Onu ağaçtan indirmek imkânsızdı.
- Es war unmöglich, sie vom Baum herunterzuholen.
Ama bu imkansız, Bay Profesör.
- Aber das ist unmöglich, Herr Professor.
Olanaksız geliyor ama gerçek.
- It sounds impossible, but it's true.
Gelecekte ne olacağını bilmek olanaksızdır.
- It is impossible to know what will happen in the future.
Zamanda geçmişe seyahat etmenin imkansız olduğu düşünülüyor.
- It is considered impossible to travel back to the past.
Asal sayılar hayata benzer, onlar tamamen mantıksaldır fakat, eğer tüm zamanınızı onun hakkında düşünmek için harcarsanız kurallarının bulunması imkânsızdır.
- Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it.
The Bible is clearly a complex piece of writing, that impossibly could have been written by a single author.
- Die Bibel ist ein derart vielschichtiges Schriftwerk, dass sie unmöglich von nur einem Autor geschrieben worden sein kann.