yanlız

listen to the pronunciation of yanlız
Турецкий язык - Английский Язык

Определение yanlız в Турецкий язык Английский Язык словарь

yalnız
{s} lonely

She always comforted herself with music when she was lonely. - O yalnızken kendini her zaman müzikle rahatlattı.

This city is cold and lonely without you. - Bu şehir sen olmadan soğuk ve yalnız.

yalnız
lonesome

You feel lonesome, don't you? - Sen kendini yalnız hissediyorsun, değil mi?

Lonesome George passed away. - Yalnız George vefat etti.

yalnız
alone

The old man lives alone. - Yaşlı adam yalnız yaşıyor.

She likes walking alone. - O yalnız yürümeyi sever.

yalnız
sole

They need to be able to irrigate without relying solely on rain. - Onların yalnızca yağmura bağımlı olmaksızın toprağı sulayabilmeye ihtiyaçları var.

Empirical data is based solely on observation. - Ampirik veriler yalnızca gözleme dayanır.

yalnız
only

AIDS can be stopped only if every person decides to take action against it. - Yalnızca her birey ona karşı harekete geçmeye karar verirse, AIDS durdurulabilir.

Did you do your homework? The meeting is only two days away. - Ödevini yaptın mı? Toplantı yalnızca iki gün sonra.

yalnız
{s} solitary

I like a solitary walk. - Yalnız yürümeyi severim.

Aardvarks are solitary animals. - Karıncayiyenler yalnız yaşayan hayvanlardır.

yalnız
(Hukuk) save

At the moment only a child can save my marriage. - Şu anda evliliğimi yalnızca bir çocuk kurtarabilir.

yalnız
lone

Mary has nobody to talk with, but she doesn't feel lonely. - Mary'nin konuşacak hiç kimsesi yok fakat o kendini yalnız hissetmiyor.

She lived a lonely life. - Yalnız bir hayat yaşadı.

yalnız
merely

All the world is a stage, and all the men and women merely players. They have their exits and their entrances, and one man in his time plays many parts, his acts being seven ages. - Tüm dünya bir sahnedir, insanlar da yalnızca birer oyuncu. Sahneye girer, çıkarlar ve zamanları boyunca yedi dönemden oluşan birçok oyun sergilerler.

Optimism is merely a lack of information. - İyimserlik yalnızca bir bilgi eksikliğidir.

yalnız
solitarily
yalnız
squinting
yalnız
private
yalnız
single

That's why you're still single. - Bu yüzden hala yalnızsın.

He remained single till the end of his day. - O gününün sonuna kadar yalnız kaldı.

yalnız
mere

All the world is a stage, and all the men and women merely players. They have their exits and their entrances, and one man in his time plays many parts, his acts being seven ages. - Tüm dünya bir sahnedir, insanlar da yalnızca birer oyuncu. Sahneye girer, çıkarlar ve zamanları boyunca yedi dönemden oluşan birçok oyun sergilerler.

Optimism is merely a lack of information. - İyimserlik yalnızca bir bilgi eksikliğidir.

yalnız
on one's own
yalnız
pure and simple
yalnız
nothing but

It was nothing but coincidence. - Bu yalnızca tesadüftü.

Do you swear to tell the truth and nothing but the truth? - Gerçeği ama yalnızca gerçeği söyleyeceğinize yemin eder misiniz?

yalnız
nothing else
yalnız
pure

In his essay Esperanto: European or Asiatic language Claude Piron has shown the similarities between Esperanto and Chinese, thereby putting to rest the notion that Esperanto is purely eurocentric. - Esperanto: Avrupa veya Asya dili denemesinde Claude Piron, Esperanto ve Çince arasındaki benzerliği gösterdi ve Esperanto'nun yalnızca Avrupa merkezli olduğunu ortaya koydu.

I've decided to contribute Spanish sentences purely all this month. - Bu ay boyunca yalnızca İspanyolca cümle eklemeye karar verdim.

yalnız
nothing more than
yalnız
by oneself
yalnız
solely

One cannot live solely on air and love. - Biri yalnızca hava ve sevgiyle yaşayamaz.

They need to be able to irrigate without relying solely on rain. - Onların yalnızca yağmura bağımlı olmaksızın toprağı sulayabilmeye ihtiyaçları var.

yalnız
single-handed
yalnız
bigoted
yalnız
none but
yalnız
unaccompanied
yalnız
desolate
yalnız
exclusively
yalnız
purely

In his essay Esperanto: European or Asiatic language Claude Piron has shown the similarities between Esperanto and Chinese, thereby putting to rest the notion that Esperanto is purely eurocentric. - Esperanto: Avrupa veya Asya dili denemesinde Claude Piron, Esperanto ve Çince arasındaki benzerliği gösterdi ve Esperanto'nun yalnızca Avrupa merkezli olduğunu ortaya koydu.

I've decided to contribute Spanish sentences purely all this month. - Bu ay boyunca yalnızca İspanyolca cümle eklemeye karar verdim.

yalnız
by ourselves
yalnız
single handed
yalnız
isolated

Tom felt very isolated. - Tom çok yalnız hissetti.

I felt very isolated. - Çok yalnız hissettim.

yalnız
be alone
yalnız
singly
yalnız
alone, lonely, lone, desolate, solitary; alone, on one's own; only, solely; but, however
yalnız
but, however
yalnız
on one's tod
yalnız
only, just
yalnız
by yourself

You shouldn't go out after dark by yourself. - Hava karardıktan sonra yalnız başına dışarı çıkmamalısın.

You're not going there by yourself, are you? - Oraya yalnız gitmeyeceksin, değil mi?

yalnız
alone, by oneself
yalnız
just

This just has to be his umbrella. - Bu yalnızca onun şemsiyesi olmalı.

Please just leave me alone. I want to think. - Lütfen sadece beni yalnız bırak. Düşünmek istiyorum.

yalnız
solitary, isolated, lone
yalnız
solo

Now that my only colleague has retired, I'm flying solo. - Benim tek meslektaşım emekliye ayrıldığından, ben yalnız uçuyorum.

Nancy set out on a solo journey. - Nancy yalnız bir yolculuğa çıktı.

yalnız
unattended

Tom was angry at Mary for leaving their children unattended. - Tom çocuklarını yalnız bıraktığı için Mary'ye kızgındı.

yalnız
lonely, lonesome
yalnız
singular
yalnız
but

Tom hated the idea of leaving Mary alone, but he had to go to work. - Tom Mary'yi yalnız bırakma fikrinden nefret etti fakat işe gitmek zorundaydı.

If I heard a noise in the kitchen but was home alone, I would go to see what happened. - Mutfakta bir gürültü duysam fakat evde yalnız olsam, ne olduğunu görmek için giderim.

Турецкий язык - Турецкий язык

Определение yanlız в Турецкий язык Турецкий язык словарь

yalnız
Ama, şu kadar ki, ancak, fakat
yalnız
Sadece, salt
yalnız
Yanında başkaları bulunmayan
yalnız
Sadece, salt: "Kendisini yalnız Bombay'a kadar götürecek tren parası vardı."- F. R. Atay
yalnız
Yanında başkaları olmayarak: "Ömrümde şehir içinde bile yalnız dolaşmaya alışmamış bir adam için bir genç kızın tek başına Avrupa seyahatine çıkışı akıl durdurucu bir şeydi."- Y. K. Karaosmanoğlu
yalnız
Toplumsal ilişkilerden yoksun veya yoksun bırakılan kişi
yalnız
Yanında başkaları olmayarak
yanlız
Избранное