Определение yüzü в Турецкий язык Английский Язык словарь
- his countenance
- face work
- {f} color
Sami soon showed his true colors.
- Sami çok geçmeden gerçek yüzünü gösterdi.
He has finally shown his true colors.
- Sonunda gerçek yüzünü gösterdi.
- yüzü kızarmak
- flush
- yüz
- hundred
When angry, count ten; when very angry, a hundred.
- Kızgınsan ona kadar; çok kızgınsan yüze kadar say.
One hundred and fifty people entered the marathon race.
- Yüz elli kişi maraton yarışına girdi.
- yüz
- face
I saw his face in the dim light.
- Onun yüzünü loş bir ışıkta gördüm.
Women really are quite dangerous. The more I think about this, the more I'm able to understand the reasoning behind face covering.
- Kadınlar gerçekten oldukça tehlikeliler. Bu konuda ne kadar çok düşünürsem, o kadar çok yüz örtüsünün arkasındaki nedeni anlayabileceğim.
- yüzü kızarmış
- florid
- yüzü gülmek
- be happy
- yüzü asık
- sullen face
- yüzü ak
- (someone) who has no cause to be ashamed, who has nothing to be ashamed of
- yüzü ak olsun! Bless him!
- (said to express gratitude)
- yüzü asılmak
- for a sour look or frown to come over (someone's) face
- yüzü açılmak
- for (a thing's) beauty to become evident or apparent, begin to shine forth
- yüzü bembeyaz olmuş
- white-faced
- yüzü dönük
- obverse
- yüzü düzeltmeye yarayan alet
- facer
- yüzü görmek
- to experience, have: İki yıldır rahat yüzü görmedim. I haven't had a moment's peace for two years now. O çocuk hayatında dert yüzü görmedi. That kid's never had a worry in his life
- yüzü gözü açılmak
- 1. to be informed about sex, learn about the birds and the bees, be clued in on what sex is all about. 2. to begin to understand what the world is really like
- yüzü gülmek
- to be happy; to be pleased
- yüzü gülmek
- to be happy
- yüzü gülmeme
- sourness
- yüzü kalmamak
- lose face
- yüzü kalmamak/-e karşı/
- not to have the nerve/gall to ask (someone) for something
- yüzü kara
- (someone) who has something to b
- yüzü kızaran
- blushing
- yüzü kızarmak
- to blush, to flush, to colour
- yüzü kızarmak
- blush
- yüzü kızarmak
- change color
- yüzü kızarmış
- abashed
- yüzü kızarmış
- ablush
- yüzü kızartmak
- flush
- yüzü mosmor olmuş
- black in the face
- yüzü olmak
- to have the face (to do sth)
- yüzü olmak
- have the face to
- yüzü olmamak
- not to dare, not to have the face to
- yüzü olmayan
- faceless
- yüzü suyu hürmetine
- out of respect to, for the sake of
- yüzü tutmak
- to have the face (to do sth)
- yüzü tutmamak
- to feel ashamed to
- yüzü örten
- face-saving
- yüz
- front
The fog was so thick that I couldn't see my hand in front of my face.
- Sis l kadar yoğundu ki yüzümün önündeki elimi göremedim.
I sit in front of a computer screen all day, so I get pretty heavily bombarded by electro-magnetic waves.
- Ben bütün gün bilgisayar ekranı önünde otururum, bu yüzden elektro-manyetik dalgalar tarafından oldukça şiddetli şekilde bombardıman edilirim.
- yüz
- countenance
- yüz
- facial
Observe his facial reaction when we mention a price.
- Biz bir fiyattan bahsettiğimizde onun yüz tepkimesini gözlemle.
I have a facial boil. There's a painful lump at the back of one nostril.
- Bir yüz çıbanım var.Bir burun deliğinin arkasında acılı bir yumru var.
- yüz
- one hundred
Cancer is not one but more than one hundred distinct diseases.
- Kanser tek değil fakat yüzlerce farklı hastalıklardan biridir.
The building is one hundred meters high.
- Bina yüz metre yüksekliğindedir.
- yüz
- cheek
Gluteus Maximus was one of the cheekiest Roman emperors.
- Gluteus Maximus, en yüzsüz Roma imparatorlarından biriydi.
My brother got cheeky.
- Erkek kardeşim yüzsüzleşti.
- ayakkabı yüzü
- uppers
- yüz
- obverse
- yüz
- cast of features
- dalga yüzü
- wave front
- dalga yüzü
- wave surface
- eli yüzü düzgün
- fairly pretty
- gerçek yüzü
- real face
- insan yüzü
- human face
- kapak ön yüzü
- (Avcılık) head space
- kesme yüzü
- (Mekanik) cutting edge
- yüz
- frontage
- yüz
- feature
He has really soft facial features.
- O gerçekten yumuşak yüz hatlarına sahip.
Tom's facial features and mannerisms are very much like those of his father.
- Tom'un yüz hatları ve tavırları babasınına çok benzer.
- yüz
- figure
I figured Tom wasn't going to go, so I went.
- Tom'un gitmeyeceğini düşündüm, bu yüzden ben gittim.
The most important figure of mathematics of the nineteenth century is, undoubtedly, Gauss.
- On dokuzuncu yüzyılın matematiğinin en önemli figürü kesinlikle, Gauss.
- yüz
- impudence
- yüz
- (Arkeoloji) façade
- yüz
- face side
- yüz
- features
Tom's facial features and mannerisms are very much like those of his father.
- Tom'un yüz hatları ve tavırları babasınına çok benzer.
He has really soft facial features.
- O gerçekten yumuşak yüz hatlarına sahip.
- yüz
- facade
- yüz
- frostbite
- yüz
- (Bilgisayar) sides
No matter how flat you make a pancake, it always has two sides.
- Bir gözlemeyi ne kadar düz yaparsanız yapın, onun her zaman iki yüzü vardır.
Econony and quality are not opposites, but rather two sides of the same coin.
- Ekonomi ve kalite karşıt değildir, aynı madalyonun iki yüzüdür.
- yüz
- (Teknik,Tekstil) good side
- yüz
- visage
Tom's face lost its passive visage and revealed his horror and disgust.
- Tom'un yüzü pasif görüntüsünü kaybetti ve korku ve nefretini açığa vurdu.
- yüz
- swam
He swam across the river.
- O, nehir boyunca yüzdü.
Ann swam across the river.
- Ann nehrin karşı tarafına yüzdü.
- yüz
- puss
- yüz
- {f} swim
I don't know how to swim.
- Nasıl yüzeceğimi bilmiyorum.
I prefer swimming to skiing.
- Yüzmeyi kaymaya tercih ederim.
- yüz
- {f} swum
I haven't swum since last summer.
- Geçen yazdan beri yüzmedim.
He had not swum more than a few yards before one of the skulking ground sharks had him fast by the upper part of the thigh.
- Saklanan zemin köpek balıklarından biri onu uyluğun üst kısmından hızla yakalamadan önce o birkaç yardadan daha fazla yüzmemişti.
- yüz
- frontispiece
- yüz
- snoot
- yüz
- {f} floating
A white cloud is floating in the blue summer sky.
- Beyaz bir bulut mavi yaz gökyüzünde yüzüyordu.
A ball is floating down the river.
- Bir top nehirden aşağı doğru yüzüyordu.
- yüz
- physiognomy
- yüz
- side
I jumped into the water and swam to the other side of the river.
- Suya atladım ve nehrin diğer tarafına yüzdüm.
He put on his sweater wrong side out.
- O kazağını ters yüz giydi.
- yüz
- {f} swimming
In swimming pools, water is continuously pumped through a filter.
- Yüzme havuzlarında, su sürekli olarak filtrelerden pompalanır.
I prefer swimming to skiing.
- Yüzmeyi kaymaya tercih ederim.
- eli yüzü düzgün
- Presentable, fairly pretty
- iç yüzü
- inner face
- suratı asık, yüzü gülmeyen (kimse)
- sulking, unsmiling face (anyone)
- yer yüzü
- land surface
- yorgan yüzü
- quilt sides
- yüz
- to face
Those selected will have to face extensive medical and psychological tests.
- Seçilmiş olanlar kapsamlı tıbbi ve psikolojik testlerle yüzleşmek zorunda kalacak.
They stood face to face.
- Onlar yüz yüze durdu.
- alını açık, yüzü ak
- blameless, having nothing to be ashamed of
- beton yüzü
- laitance
- bina yüzü
- façade
- bir yüzü düz diğeri dışbükey olan
- plano convex
- bir yüzü düz diğeri içbükey olan
- plano concave
- dalga yüzü
- wave front, wave surface
- dirlik yüzü görmemek
- to fail to reach a state of comfort and harmony
- dirlik yüzü görmemek
- not to have a moment's peace
- dokuz yüzü olan
- enneahedron
- duvar yüzü
- (İnşaat) wall-side
- duvar yüzü
- (İnşaat) wall-face
- duvar yüzü
- face of wall
- duvar yüzü
- (İnşaat) wall-surface
- dünya yüzü görmemek
- to be overwhelmed by circumstances
- elek yüzü
- (Matbaacılık, Basımcılık) sieve side, wire side
- elmasın yontulmuş yüzü
- facet
- helezon yüzü
- screw surface
- iki yüzü tümsek
- convexo-convex
- iki yüzü çukur
- concavo-concave
- işin gerçek yüzü
- nitty gritty
- kart yüzü
- (Bilgisayar,Teknik) card face
- kasnak yüzü
- pulley face
- kemer iç yüzü
- (Mimarlık) intrados
- kumaş yüzü
- right side
- kumaşın ters yüzü
- fabric back
- kumaşın ön yüzü
- good side
- madalyanın ters tarafı/yüzü
- the unfavorable side of something, the other side of the coin
- madalyonun öbür yüzü
- reverse of the medal
- madalyonun öteki yüzü
- the other side of the coin
- mansap yüzü
- downstream face
- memba yüzü
- upstream face
- paranın yüzü sıcaktır
- (Atasözü) There is something about money that's very alluring
- pencere yüzü
- window face
- rahat yüzü görmemek
- to be constantly plagued by troubles, not to have a moment's peace
- rahat yüzü görmemek
- not to have a moment's peace
- rahat yüzü görmemek
- have no peace
- rahat yüzü görmemek
- to have no peace
- sayfanın diğer yüzü
- overleaf
- su (yüzü) görmemiş very dirty
- (face, hands)
- suyun yüzü
- on the surface of the water
- ters yüzü geri dönmek
- to come/go back empty-handed
- vida yüzü
- screw surface
- video yüzü
- (Bilgisayar) video face
- yastık kılıfı/yüzü
- pillowcase
- yastık yüzü
- pillowcase, pillowslip
- yatak yüzü
- bedtick, tick
- yorgan yüzü
- counterpanes
- yorgan yüzü decorative cloth sewn over the top side of a quilt so as
- to cover it
- yüz
- sense of shame, shame: Sende hiç yüz yok mu? Have you no shame? Ne yüzle ondan böyle bir şey isteyebilirsin? How can you have the gall to ask her for such a thing?
- yüz
- face (the front, exposed, finished, dressed, or otherwise specially prepared surface of something): kumaşın yüzü the face of the cloth. dağın kuzey yüzü the north face of the mountain. binanın yüzü the building's façade. paltonun yüzü the outer side of the coat
- yüz
- cloth which encloses the stuffing of a cushion or pillow, case; mattress ticking; cloth used to cover a chair or sofa, upholstery, upholstering
- yüz
- face (of a person or animal)
- yüz
- face, mug; (bina) façade; (para, madalya, vb.) obverse; surface; impudence, cheek; facial
- yüz
- phiz
- yüz
- hecto
- yüz
- cutting edge, face (of a knife blade or other sharp tool)
- yüz
- side: ırmağın öte yüzünde on the other side of the river. problemin bu yüzü this aspect of the problem
- yüz
- kisser
- yüz
- surface: suyun yüzü the surface of the water
- yüz
- mien
- yüz
- dial
Strictly speaking, Chinese consists of hundreds of dialects.
- Aslına bakarsan, Çinçe yüzlerce lehçeden oluşur.
- yüz
- fivescore
- yüz
- brow
- yüz
- {f} float
A white cloud is floating in the blue summer sky.
- Beyaz bir bulut mavi yaz gökyüzünde yüzüyordu.
The boat was broken by the floating ice.
- Tekne yüzen bir buz tarafından parçalandı.
- yüz
- favor
I used to love swimming. It was my favorite sport in high school.
- Ben yüzmeyi severdim. O, lisede favori sporumdu.
Eugenia shared with us her favorite oils for cleaning the face and protecting the skin.
- Eugenia yüzü temizlemek ve cildi korumak için en sevdiği yağları bizimle paylaştı.
- öbür yüzü
- reverse