yerden

listen to the pronunciation of yerden
Турецкий язык - Английский Язык
where

Tom had the munchies, but since there was nothing in the house to eat, he went to the convenience store not too far from where he lived. - Tom'un yeme isteği vardı fakat evde yiyecek bir şey olmadığı için yaşadığı yerden çok uzakta olmayan mahalle marketine gitti.

Tom bought a piece of land not far from where Mary lives. - Tom Mary'nin yaşadığı yerden uzakta olmayan bir parça arazi aldı.

off ground
yer
location

Show me the location of your camp on this map. - Bana bu haritada kampınızın yerini gösterin.

Every year I find myself at a different location. - Her yıl kendimi farklı bir yerde buluyorum.

yer
place

They set the time and place of the wedding. - Onlar düğünün zamanını ve yerini belirlediler.

In Germany today, anti-violence rallies took place in several cities, including one near Hamburg where three Turks were killed in an arson attack on Monday. - Bugün Almanya'da, Pazartesi günü kundaklamada üç Türk'ün öldürüldüğü Hamburg'un yakınında bir yer de dahil birçok şehirde şiddet karşıtı mitingler gerçekleşti.

yer
floor

The doll lay on the floor. - Bebek yerde yatıyordu.

I spilled egg on the floor. - Yumurtayı yere döktüm.

yer
{i} ground

This park used to be a hunting ground for a noble family. - Bu park asil bir aile için bir avlanma yeriydi.

In an earthquake, the ground can shake up and down, or back and forth. - Bir depremde, yer yukarı ve aşağı ya da geriye ve ileriye sallanabilir.

yerden alma
pick-up
yerden almak
take up
yerden bitip yükselerek
(deyim) above ground
yerden bitme
short
yerden havaya
(Askeri) ground-to air
yerden parazit yankılar
(Bilgisayar,Elektrik, Elektronik) ground clutter
yerden yere dolaşmakta
on the tramp
yerden ısıtma
floor heating
yerden ateş
(Askeri) ground fire
yerden atılan kruz füzesi
(Askeri) ground launched cruise missile
yerden bitme
very short in stature, squat
yerden fırlatma
(Havacılık) ground launch
yerden fırlatılan kruz füzesi
(Askeri) ground launched cruise missile
yerden giden top
daisy cutter
yerden giden top
grounder
yerden giden top
ground ball
yerden göğe kadar
very much
yerden hava
(Askeri) ground to air
yerden havaya füze
surface-to-air missile
yerden havaya güdümlü füze
(Askeri,Bilgisayar) ground air guided missile
yerden kaldırmak
pick up
yerden kalkmak
pick oneself up
yerden kazandıran
(Bilgisayar) space-saving
yerden kontrollü iniş
(Havacılık) ground controlled landing
yerden kontrollü lazer hedef planlayıcısı
(Askeri) ground laser target designator
yerden kontrollü radar
(Askeri) ground-based radar
yerden kontrollü yaklaşma
(Askeri) ground control approach
yerden kontrollü yaklaşma
(Askeri) ground-controlled approach
yerden kontrollü önleme
(Askeri) ground control intercept
yerden kontrollü önleme
(Askeri) ground-control interception
yerden kumandalı vinç
(İnşaat) ground controlled crane
yerden olan emniyet mesafesi
(Askeri) ground clearance
yerden tavana pencere
(İnşaat) floor-to-ceiling window
yerden vites kolu
(Otomotiv) floor type gear shift
yerden yere füze
surface-to-surface missile
yerden yere vurmak
slam
yerden yere vurmak
chastise
yerden yere vurmak
badmouth
yerden yere vurmak
to slam
yerden yere vurmak
cut up
yerden yükseklik
ground clearance
yer
spot

What's your favorite vacation spot? - Favori tatil yerin nedir?

The police arrested the burglar on the spot. - Polisler hırsızı olay yerinde tutukladı.

yer
{i} terrain

Situated on hilly terrain, the cathedral can be seen from a long distance. - Tepelik arazide yer alan katedral uzun bir mesafeden görülebilir.

kaldığı yerden devam etmek
resume
yer
{i} stand

Tom couldn't see the lake from where he was standing. - Tom durduğu yerden gölü göremiyordu.

Stand where you are or I'll kill you. - Olduğun yerde kal yoksa öldürürüm.

yer
(Bilgisayar) to
yer
{i} quarter

I eat dinner at quarter past seven. - Yediyi çeyrek geçe akşam yemeğini yerim.

yer
{i} where

Where there's smoke there's fire. - Ateş olmayan yerden duman çıkmaz.

In Germany today, anti-violence rallies took place in several cities, including one near Hamburg where three Turks were killed in an arson attack on Monday. - Bugün Almanya'da, Pazartesi günü kundaklamada üç Türk'ün öldürüldüğü Hamburg'un yakınında bir yer de dahil birçok şehirde şiddet karşıtı mitingler gerçekleşti.

kaymak (bir yerden vb)
glide
mantar gibi yerden bitmek
mushroom
mantar gibi yerden bitmek
(deyim) pop up
yer
(Bilgisayar) topo
yer
residence
yer
(Askeri) catchall
yer
housing
yer
trace

This security system allows us to trace employees movements anywhere they go. - Bu güvenlik sistemi çalışanların hareketlerini gittikleri yerde izlemelerine izin verir.

The police looked everywhere and could find no trace of Tom. - Polis her yere baktı ve Tom'la ilgili hiçbir iz bulamadı.

yer
(Havacılık) spool
yer
duty

Come what may, we must do our duty. - Ne olursa olsun vazifemizi yerine getirmeliyiz.

Try to fulfill your duty. - Görevini yerine getirmeye çalış.

yer
party

Paul went to the party in place of his father. - Paul babasının yerine partiye gitti.

The floor was strewn with party favors: torn noisemakers, crumpled party hats, and dirty Power Ranger plates. - Yer partiden kalanlar yüzünden dağınıktı: Yırtık gürültüyapıcılar, kırışık parti şapkaları, ve kirli Power Ranger tabakları.

yer
bin

I use a three-ring binder for all my subjects instead of a notebook for each one. - Her biri için bir dizüstü bilgisayar yerine bütün konularım için üç halkalı klasör kullanırım.

yer
facility
yer
swatch
yer
venture
yer
point

Tom pointed to where Mary was standing. - Tom Mary'nin durduğu yeri gösterdi.

Instead of beating around the bush, Jones got straight to the point. - Lafı dolandırmak yerine, Jones doğrudan konuya girdi.

yer
feature
yer
(Bilgisayar) in
yer
terrane
yer
yard
yer
employment
yer
scar

This is a very scary place. - Bu çok korkutucu bir yer.

The natives are scared of this place. - Yerliler buradan korkuyorlar.

yer
mark

Is there anywhere I can go to find a flea market? - Herhangi bir yerde gidebileceğim bir bit pazarı var mı?

Markku joined the local football club. - Markku yerel futbol kulübüne katıldı.

yer
subterranean
yer
{i} whereabouts

We have no idea about his whereabouts. - Onun bulunduğu yer hakkında hiç bir fikrimiz yok.

Parents should monitor their children's whereabouts. - Anne ve babalar, çocuklarının bulunduğu yerleri izlemelidir.

yer
site

Dan sent the machines to a site where they would be dismantled. - Dan makineleri sökülecekleri bir yere gönderdi.

A visit to the city centre, listed as a UNESCO World Heritage Site, is a must. - Bir UNESCO Dünya Mirası Yeri olarak listelenen şehir merkezine bir ziyaret bir zorunluluktur.

yer
locality
yer
situs
yer
room

There is no room to doubt that he is a gifted artist. - Onun yetenekli bir sanatçı olduğundan şüphe etmeye yer yok.

She made room for an old lady. - O yaşlı bir bayana yer açtı.

yer
earth

The earth is where we all live. - Dünya hepimizin yaşadığı yerdir.

In an earthquake, the ground can shake up and down, or back and forth. - Bir depremde, yer yukarı ve aşağı ya da geriye ve ileriye sallanabilir.

yer
seat

The paint on the seat on which you are sitting is still wet. - Oturduğun yerdeki boya hâlâ yaştır.

I was ushered to my seat. - Beni yerime götürdüler.

yer
situation

If I were you, I would have done the same thing in such a difficult situation. - Yerinde olsam, böyle zor bir durumda aynı şeyi yaparım.

Why don't you actually consider your situation instead of just chancing it? - Sadece onu değiştirmek yerine, neden durumunu gerçekten düşünmüyorsun?

yer
abode
yerden yere vurmak
lower the boom on
Ateş olmayan yerden duman çıkmaz
(Atasözü) There's no smoke without fire
Ateş olmayan yerden duman çıkmaz
(Atasözü) Where there's smoke, there's fire
bir yerden kaçmak
busted out
etrafını çevirmek, bulunduğu yerden ayırmak
To turn around, to separate from the location
ip inceldiği yerden kopar
(Atasözü) Where the rope is worn thin, may it break off
kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez
(Atasözü) Throw out a sprat to catch a mackerel
yer
the land
yer
{i} slot
yer
placing
yer
place of
yerden yere vurmak
lower the boom on sb
Yer
(Tıp) locum
ancak geçmek (dar bir yerden)
skin through
ateş olmayan yerden duman çıkmaz
(Atasözü) Where there is smoke there is fire
ayaklarını yerden kesmek
sweep smb. off his feet
basınçlı yerden basınç hücresi ile kurtarmak
decompress
bir yerden hatırlıyor musun
Does it ring a bell
dar bir yerden açıklığa çıkmak
debouch
ip inceldiği yerden kopar
(Atasözü) Trouble begins at a weak spot
kaldığı yerden devam etme
resumption
kaz gelecek yerden tavuk esirgememek
throw a sprat to catch a whale
kaz gelecek yerden tavuk esirgememek
throw a sprat to catch a mackarel
kaz gelen yerden tavuk esirgenmez
(Atasözü) You don't hesitate to cater to the small demands of someone who can be very useful to you
mantar gibi yerden bitmek
to appear very suddenly, spring up overnight, mushroom
mantar gibi yerden bitmek
to mushroom
sığ yerden yürüyerek geçmek
ford
yer
station

There is a large parking lot in front of the station. - İstasyonun önünde büyük bir park yeri vardır.

He took the video to a local TV station. - Bir yerel televizyon kanalı için video çekti.

yer
geo

Georgia is his native state. - Gürcistan onun yerli devletidir.

George III has been unfairly maligned by historians. - George III, tarihçiler tarafından haksız yere kötü muamele gördü.

yer
(a) seat; (a) room: Matine için iki yer ayırttım. I've reserved two seats for the matinée. Lokantada dört kişilik bir yer buldum. I found a table for four in the restaurant. Bu otelde boş yer yok. This hotel has no vacant rooms
yer
place; spot; position; location: Kandilli fevkalade güzel bir yer. Kandilli is an extraordinarily beautiful place. Senin yerin burası. This is your place./This is where you're to be. Eğlence yeri değil burası; ciddi bir işyeri. This isn't a place you come to in order to amuse yourself; it's a place where business is transacted in a serious way. Yerimde olsaydın ne yapardın? If you'd been in my shoes what would you have done? Feramuz Paşa'nın tarihteki yeri pek önemli sayılamaz. Feramuz Pasha's place in history cannot be reckoned an important one. Bu evin yeri hoşuma gidiyor. I like this house's location. Ağrının yerini daha iyi tarif edemez misiniz? Can't you describe more clearly where the pain is?
yer
mark (left by something): yara yeri scar left by a wound
yer
the earth, the ground: Yere düştü. He fell to the ground. Bütün parası yerde gömülü. All of his money is buried in the ground
yer
premises
yer
floor: Bebek yerde emekliyor. The baby's crawling on the floor. Yerler halı kaplıydı. The floors were covered with rugs
yer
place; location, spot, point; ground; floor; seat; space, room; situation, employment, duty; mark, scar, trace; earth
yer
platform
yer
locale
yer
space

Tom was angry at Mary because she parked in his space. - Tom Mary'ye onun yerine park ettiği için kızgındı.

I had to leave out this problem for lack of space. - Yer yokluğu yüzünden bu sorunu atlamak zorunda kaldım.

yer
standing

Tom pointed to where Mary was standing. - Tom Mary'nin durduğu yeri gösterdi.

There was standing room only in the Regional Express to Nuremberg. - Sadece, Nürnberg Bölgesel Ekspres treninde ayakta duracak yer vardı.

yer
area

All the seating areas are taken. - Tüm oturma yerleri tutulmuş.

Tom doesn't like people who smoke in no smoking areas. - Tom, sigara içilmesi yasak yerlerde sigara içen insanlardan hoşlanmaz.

yer
mother earth
yer
terrain, region, area
yer
space, room: Otobüsün arka tarafında yer yok. There's no room in the back of the bus
yer
(Askeri) geolocation code file; standard specified geographic location file
yer
importance, place of importance: Bu maddenin sanayideki yeri yadsınamaz. It can't be denied that this material is of importance for industry
yer
post

Instead of posting here, use Twitter. - Buraya posta gönderme yerine Twitter'ı kullan.

The post office is located in the center of the town. - Postane, şehrin merkezinde yer almaktadır.

yer
glebe
yer
terraneous
yer
the earth, the planet earth
yer
position

Were I in your position, I would do it at once. - Yerinde olsam, onu derhal yaparım.

With deep and reverent awe I replaced the candelabrum in its former position. - Derin ve saygılı huşuyla şamdanı önceki yerine koydum.

yer
stead

The president did not come, but sent the vice-president in his stead. - Başkan gelmedi ama, yerine başkan yardımcısını gönderdi.

If you can't come, send someone in your stead. - Eğer gelemiyorsan senin yerine birini gönder.

yer
locus
yer
ubiety; pew
yer
place, position (of employment)
yer
footing
yer
passage or part (of something written or spoken): Söylevimin bu yeri alkışlanmaya değer, değil mi? This part of my speech merits applause, doesn't it?
yer
piece of land, piece of property: Kalamış'ta bir yer aldık. We bought a piece of property in Kalamış
yer
lampoon

It's easy to lampoon their ideas now, but they seemed quite reasonable at the time. - Şu an onların fikirlerini yermek kolay, fakat onlar o zaman epey haklı göründü.

yer
billet
yer
whither
yer
{i} ubiety
yer
whence
Английский Язык - Английский Язык

Определение yerden в Английский Язык Английский Язык словарь

yer
you

'Still, yer got nice looks,' said Ella.

yer
yeah; yes
yer
your

'Make yer way down to the station,' he said.

yer
you're

Yer a lotta nosey parkers.

yer
Yer is used in written English to represent the word `you' when it is pronounced informally. I bloody told yer it would sell. your or you
yer
Ere; before
yer
pron. (Informal) your
yer
{e} ere; before (Archaic)
yer
Yer is used in written English to represent the word `your' when it is pronounced informally. Mister, can we 'elp to carry yer stuff in?
Турецкий язык - Турецкий язык

Определение yerden в Турецкий язык Турецкий язык словарь

yerden bitme
Türedi
yerden bitme
Kısa boylu
yerden selam
El, yerlere kadar uzatılarak verilen selâm
yerden temenna
Yerden selâm
yerden yapma
Çok kısa boylu
ip inceldiği yerden kopar
(Atasözü) "bir durum, en çürük yerinden patlak verir" anlamında kullanılan bir söz. "Gon yufka yerinden delinir"
Yer
nokta
Yer
(Hukuk) MAHAL
Yer
(Osmanlı Dönemi) RİMM
Yer
(Osmanlı Dönemi) MEVKİ'
Yer
(Osmanlı Dönemi) HAYYİZ
Yer
yan
yer
Herhangi bir şeye, bir işe ayrılmış bölüm veya alan
yer
Bulunulan, yaşanılan, oturulan şehir, kasaba, mahalle
yer
Bir şeyin, bir kimsenin kapladığı veya kaplayabileceği boşluk, mahal, mekân: "İzinsiz bir yere gitmek ne haddime?"- M. Ş. Esendal
yer
Gezinilen, ayakla basılan taban
yer
Yer yuvarı, yerküre, dünya
yer
Bulunulan, yaşanılan, oturulan şehir, kasaba, mahalle: "Anadolu'nun bazı yerlerinde eski bir kocakarı itikadı vardır."- R. N. Güntekin
yer
Bir şeyin, bir kimsenin kapladığı veya kaplayabileceği boşluk, mahal, mekân
yer
Durum, konum
yer
Ülke, bölge
yer
Önem
yer
Durum, konum, vaziyet
yer
Durum, konum, vaziyet. Ülke, bölge
yer
Sinema ve tiyatroda veya taşıtlarda oturulacak koltuk, sandalye
yer
Gezinilen, ayakla basılan taban: "Ayıp bir şey gördü mü kulaklarına kadar kızarıyor, gözünü yerde bir noktaya dikip öylece kalakalıyordu."- H. Taner
yer
Görev, makam
yer
Görev, makam: "Askerden gelirse bakalım bir yere yerleştirebilecek miyiz?"- M. Ş. Esendal. Önem
yer
Ekime elverişli toprak parçası, arazi
yer
İz
yer
Üzerine yapı kurulmaya elverişli arazi, arsa
yer
Otel, motel vb.nde kalınacak oda
yer
Sinema ve tiyatroda veya taşıtlarda oturulacak koltuk, sandalye: "Ön tarafta bir yer bulup oturunca kurnazlığına pek sevindi."- H. Taner
yer
Bir olayın geçtiği veya geçeceği bölüm, alan, mahal
yer
Herhangi bir şeye, bir işe ayrılmış bölüm veya alan. İz. Üzerine yapı kurulmaya elverişli arazi, arsa
yer
(Osmanlı Dönemi) mekân
yerden
Избранное