası yere gelmemek
- not to be defeated
- ayakları yere değmemek
- walk on air
- ayaklarını yere vurarak dans etme
- tap dance
- ayağını yere vurma
- stamp
- ayrı bir yere
- apart
- başka bir yere
- somewhere else
Could you put this bag somewhere else?
- Bu çantayı başka bir yere koyar mısın?
Tom can't afford to eat at that kind of restaurant so let's go somewhere else.
- Tom o tür bir restoranda yemek yemeği göze alamaz bu yüzden başka bir yere gidelim.
- başka yere
- elsewhere
I must have parked my car elsewhere.
- Arabamı başka yere park etmiş olmalıyım.
We must look elsewhere.
- Başka yere bakmalıyız.
- başka yere dikmek
- transplant
- başka yere götürmek
- remove
- başka yere yerleşmek
- transmigrate
- başladığı yere dönmek
- recur
- başını bir yere bağlamak
- to find (a person) a good job and save him from idleness
- benimsemek (haksız yere)
- arrogate
- beyhude yere
- uselessly, vainly; unnecessarily
- bir yere
- anywhere
Are you going anywhere?
- Bir yere gidiyor musun?
Tom couldn't go anywhere without his dog.
- Tom köpeği olmadan bir yere gidemedi.
- bir yere
- someplace
- bir yere
- somewhere
I thought we were going to go somewhere.
- Bir yere gideceğimizi düşünmüştüm.
I want to go somewhere in Europe.
- Avrupa'da bir yere gitmek istiyorum.
- bir yere
- a) somewhere, someplace b) anywhere
- bir yere adını veren kimse
- eponym
- bir yere kadar
- so far
- bir çok yere gönderilmek üzere yazılmış
- encyclical
- bir çok yere gönderilmek üzere yazılmış
- encyclic
- boylu boyunca yere serilmek
- (deyim) measure out one's length
- boş yere
- 1. in vain. 2. without grounds, without a reason
- boş yere
- to no avail
- boş yere
- a) in vain b) without a reason
- boş yere
- unduly
Tom shouldn't be unduly concerned.
- Tom boş yere endişeli olmamalı.
- boş yere meziyet sayılan taraf
- foible
- burunu sürtülmek/burnunu yere sürtmek
- to learn one's lesson through a humiliating experience
- cop ile yere sermek
- sap
- düelloya davet için yere atılan eldiven
- gantlet
- düelloya davet için yere atılan eldiven
- gage
- düelloya davet için yere atılan eldiven
- gauntlet
- dığı yere
- wherewith
- dığı yere
- where
- emin yere gizle
- stash
- gereksiz yere
- unnecessarily
There is no reason to be unnecessarily worried about the outbreak.
- Salgın konusunda gereksiz yere endişeli olmak için hiçbir sebep yoktur.
Some parents worry unnecessarily about their children.
- Bazı ana babalar çocukları hakkında gereksiz yere endişelenirler.
- gereksiz yere
- needlessly
Why worry needlessly?
- Neden gereksiz yere endişe ediyorsun?
- gereksiz yere
- gratis
- gereksiz yere tekrarlama
- tautologous
- gereksiz yere telâşlanmak
- fuss
- giderek varmak (bir yere)
- work up to
- gizli bir yere saklamak
- cache
- güm diye yere bırakmak
- flump down
- güvenli bir yere gizlemek
- stash
- güvenli bir yere gizlemek
- stash away
- hak ettiği yere gelmek
- come into one's own