The man didn't feel like walking all the way; so he took the bus.
- Adam bütün yolu yürümek istemedi;bu yüzden otobüse bindi.
She likes walking alone.
- O yalnız yürümeyi sever.
She likes walking alone.
- O yalnız yürümeyi sever.
She likes to walk alone.
- O tek başına yürümeyi sever.
In his forties and fifties, a man is still a toddler.
- Bir adam kırklı ve ellili yaşlarında hala yürümeye başlayan bir çocuktur.
The toddler wobbled when he first stood up.
- Yürümeye başlayan çocuk ilk ayağa kalktığında yalpaladı.
The man didn't feel like walking all the way; so he took the bus.
- Adam bütün yolu yürümek istemedi;bu yüzden otobüse bindi.
He had been walking for hours.
- O saatlerdir yürümekteydi.
I'm too tired to walk.
- Yürüyemeyecek kadar çok yorgunum.
She was so tired that she couldn't walk.
- Ayrıca o çok yoruldu, yürüyemiyor.
I watched John and Mary walking hand in hand.
- John ve Mary'nin el ele yürüyüşünü izledim.
Walking from the station to the house takes only five minutes.
- İstasyondan yürüyerek eve gitmek sadece beş dakika.
I like to hike in the mountains.
- Ben dağlarda yürümekten hoşlanırım.
In order to swim, you have to learn to tread water first.
- Yüzme öğrenmek için öncelikle suda yürümeyi öğrenmelisin.
Do not walk outside this area.
- Bu alanın dışında yürümeyin.
A sprained ankle disabled him from walking for a month.
- Burkulmuş bir ayak bileği onu bir ay yürümekten alıkoydu.
As there was no bus service, we had to walk all the way to the station.
- Otobüs servisi olmadığı için, biz, istasyona giden bütün yolu yürümek zorunda kaldık.
It takes twenty minutes to walk from the station to school.
- İstasyondan okula yürümek yirmi dakika sürer.