It happened prior to my arrival.
- O, ben varmadan önce oldu.
Nancy never fails to arrive on time.
- Nancy asla zamanında varmaktan geri kalmaz.
He ran, so as to arrive on time.
- O, zamanında varmak için koştu.
They are negotiating to reach a satisfactory compromise.
- Onlar tatmin edici bir uzlaşmaya varmak için müzakere ediyorlar.
I want to reach the hotel before it gets dark.
- Hava kararmadan otele varmak istiyorum.
We have little money available for the research.
- Araştırma için mevcut az paramız var.
Is there a tour guide available?
- Müsait bir tur rehberi var mı?
There are few sites in the Tatar language on the Internet.
- İnternette Tatar dilinde çok az site vardır.
There is a clock on the wall.
- Duvarda bir saat var.
He made an effort to get to the station early.
- İstasyona erken varmak için çaba harcadı.
It took only about five minutes to get to my uncle's house from the station by car.
- Arabayla istasyondan amcamın evine varmak yaklaşık sadece beş dakika aldı.
Tom lost all his belongings.
- Tom tüm varlıklarını kaybetti.
I had neither the time to go shopping, nor to say goodbye to my mother.
- Ne alışveriş etmek ne de anneme hoşça kal demek için zamanım vardı.
Although the pressure of studying at the University of Cambridge is very high, many students still have time to go out and have fun.
- Cambridge Üniversitesi'nde öğrenim zorluğu çok yüksek olmasına rağmen, çok sayıda öğrencinin hâlâ dışarı çıkmak ve eğlenmek için zamanı var.
Sami left all of his possessions behind.
- Sami bütün varlıklarını geride bıraktı.
Compulsory military service exists in Turkey.
- Türkiye'de zorunlu askerlik vardır.
I do not believe that God exists.
- Allah'ın var olduğuna inanmıyorum.
Thinking about the universe always gives me an existential crisis.
- Evren hakkında düşünmek bende her zaman varoluşsal bir kriz yaratır.
Tom is having an existential crisis.
- Tom varoluşsal bir kriz geçiriyor.
His debts amount to $2,000.
- Onun borçları 2,000 dolara varmaktadır.
His debts amount to $2,000.
- Onun borçları 2,000 dolara varmaktadır.
There are few sites in the Tatar language on the Internet.
- İnternette Tatar dilinde çok az site vardır.
There are 340 species of hummingbirds.
- Sinekkuşlarının 340 türü vardır.
There is an apple on the table.
- Masanın üzerinde bir elma var.
In theory, there is no difference between theory and practice. But, in practice, there is.
- Teoride, teori ve pratik arasında hiçbir fark yoktur. Fakat pratikte, var.
Get inside and lock your doors! Close your windows! There is something in the fog!
- İçeri gir ve kapılarını kilitle! Pencerelerini kapat! Sisin içinde bir şey var!
How did you get in? Do you have a key?
- İçeri nasıl girdin? Anahtarın var mı?
I want to reach the hotel before it gets dark.
- Hava kararmadan otele varmak istiyorum.
How long will it take to get there?
- Oraya varmak ne kadar sürer?
We have to come to some agreement.
- Bir anlaşmaya varmak zorundayız.
There's someone in there.
- Orada içeride biri var.
There's somebody in there.
- Orada içeride biri var.
Is there life before death?
- Ölümden önce hayat var mıdır?
Is there anything to drink in the refrigerator?
- Buzdolabında içilebilecek herhangi bir şey var mı?
I want to arrive at Kennedy Airport early in the afternoon.
- Öğleden sonra erken saatlerde Kennedy Havaalanına varmak istiyorum.
We must hurry if we want to arrive at the station on time.
- Biz, zamanında istasyona varmak istiyorsak acele etmeliyiz.
Onun yerine az önce tanımladığım iki ekonomik değişkenin tartışmasına döneceğim.
- Instead, I will turn to a discussion of the two economic variables I defined a moment ago.
Fiyatlar değişken, o yüzden dükkân dükkân dolaşın.
- The prices are variable, so shop around.