Eylül ayı itibarıyla tam bir yıldır onu tanıyoruz.
- By September I will have known her for a whole year.
Resmi yapmak tam bir gün sürdü.
- It took a whole day to paint the picture.
Tüm Dünya Zirve toplantısını izliyor.
- The whole world is watching the summit conference.
O, yarışı birinci bitirdiğinde, tüm ülke için bir zaferdi.
- It was a victory for the whole country when he finished first in the race.
Bütün öğleden sonrayı arkadaşlarla sohbet ederek geçirdim.
- I spent the whole afternoon chatting with friends.
Tom bütün gününü yatakta okuyarak geçirdi.
- Tom spent the whole day reading in bed.
Tamamen yeni bir dünya.
- It's a whole new world.
Sana tamamen katılıyorum.
- On the whole I agree with you.
Bütün, parçaların toplamından daha büyüktür.
- The whole is greater than the sum of the parts.
O, özel jetiyle tüm kıtayı katetti.
- He covered the whole continent in his private jet.
Bütün takım için özür diledim.
- I apologized to the whole team.
Ailesi için sağlıklı yemekler hazırlar.
- She prepares wholesome meals for her family.
Sen gençsin. Senin önünde sağlıklı bir hayat var.
- You're young. You have your whole life ahead of you.
Gruplar ya küçük bir toplulukla ya da tüm dünya ile bir ilgi paylaşmak için iyi bir yoldur.
- Groups are a good way to share an interest with either a small community or the whole world.
İlk olarak bir C kursu aldığım zaman sınıfta açıklanan tek bir şeyi anlayamadım. Allah'a şükür ki bütün topluluğun nasıl çalıştığını bana açıklamak için bir programcı olan bir arkadaşım var.
- When I first took a C course, I couldn't understand a single thing explained in class. Thank God I got a friend of mine who's a programmer to explain to me how the whole caboodle works.
Bir bütün olarak, plan iyi gibi görünüyor.
- As a whole, the plan seems to be good.
Karam, bütün okuldaki en iyi öğrencidir.
- Karam is the best student in the whole school.
Bütün köy yanıp kül oldu
- The whole village was consumed by the fire.
Yangın tüm binayı yakıp kül etti.
- The fire consumed the whole building.
Ailesi için sağlıklı yemekler hazırlar.
- She prepares wholesome meals for her family.
Tüm insanlar sağlıklı ve kültürlü yaşam minimum standartlarını koruma hakkına sahip olacaktır.
- All people shall have the right to maintain the minimum standards of wholesome and cultured living.
Yağlar gibi komple bir yiyecek grubunu kesmeyi çok sağlıklı bulmuyorum.
- I don't think it's very healthy to cut out whole groups of foods like fats.
I ate a fish whole!.
Whole of an ancient evil, I sleep sound.
I ate a whole fish.
Tom and Mary have been doing that their entire life.
- Tom and Mary have been doing that their whole life.
The entire city burned.
- The whole city burned.