Resmi yapmak tam bir gün sürdü.
- It took a whole day to paint the picture.
Bir tam günlük çalışmadan sonra bir bardak bira gibi bir şey yoktur.
- There is nothing like a glass of beer after a whole day's work.
Yeni Zelanda'nın tüm nüfusu 3.410.000 olup, bunun yedide biri Maori halkıdır.
- The whole population of New Zealand is 3,410,000, and one seventh of it are the Maori people.
O, yarışı birinci bitirdiğinde, tüm ülke için bir zaferdi.
- It was a victory for the whole country when he finished first in the race.
Bütün pastayı yiyecek mi?
- Will he eat the whole cake?
Karam, bütün okuldaki en iyi öğrencidir.
- Karam is the best student in the whole school.
Tom bütün gece tamamen uyanık kaldı.
- Tom remained wide awake the whole night.
Sana tamamen katılıyorum.
- On the whole I agree with you.
Bütün, parçaların toplamından daha büyüktür.
- The whole is greater than the sum of the parts.
Ben bütün haftayı yalnız geçirdim ve ben konuşmayı özledim.
- I spent the whole week alone, and I longed for conversation.
O, özel jetiyle tüm kıtayı katetti.
- He covered the whole continent in his private jet.
Sağlığımı geri kazanmak tam bir yılımı aldı.
- It took me a whole year to recover my health.
Ailesi için sağlıklı yemekler hazırlar.
- She prepares wholesome meals for her family.
İlk olarak bir C kursu aldığım zaman sınıfta açıklanan tek bir şeyi anlayamadım. Allah'a şükür ki bütün topluluğun nasıl çalıştığını bana açıklamak için bir programcı olan bir arkadaşım var.
- When I first took a C course, I couldn't understand a single thing explained in class. Thank God I got a friend of mine who's a programmer to explain to me how the whole caboodle works.
Bütün toplum bu planın arkasında.
- The whole community is behind this plan.
Bir bütün olarak, plan iyi gibi görünüyor.
- As a whole, the plan seems to be good.
Karam, bütün okuldaki en iyi öğrencidir.
- Karam is the best student in the whole school.
Yangın tüm binayı yakıp kül etti.
- The fire consumed the whole building.
Bütün köy yanıp kül oldu
- The whole village was consumed by the fire.
Mary sadece az işlemden geçmiş yiyecekler yiyor. O çok sağlıklı olduklarını söylüyor.
- Mary only eats wholefoods. She says they're very healthy.
Tüm insanlar sağlıklı ve kültürlü yaşam minimum standartlarını koruma hakkına sahip olacaktır.
- All people shall have the right to maintain the minimum standards of wholesome and cultured living.
Yağlar gibi komple bir yiyecek grubunu kesmeyi çok sağlıklı bulmuyorum.
- I don't think it's very healthy to cut out whole groups of foods like fats.
I ate a fish whole!.
Whole of an ancient evil, I sleep sound.
I ate a whole fish.
Tom has lived here his entire life.
- Tom has lived here his whole life.
The river flooded the entire region.
- The river flooded the whole region.